GaripMirto

Pirsultan

Pir Sultan

Yusuf Aslan.                                                                                                           Sayfa: 1.
----------------------------------
ELİF KIZ’IN KADERİ?!...
----------------------------------

Yusuf Aslan.

Yusuf Aslan
____________________________________________________________________________ Elif Kz’ın Kaderi.                                                                                                   Sayfa: 2.



ELİF KIZ’IN KADERİ?!...
Yaşanmış! bir yaşam hikayesi ve bir dram? ____________________________________________________________________________ Yusuf Aslan.                                                                                                       Sayfa: 3.
Önsöz:

Yusuf Aslan

“Elif kız’ın kendisi” bir yoksulluk içinde – acı ve elem’le birlikte yaşamasını bilen ve kaderin bir cilvesi olan, yoksulluğun içinde o yaşamı göğüsleyerek çaba sarfetmesini’de bilen, “birde, (üstüne üstlük) çeşitli entrikalarla işinden atılan (Eşin’den) Mustafa’dan dolayı hiç ummadıkları bir an’da evlerine gelen haciz’le birlikte, iyi kötü var olan eşyaları da haciz’e giderek perma perişan bir vaziyette, eşyası boşalmış bomboş bir evin içinde çaresiz bir vaziyette kala kalırlar… Yazarımız; kitabın’da pek çok konuya yer verirken, kendi yaşamından’da örnekler vererek "Elif kız'ın kaderi"ne daha bir boyut kazandırmaya önem vermiştir. Yazarımız: Yusuf Aslan'a "Elif kız'ın kaderi" hakkında daha geniş / daha kapsamlı açıklama yapmasını arz ettiğimizde, bizi kırmayarak en içten ve samimi bir şekilde anlatmaya çalışırken bir yandan'da gözleri dolu dolu oluyordu. bizlerin, yüzü’müze doğru bakarak; Sevgili arkadaşlarım, “farz-u mahal , çocuklarım için bir kıymet , bir paha biçseler? Ya da, Bana “al, bu kıta parçası senin olsun, isterse bu kıta’nın efendisi ol, isterse bu kıta’nın kralı ol, "şayet, bu kıta (size) az gelir, ya da yetersiz olursa, "al, şu kıta'da senin olsun "deseler? bunun karşılığında’da kızı’nın, saçı'nın bir beliği’ni bize vereceksin” diye, şart koşsalar - ya da bu doğrultuda fikri mi yoklasalar?!. Benim (o’nlara) cevabım şu yönde olurdu; yer yüzünü bölüp parçalayarak, kıtalara böldüğünüz kara parçasının iki kıtasını bırakında şu yalan dünya'nın tamamı’nı bana ikram etseniz” dahi? (Ben) o faşist düşünceye karşı çıkarak "derhal, ret eder, Eli’min tersiyle’de iterim. ____________________________________________________________________________ Elif Kz’ın Kaderi.                                                                                    Sayfa: 4.
                                                                                                 
Çünkü, ben'de her sorumlu baba gibi, sorumlu bir baba olarak, çok ağır ve zor şartlarda çocuklarımı nasıl yetiştirdiğimin bilinci ve idraki içindeyim. Ben'de, her baba gibi kendi çocuklarımın olsun, ya da her hangi bir çocuğun olsun, saçı'nın bir beliği'ni bırakın'da saçı'nın bir teli’ni dahi dünya malı'na değişmeyecek kadar aklı başında vicdanlı bir baba'yım. dünya'nın bütün zorluklarına, açlığına, susuzluğuna, açık çıplak, yalın ayak kalmaya” dahi, göğüs gererek? büyütüp yetiştirdiğim, hatta boyu'na posu’na baktıkça zevk alıp - huzur bulduğum çocuklarımın saçı'nın bir teli’ni nasıl verebilirdim ki, ya da verebilir’miy-dim?!. Tabii ki, eli'min tersiyle dünya'yı bir kenara iterek çocuklarımla birlikte olmayı yeğlerdim. "Evet, çocukları için Dünya'yı eli'nin tersiyle bir kenara itecek kadar gözü kara olan yazarımız: Yusuf Aslan'ın gücü'nü yetirip / yetiremediği olasılıklarda “vardı, ve o'da alın yazısıydı. bir baba olarak kaderin cilvesi olan, "alın yazısına" inancı olmasa’da, mani olamıyordu. baba evinde'yken yoksulluk içinde yetişip büyüyen "Elif kız" evlendikten sonra'da kaderi değişmemişti, hatta daha'da vahim durumlarla karşı karşıya kalmıştı. Bu hazin duruma anne babasının üzülmelerinin haricinde, “diger duyanlar olsun, ya da görenler olsun, (eş, dost olan) bütün dostlar ve ahbaplar, Elif kız'ın iyi gitmeyen kaderi'ne üzüldüklerini her daim belirtmişlerdir. Yazarımız: Elif kız'ın kaderi'nin dışında, kendi yaşadığı yaşamdan ve daha başka yaşanmış yaşamlardan'da örnekler vererek 3.ncü kitabı olan "Elif Kız'ın Kaderi" romanı'nı tamamlayarak, Edebiyat dünyasına kazandırmayı başarmıştır. ____________________________________________________________________________ Yusuf Aslan.                                                                                                                 Sayfa: 5.

ELİF KIZ’IN KADERİ?!...

İşte böyle diyerek yazımı yazmaya 1996. yılının son çeyreğinden alıp 1997 yılından başlayarak, gizli kalmış bir dramı gün yüzüne çıkarmaya çalışacam, ancak bu yazımı yazarken hemi içim hemi de ellerim titredi, gözlerim dolu, dolu oldu, boğazım düğümlendi, nefes alıp vermem bile zorlaşmıştı, işte böyle hazin bir duygu içinden kendimi bir kenara alıp / kurtararak bi gayret ile cesaretimi bir araya toplayıp yazımı yazmaya devam ettim. Evet “sevgili okurlarım, toplumların içinde bazı zorbaların varlığı aşikar’dır ancak öte tarafta mazlumane yaşayan kişileri de ezmekten haz duyan gaddar ve sömürücü zalimlerin pençesine düşmüş zavallı insanlarında var olduğu gün gibi aşikardır. Bu vicdansız ve merhametsiz zalimlerinde ülkesi olan böyle bir ülkede yaşamanın ne kadar zor olduğunu zannedersem bir ben değil? insan olup’da vicdanı ve merhameti var olan bütün herkesin bu acı durumu bildiklerinin ve hemi de nefret ettiklerinin inancındayım. Rüzgarda uçup savrulan bir yaprak, hatta denizde rotasını kaybetmiş bir gemi misali, Elif kızın kaderi’nin de nasıl yön bulduğunu bir nebze de olsa anlatmaya çalışacam. Adana, kuru köprü de ( 9 ) dokuz katlı karıncalar mağazasına çalışacak eleman alınması için belli tarihlerde 18, 20, yaşlarındaki genç çocukları imtihana tabii tutarlar. İmtihanı kazanan becerikli ve maharetli çocukları işe alıp çalışmalarını sağlarlar. Halka hizmet Hakk a hizmetten yola çıkarsak bu gençleri sokaktan alıp’da çalışmalarını sağlamaları, ____________________________________________________________________________ Elif Kz’ın Kaderi.                                                                                                  Sayfa: 6.

kayda değer önemli bir gelişme olarak görüyor ve düşünüyorum. Bu imtihanlardan birinde, 1996, yılında Elif Aslan’da imtihan a girerek karıncalar mağazasında işe girmeyi hak kazanmıştı. Nitekim kısa bir süre sonra parfümeri bölümünde iş hayatına başlayan Elif Aslan, Malatya’nın Fethiye köyündendi. Mağazada gözlemci olarak çalışan karıncalar mağazası sahibinin teyzesi oğlu Hüseyin Şahin’in kız kardeşlerinden birininde Malatya Fethiye’de gelin olmasından dolayı Hüseyin Şahin, Elif Aslan’a sıcak ilgi ve alaka göstererek her ikiside birbirleriyle kaynaşmak suretiyle araları baba evlat sevgisine dönüşür. Hüseyin Şahin sadece kendini Elif kıza sevdirmenin ötesinde, kendi aile efratınıda sevdirerek Elif kızın gönlünü feth etmeyi başarmıştır. Aslında o’nun aklında başka planları vardı ve planlarının var olduğunuda ancak kendisi biliyordu. Nitekim belli bir zaman sonra planlarını uygulama zamanı’nın geldiğini düşünerek uygulamaya başlar. Yani, Elif kızı, oğlu Mustafa’yla izdivaç kurmalarını uygun görüp Allah’ın emri ve Peygamberin kavliyle Elif kızı, Elif kızın babası Yusuf ve annesi Hatice’den isterler. Allah’ın emri ve Peygamberin kavliyle kızları istenen Yusuf ile Hatice de Allah’ın emri ve Peygamberin kavlinden kaçılmıyacağını ve bu iyi niyetili yaklaşımı düşünerek Allah’ın emri ve Peygamberin kavliyle kızlarını vererek nişanlamış olurlar. Allah’ın emri anıldıktan bir müddet nişanlı’lı kalmanın ardından 1999. Yılının Nisan ayında görkemli bir şekilde dügünleri olduktan ____________________________________________________________________________ Yusuf Aslan.                                                                                                              Sayfa: 7.

sonra Elif kız gelin olup yuvasını kurmuştu. Nitekim Elif kız, Karıncalar da üç, beş ay daha çalıştıktan sonra kayınpederi ve eşi tarafından iş’ten çıkmasını daha uygun görürler ve iş’ten çıkarmış olurlar… Elif kız’ın ( 2,5.) iki buçuk senelik iş hayatı kayınpederi ve eşi tarafından bir anda son bularak evi’nin hanımı olur ve öylece yaşantısına devam etmeye başlar. Elif Kız’ın kayınpederi Hüseyin Şahin ve eşi Mustafa hemi karıncalar mağazasında ve hemi de işçiler arasında saygın ve revaçta oldukları gibi çalışmalarınıda uyumlu bi şekilde sürdürürlerken? Karıncalar mağazası sahibi, Adana Otogar’ında cafeterya, market, çayocağı vesair, böylesi bir iş yeri daha açarak karıncalar mağazası zincirine bir zincir halkası daha ekler. Ancak, otogarda ki bu iş yerinin işletme ruhsatını teyzesinin torunu olan Mustafa Şahin’in üzerine çıkarttırır. Hüseyin Şahin ve oğlu Mustafa da karıncaların sahibiyle akraba olduklarından dolayı hiç tereddüt etmeden Mustafa, işletme ruhsatını kendi üzerine alır. Bu iş yeri gayet güzel bi şekilde çalışmaya başlar Tabii bu arada kazanç olan günlük hasılatlar bir araya toplanıp karıncalar mağazasına gönderilerek günlük teslimatı yapılır. Otogar’da ki iş yerinde tahminen on, onbeş kişi işçi çalışmaktaydı, bu çalışan işçilerin bir müddet vergileri ödenip sigorta primleri düzenli bi şekilde yatarken, daha sonraları; Yönetici olarak çalışan, ne Mustafa’nın ne de işçi olarak çalışan işçilerin haberleri olmaksızın, karıncalar mağazası sahibinin büyük bi ihtimalle ____________________________________________________________________________ Elif Kz’ın Kaderi.                                                                                                      Sayfa: 8.

muhasebeye talimatlar vererek çalışan işçilerin sigorta ve primlerini durdurmuşlardır?.. Tabii bu gizli durum işçilerden yıllarca saklanmış ve öylecede devam etmiştir. Yıllar sonra, karıncalar mağazası sahibi otogar daki iş yerini kapatma kararı alır ve sonuç itibariyle o iş yerini kapatır. O iş yeri kapandıktan sonra - orada çalışan işçiler haklı olarak tazminatlarının peşine düşerler, sonuç itibariyle aylarca hatta yıllarca vergilerinin ve sigorta primlerinin yatırılmadığının farkına varırlar. Nitekim, orada çalışan bütün işçiler “haklı olarak, kendi aralarında dayanışma adına birlik ve beraberliği sağladıktan sonra “hani derler ya, gülcü, kuvvetli ve bilgili, işte böyle bir Avukat tutarak iş vereni mahkemeye verirler. Bu iş yeri, resmi kayıtlarda Mustafa Şahin’in adına olduğundan dolayı ve bu iş yerinin her ne kadar kendi adına olsa da, gelirin / kazancın üzerinde karıncalar mağazası sahibinin hakim olduğunu hatta, kendisinin ( Mustafa)nın bu iş yerini adına alırken kendi aralarında şifayen olsa da anlaştıklarını, gerçekte var sayılan bu durumu mahkeme de kanıtlayamadığından dolayı ve kendisinin masumane olarak yaptığı insanlıktan ötürü suçlu duruma düşer. Bu gibi durumlar zuhur edip de meydana çıktığından için, karıncalar mağazası sahibi olan malum şahıs, bunlarda benim akrabamdır / bunlara yazıktır diye düşüneceğine? Hiç de umursamadan ve gözlerinin yaşına bakmadan Hüseyin Şahin i ve o’nun oğlu Mustafa’yı bir çırpıda işten çıkarmış deyim yerindeyse adeta işten kovmuştur. Ayrıyeten, Otogarda ki iş yerinin olanca kazancının ____________________________________________________________________________ Yusuf Aslan.                                                                                                             Sayfa: 9.

kendi kasasına girdiğini bile kabullenmeyip - hatta o işçilerin sorumlusunun Mustafa Şahin olduğunu her fırsat ta dile getirerek yalan beyanda bulunmasının sonucunda o İşçileri yanıltmıştır. Ancak, mahkeme de Mustafa’nın verdiği ifadesini gala ya almayarak işçileri haklı bulmuştur ve Mahkeme, Mustafa Şahin i, işçilere ve Devlete ödeyeceği para cezasına çarptırmıştır. Kendisi de ( Mustafa ) diger işçiler gibi işten çıkarılmış, tazminattan vaz geçtiği gibi içerdeki aylığını dahi alamamış olup cebinde cıgara parası dahi olmayan Mustafa, tam bir derbeder olmuştur. Cebinde cıgara parası dahi olmayan Mustafa, mahkeme’nin işçiler lehine almış olduğu kararın ardından cezaya çarptırıldığı mahkeme masrafını ve tazminat paralarını nasıl ödeyeceğini kara kara düşünmekteydi, olmayan parayla nasıl ödeyecekti ki? Esas itibariyle, Gerçekte, o iş yeri başkasının olduğu gibi paralarda yine o başkası olan şahsın kasasına giriyordu. Ancak burada göz ardı edilemiyecek bir durum söz konusuydu. Günahı suçu olmayan Mustafa’nın tek suçu, karıncalar mağazası sahibiyle teyze oğulları olduklarından dolayı o’nun (karıncalar sahibinin) kendisine ( Mustafa)ya her hangi bir kötülüğü yapmayacağına inanmasıdır. Ancak , sonuç itibariyle aradan bir kaç ay geçtikten sonra “Avukatla birlikte icra memurları Mustafa Şahin’in evine gelerek, ev de her ne kadar ev eşyaları var ise teker teker yazıp bütün eşyaları bir arabaya yükleyerek alıp götürürler. Elif kız her ne kadar ağlayıp sızlansa ____________________________________________________________________________ Elif Kz’ın Kaderi.                                                                                                    Sayfa: 10.

da olacaklar bi kere olmuştu. Cehizlik için, bi keyf ile babasına ve annesine aldırdığı, o kıyılmaz eşyalarını haciz memurları gözünün yaşına bakmadan alıp götürmüşler, ev de bom boş, tam takır kalmıştı. İçler acısı olan bu acı tabloyu, telefonla annesine ve babasına anlatırken, telefonun bir ucunda Elif kız, diger bir ucunda da babasıyla annesi karşılıklı ağlıyorlardı. Ancak, ağlamanın her iki tarafa da bir faydası olmadığı gibi haciz ec gide ev’in eşyaları da geri gelmiyordu. “Büyük balık her zaman küçük balığı yutar” diye boşuna dememişlerdi? İşte burada da hemi de devletin gözünün içine baka baka, her zaman olduğu gibi büyük balık küçük balığı yutmuştu. İnsan’ın aklına gelmez değil, geliyor da yani. Adaletin keskin kılıcı, yanlışlıkla tek taraflı mı kesiyor acaba.? Nitekim, öyle de olmuştu, işte tam da burada Adaletin kılıcı tek taraflı kesmişti. Mustafa, kendi başından geçen onca hal ve durumu belgeleyip kanıtlayamamıştı. Şifayen de olsa bütün gerçekleri anlatmasına anlatmıştı. Hatta, anlattıklarını mahkeme heyetine inandırmış olsa da sonuç itibariyle o anlattıkları sözde kalıyordu, yani, resmi belgeye dayalı kanıtı yokturdu. Mustafa, her ne kadar haklı olsa da, haksız durumuna düşmüştü, ödemesi gereken para cezasına çarptırılmıştı. Daha sonraları, o işçilerin avukatı, Mustafa ile Elif kız’ın evine haciz memurlarını getirerek evin bütün eşyalarını haciz edip alıp götürmüşlerdir. İşte bu sebepten dolayıdır ki telefon’un bir ucunda Elif kız diger bir ucunda da annesiyle babası bu acı tablo karşısında karşılıklı olarak ağlaşıyorlardı. ____________________________________________________________________________ Yusuf Aslan. Sayfa: 11. Artık o evde ikamet edecek halleride kalmamıştı. Bomboş evin neresinde oturup neresinde yatacaklardı. Elif kız’ın dünyalar tatlısı güzel mi güzel bir de oğlu vardı. Elif, Mustafa ve oğulları Doğukan için kalıp da barınacakları birinci derecede bir yakınlarına gidip sığınmaları da lazım dı, ama Mustafa’nın başına gelen bu acı olaylardan sonra ( kendi) akrabalarından hiç kimse, ama hiç kimse yüz vermediği gibi babası gil de uzak durmaya çalışıyorlardı. Bir başka deyimle, Mustafa’yı kendi başına / kaderine terk etmişlerdi. İşte, bu hal ve durumu da Elif kız telefon’un bir ucunda burnunun suyunu çeke, çeke başlarından geçen onca olayları annesi Hatice hanım a ağlamaksı bir vaziyette bir bir anlatıyordu. Elif kız’ın, telefon’un bir ucundan ağlamaksı sesini duyan annesi Hatice hanım da telefon’un diger ucunda yanağından aşağıya doğru süzülen göz yaşlarına boğulmuş sessizce ağlıyordu. Her ne kadar anne ve kızı karşılıklı ağlasalarda, bunların ağlamaları Mustafa ile Elif e bu haksızlığı yapanların ne haberleri oluyordu ne de ( duysalar bile) umurlardında bile değildi. “Farzet ki duysalar bile? Zil takıp tef çalarak oynayacak durumdalardı. Telefon’un diger ucundaki Elif kız’ın annesi Hatice hanım, hem i kızının haline ağlıyor hami de her iki elini havaya doğru açarak, Ey yüce Rabbim, yeri göğü direksiz durduran ve şu kainatı yoktan var edip yaratan yüce Allah’ım, Kur’an-ın ve Ehlibeyt in ve on gecenin yüzü suyu hürmetine, şeytan’ın ve bütün şer i kötülüklerin ve münafıkların şerrinden beni ve kendi soyumuzdan gelen ____________________________________________________________________________ Elif Kz’ın Kaderi. Sayfa: 12. evlatlarımızı ve bütün insan ve İslam alemini sen koruyup kollayasın ya Rabbim, diye o yaratıcı yüce Allah a dua edip yalvarıyordu. Nitekim, o günün akşamında Elif kız’ın iki gözü iki çeşme, Mustafa ise başına gelen bu olaylardan dolayı kör pişman bir vaziyette istemeye istemeye, güle oynaya oturdukları evlerini n kapısına kilit vurarak - Elif kız’ın baba evine giderler.. Elif kız’ın annesiyle babası çocuklarını kapıda görünce, göre kapa içeriye alırlar. Çocukarının morallerini yüksek tutmaları ve sahipsiz olmadıklarını anımsatarak şöyle bi konuşma yaparlar. Çocuklar hiç bir şekilde tasalanıp düşünmeyin. Dünya’da, insan oğlunun başına gelmedik işler kalmazmış, sizlerinde başına böyle talihsiz bir iş geldi. Ancak, sizler Allah a güvenin, Allah büyüktür gün doğmadan neler doğarmış derler ve zaman her şeyin ilacıdır, diyerek biraz olsun çocuklarının içlerini rahatlatmaya çalışıyorlardı. Nitekim de öyle olur, daha gün doğmadan neler doğmuş, zaman da her şeyin ilacı olmuştur. Elif kız baba evine geldikten sonra kirada oturdukları evin içinde hacizden geriye kalan eşyalarını, Mustafa’nın babası bir at arabasına yükleyerek, götürüp kendi evinin alt katına istif eder. Evet, hele şu kaderin cilvesine bakın ki Elif kız’ın iki kamyonu doldurur olan ev eşyasından geriye sadece at arabasının bir tarafıda boş kalan eşyası kalmıştı. Ne kadar hazin bir durum ve acı bir tablo. Elif kız’ın başına gelen bu acı olayları duyan Elif kız’ın babaannesi olsun, amcası olsun hatta halaları olsun, ____________________________________________________________________________ Yusuf Aslan. Sayfa: 13. her ne kadar üzülseler de canları kadar sevdikleri Elif kız’ın refahı için, bu iş üzülmekle olmuyor diyerek kendi aralarında konuşup anlaşarak bir an önce yardım edip destek olmak için karar alırlar ve bu alınan yardım kararını vakit geçirmeden hemen uygulamaya koyarlar ve Kendi aralarında imece ile toplanan o paraları hemen Adana’ya gönderirler. Aylardan da Temmuz ve Ağustos ayları idi ve bu aylarda da Almancıların izine gelme zamanı olduğundan Elif kız’ın halasıda izine gelmişti ve o hanımefendi’nin de önemli ölçüde katkısı olur. Bir araya toplanan bu paralardan, (Mustafa)’nın mahkeme’ce cezaya çarptırıldığı para’nın bir kısmını ( avukatla anlaşarak) avukat a öderler, geriye kalan bir kısım parayı da taksit e bağlarlar. Mustafa, mahkemelik olmuş durumundan bir nebze de olsa refaha kavuşur. Bu arada Elif kız’ın annesiyle babası da boş durmayarak Elif kız’ın evine lazım olan çeşitli ev eşyalarını birer birer alıyorlardı. Bu, eşya alış verişi Elif kız’ın moralini ( az da olsa) düzeltmeye başlamıştı (ama) Madalyonun öbür yüzüne bakılınca hiç de hoş olmayan bir durum vardı. Çünkü, Mustafa çalışmıyor, o günden bu yannı boş geziyordu. Bu gidişat tamamen yanlıştı, Mustafa’ya bir iş imkanı yaratmak lazımdı. Elif kız’ın aklına, tek yapabilecekleri manav işi gelmişti. Bu manav işini babasıyla paylaştıktan daha sonra eşiyle, kayınbiraderi ile ve kayınpederiyle de paylaşarak manav açma konusunda karara varmışlardı. Elif kız’ın babaannesi imece ile bir araya getirip de gönderdiği paradan bir ____________________________________________________________________________ Elif Kz’ın Kaderi. Sayfa: 14. kısmı daha duruyordu. İşte bu para da o manavı açmaya yetiyordu. Sonuç itibariyle de öyle oldu. Bir manav dükkanı açıldıktan sonra (yine de) geriye bir miktar para kalıyordu. Düşündükleri bu işler olduktan sonra geçmişteki yaralar da sarılmaya başlamıştı. Onun ötesinde O üzgün ve solgun olan yüzler de gülmeye başlamıştı. Manav açıldıktan sonra Elif kız’ın annesi ve babası hatta Mustafa’nın babası manav’ın işine dört elle sarılarak çalışmaya başlamışlardı. Bu güzellikleri duyan Elif kız’ın babaannesi, amcası ve halaları da imeceyle topladıkları o paraların doğru yerlerde kullanıldığını duydukları zaman, onlarında sevinçleri artmış olup bir hayli de mutlu olmuşlardı. Mustafa, sebze ve meyvelerini, sebze halinde nakliyatçılık yapan pikaplarla manava getiriyordu. Pikapların her sebze ve meyve getirmesi, o tarihlerde paramız milyonlarla telaffuz edildiği için her gün 20. Milyon lira nakliye parası ödüyordu. Mustafa, günlük nakliye ye giden bu para durumunu düşündü taşındı, günlük 20. Milyon,dan ay da 600. Milyon lira yı buluyor, benim alın terimi ve bu helal kazancımı bu şekilde nakliye parası edersem hemi evimin rızkını ve hemi de çocuklarımın nafakasını ele vermiş olurum, eger ki bu durum böyle giderse (benim için) hemi enayilik olur ve hemi de çok yazık olur diyerek, az da olsa meyve ve sebzelerini getirmesi için küçük bir anadol pikap almaya kara verir ve bu düşüncesini kayınpederi olan Yusuf a anlatır. Yusuf da kazançlarının, nakliye parası olmaması için bu düşünceyi olumlu karşılar. ____________________________________________________________________________ Yusuf Aslan. Sayfa: 15. Zaten, imece ile toplanan o paralardan arta kalan bir kısım para ( banka’da) hala Yusuf’un adında yatıyordu, Yusuf da bu işi halletmek için bir an önce işe koyulur. Sağda solda, tanıdıkları eşi dostu haberdar ederek satılık bir pikap aramaya başlarlar. Sonuç itibariyle Şakirpaşa ekmek fırınında ekmek dağıtıcılığı yapan Halil isimli bir arkadaşın anadol pikap’ını sıkı bir pazarlığın ardından satın alırlar. Artık, manav Mustafa’nın bir manavı olduğu gibi “manav ın, nakliye işlerini yapacağı birde anadol pikap ı olmuştu. Mustafa, canla başla çalışıp - mahkeme nin taksitlendirdiği o para yı düzenli bir şekilde ödemeye başlar. “Tabi, bu arada Mustafa’nın kayın pederiyle kayın validesi de hafta’da iki gün olmak kaydiyle manav a gidip çalışarak Mustafa’ya haftalık tatil verir gibi tatil verirler - işte böylece yardımcı olmaya çalışırlar. Bu durum “yani, hafta da iki gün çalışmaları bir kaç yıl devam ettikten sonra yaşlılığında kendilerine vermiş olduğu beden yorgunluğundan olacak ki hafta da iki gün çalışmayı, hafta da bir gün e düşürürler. Hafta da bir gün çalışmak, yıl da aşağı yukarı iki aya tekabül eder. Acaba, bir başkalarının gidip de eniştesine mütemadiyen böyle çalışanlar var mı, ya da yok mu? Bunu sorgulamanın dışında Elif kız’ın annesiyle babası, kızlarının hatırına, o’nun ötesinde kızını, torununu, ve eniştesini yaşadıkları o acı dolu günlerden kurtarmak adına hafta da bir gün olsun manav a gidip canla başla çalışırlar. Hatta, Yusuf ile Hatice manav a ayak atıp - girdiklerinde, ____________________________________________________________________________ Elif Kz’ın Kaderi. Sayfa: 16. Hatice hanım eşi Yusuf a “hadi, şu hayır ve bereket duanı oku da manav ın hayır ve barakati gele derdi. Yusuf’da Hz. Ali’nin duası olarak bilip öğrendiği dua yı okumak için ellerini semaya açarak şöylece okumaya başlardı. NADİ ALİYYEN MAZHARUL ACAİP AVNALEKE FİNNE VAYİP Bİ NÜBÜVETTİKE, YA MUHAMMED KÜLLÜ HEMMÜ GAMMÜ SEYENCELİ VELAYETİKE EDREKENİ, YA ALİYYİ YA ALİYYİ YA ALİYYİ Bİ İZZETİKE YA KAVİYYİ YA VELİYYİ YA VELÜYYÜ VEFİYYİ YA GANİYYİ YA MUTİ YA HAYYÜ YA KAYYÜM. Diyerek duasını bitirir, semaya açmış olduğu ellerini de yüzüne çalar. Bu dua ile birlikte İçlerine dolan bir güvenle ve bir iştahla işlerine koyulurlar. Yusuf müşterilerle diyaloğ içinde olup satış işleriyle uğraşırken Hatice hanım da manav’ın haftalık temizliğiyle uğraştığı gibi sebze ve meyvelerinde sağlamıyla çürüklerini birbirinden ayıklardı ve bu şekilde çalışmak suretiyle gün ü akşam ederlerdi. Gün’ün sonunda yorgun, argın olsalar da manav ın müşterisi ve kazanç ı bol ve bereketli olduğu için, kainatı yaratan yüce Allah’ımız bol bol bereket versin, manav ın müşterisi ve kazaç ı bol olunca insan ın üzerinde yorgunluktan eserde kalmıyor diye mutlulukları gözlerinden okunuyordu. Hatta, daha sonra Yusuf ile Hatice o keyf ile bir neşe içinde evlerine doğru yollanıp O 4. 5. km.lik yolu tatlı bir sohbet içinde nasıl katetiklerini dahi bilmiyorlardı. Aylardan Agustos ayı’na yeni girilmişti ki Agustos ayı içinde günün birinde Hatice hanım ____________________________________________________________________________ Yusuf Aslan. Sayfa: 17. çocuklarının da evde hazır bulunduğu bir gün yapmak istediği bir düşüncesini ortaya atar. Eşi’ne ve çocuklarına, 16. Ağustos’da Hacı Bektaş i Veli Hazretlerinin anma töreninin var olduğunu anımsatarak - diyelim ki 16. Agustos’da Hacı Bektaş a gitsek, o zaman törenin kalabalık olacağından hiç bi tadını alacağımızı sanmıyorum. Ancak, törenden bir hafta ya da on gün önce gidersek, (o zaman) Hacı Bektaş’ın oralar hemi kalabalık olmaz hemi de çocuklarımız ve bizler gezip göreceğimiz yerleri rahat rahat gezer dolaşır ve görürüz diyorum. Yani ben diyorum ki, Hacı Bektaş i Veli Hazretlerine varıp yüzler sürüp niyaz edelim ve bu nacizane fikrimi ortaya attım, İnşallah sizler de benimsersiniz diye sözlerini bitirdiğinde, halehazır da bulunan milletten de olabilir doğrultusunda yanıt alınca, Hatice hanım sözlerine devam ederek, ben diyorum ki bu gün ya da yarın hemen hazırlanıp o mübarek zat a gidelim, gidelim de o mübarek zat a yüzler sürüp niyaz edelim, “olmaz mı yani, ne diyorsunuz, diye eşi’ne ve çocuklarına sorduğunda, “o’nlar da, Hacı Bektaş i Veli yi ziyeret etmemiz için bir engel olmadığı gibi - hiç de, buralarda duracak zaman değil. Hazırlıkları yapıp yarından tezi yok hemen yola çıkıp gidelim, diye karar alırlar. Hatice hanım’ın kızı ve gelini hemen harekete geçerler. Yol da ne gibi lazım olacak eşya var sa evden tedarik ederler “örneğin, kilim i, minder i, tüp ü, çayı çaydanlığı, şeker i bardağı hazırladıkları gibi kahvaltılıklarıda hazırlamışlardı, onun ötesinde yol da yenebilecek sebze ve ____________________________________________________________________________ Elif Kz’ın Kaderi. Sayfa: 18. meyveleride hazırlamışlardı. Her şey tastamam hazırdı, nihayet o günü sabah a karşı saat 0,3, sularında yataklarından kalkıp hazırlanarak – Hacı Bektaş i Veli yi ziyaret etmek için, ya Bismillah ya Allah deyip yol a koyulmuşlardı. Elif kız’ın geçmişteki yaraları bir nebze de olsa sarılmış hatta bütün aile bireylerinin yüzlerinde güller açmıştı ve bu şekilde bir keyf ile Hacı Bektaş a doğru yol alıp giderler. Sonuç itibariyle sabah saat 0,8. sularında ağaçları bol ve kölgelik bir piknik yerinde durarak mola verirler. Eee, artık onca yoldan beri bir kahvaltı yapmanın zamanı gelmişte geçmişti bile hatta arabanın içinde oturmaktan da her tarafları uyuşmuş olan Hacı Bektaş yolcuları arabadan indiklerinde öyle bi rahata kavuşmuşlardı ki, çocuklar bile ağıldan boşalmış kuzular gibi sağa sola koşuşturarak bir keyf içinde oynuyorlardı. Nihayet, yere kilimler serilmiş, kahvaltılıklar hazırlanmış, çaylar demlenmiş, bir huzur ve güven içinde kahvaltılarını yaptıktan sonra bütün eşyalarını gerisin geri toplayıp arabaya istif ettikten sonra tekrar seyri sefere çıkarlar. Bir müddet sonra saat 11. 12. gibi Hacı Bektaş i Veli ye varmış olurlar. Arabalarını park yerinde park ettikten sonra Hacı Bektaş i Veli Hazretlerinin türbesine geçerek o mübarek zat ı tavaf edip yüzler sürerek niyaz ederler, oradan Kırklar meydanında yatan o mübarekleri ziyaret ederler, ordan sonra diger ziyaret edilecek yerleri ziyaret ettiklerinden sonra dışarıdaki o mübarek dut ağacının altına geçerek, daldan dut un düşmesini ____________________________________________________________________________ Yusuf Aslan. Sayfa: 19. beklerler. Dut un kendiliğinden yere düşmesi ise, (inanışa göre) insanların içinden tuttuğu dileklerinin yerine gelmesine işaret olduğuna yorumlanır. Daha sonra oradan “Zemzem “ suyunun olduğu bölgeye gidilir, Zemzem suyunun aktığı çeşmenin başına varıldıktan sonra, Bismillahirrahmanirrahim. Ya Bismillah Ya Allah denildikten sonra. Ya Muhammed Ya Ali,de diyerek pınarın gözünden akan “Zemzem” suyu alınıp içildikten sonra rahmetli, Aşık Mahzuni Şerif’in mezarı na gidilerek, orası da ziyaret edilir, daha sonra üst taraftaki delikli taşa gidilir, delikli taştan da sırasıyla geçerlerken orada hazır bulunan hatta ellerinde kameralarıda olan gençlerin, Hatice hanımı kamerayla çekim yaparlarken, daha sonra Aşık Mahzuni Şerif’in mezarından gelen Yusuf – kamerayla çekim yapan gençlere, arkadaşlar sizler yurt dışından gelen Türk turistlerimisiniz diye sorduğunda, o gençlerde, yok abi bizler turist değiliz. Biz Cem tv’den geliyoruz dediklerinde, Yusuf da gençlere “arkadaşlar, Cem tv’de benim de şiirlerim yayımlanıyor diye kendinden bahsederken, o gençler de kendileriyle konuşan o şahsın “Yusuf Aslan” olduğunu öğrendiklerinde “Evet, abi biz seni şahsen tanımasak da ismen tanıyor ve biliyoruz “deyip, sözlerine devamla birlikte, Yusuf a Yusuf abi, Hacı Bektaş i Veli Hazretleri için de bir şiir okurmusun deyip kameranın da düğmesine basarak çekim yaparlarken, Yusuf da Hacı Bektaş i Veli Hazretleri için yazdığı şiirini şöylece okumaya başlamıştı. ____________________________________________________________________________ Elif Kz’ın Kaderi. Sayfa: 20. Hacı Bektaş-ın Yolunda Gidelim Derim şu aleme tüm insanlığa Hacı bektaşın yolunda gidelim İlmi fenni ile şu aydınlığa Hacı bektaşın aşkıyla gidelim Gözü yoktur ikilikte batılda Allah indindedir Kur’an yolunda Atam da dedem de o’nun safında Hacı bektaşın safında gidelim İnsanlığı sevgi aldı bürüdü Fitne fucur olanları eridi Yıkık bir duvarı sürdü yürüdü hacı bektaşın dalında gidelim Kul Yusuf der köle olam kul olam O’nun yollarına giden yol olam Eli beli ağzındaki dil olam Hacı bektaşın özünde gidelim. Yusuf, İlk şirini bitirdiktren sonra, o gençlere durun size bir daha “Hacı Bektaş” şiiri okuyam da öyle gidin diyordu. Cem tv nin elemanları da hay hay abi, buyur şiirini oku dediklerinde, Yusuf da ikinci şiirini okumaya başlamıştı. HACI BEKTAŞ DERGAHIN DA. Ya Allah Bismillah diye Hacı Bektaş dargahın da Ağlarım Şah Hüseyine Hacı Bektaş dergahın da Muhammed den mayalandık Vel haya vel imanlandık Lokma alıp dualandık Hacı Bektaş dergahın da Hakk a giden ulu yol uz Her birimiz Hakk a kuluz Burda ilim derya deniz Hacı Bektaş dergahın da Bizler de o "nun" harfinden İlham aldım hutbesinden Kul Yusuf tutar ipinden Hacı Bektaş dergahın da. ____________________________________________________________________________ Yusuf Aslan. Sayfa: 21. İkinci Şiir de bittikten sonra Cem tv’nin elemanları Yusuf a teşekkür ederek daha başka yerleri çekim yapmaları için bir başka yöne doğru çekip gitmişlerdi. Yusuf gil ise Hacı Bektaş ın gezilecek ve görülecek bütün yerlerini gezip gördüklerinden sonra arabalarına binerek Adana’ya doğru tekrar yola çıkmışlardı. Yol da giderlerken akıllarına Avanos, Göreme, Ürgüp gibi turistik yerler gelir, Yusuf, oğluna bre oğul oldu olacak birde Avanos, Göreme, Ürgüp gibi şu turistik yerlerimizide görek be diyerek, arabayı bu turistik yerlerimize sür der. Hacı Bektaş i Veli’nin bu vefakar sevicileri bu turistik yerleride göre göre, geze geze, nihayet akşama doğru sağ salim evlerine gelmişler ve Hacı Bektaş i Veli’yi tavaf etmelerinin sevinci ve huzuru içindelerdi. O günü evlerine gelip istirahata çekilerek yorgunlukları giderildikten sonra ertesi günü, hafta’nın ilk günü olduğundan Yusuf ile Hatice sabah erkenden kalkarak kahvaltılarınıda yaptıktan sonra işe gitmek için manav a doğru yollanırlar. Yusuf ile hatice’nin hafta’da bir gün olarak işe gitmeleri yıllarca sürer. Kendi mahlesinde “emekli Yusuf, olarak tanınırken, manav’ın olduğu mahallede ise “esnaf Yusuf, olmuştu. Bu “esnaf Yusuf”luk da yusuf’un hoşuna geliyordu. Esnaf ve müşteriler arasında ise birbirlerine sevgi ve saygı bağları kuvvetli bir şekilde gelişmişti. Hacı Bektaş a gidilip de gelindikten sonra aradan epey zaman geçmişti ki “ertesi yıl, yine bir akşam bütün aile hep birlikte evdeyken Hatice hanım bu gün yarın denize gidelim mi diye ____________________________________________________________________________ Elif Kz’ın Kaderi. Sayfa: 22. ortaya bi laf atar. Hatice hanım’ın ağzından bu gün yarın denize gidelim mi lafını duyan çocukların eline de böyle güzel bir fırsat geçtiği için, babaları yusuf’un üzerinde hemen bir baskı uygularlar ve sonuç itibariyle o hafta içinde deniz e gitme kararı alırlar… ertesi günü yusuf’un oğlu Gültekin, turistik bir yer ve denize gitmek için milletin de akın ettiği bir kasaba olan Kızkalesi,nde güzel bir otel de iki oda lı bir yer ayırttırır. O hafta’nın Cuma gününe rastlayan günü sabah erkenden kalkarak Adana’dan Kızkalesi,ne doğru yola koyulmuşlardı. Fabrika’da işçilik (amele,lik) yaparak emekli olan emekçi Yusuf, şimdi ailesiyle birlikte turistik bir beldemizde üç günlüğüne de olsa felekten bir gün çalarak yaşamaya ve yaşatmaya çalışıyordu. Deniz kenarında ki kumluğun olduğu bölgede sırasıyla her otel’in kendine ait halkın oturup da dinleneceği yerler de vardı. Bir keresinde, kölgelik olarak kullanılan şemsiye,nin altında otururken biraz ileride kendi köylülerini görür – kendi köylülerini görüp de ilgisiz kalmak olurmu “diyerek, onların yanlarına varıp hoş geldin beş geldin safası bittikten sonra güzel güzel hoş sohbet ederek köylerini olsun, köylülerini olsun bir güzelce yad ederler. Daha sonraları köylüsü olan Hüseyin abisiyle birlikte gidip denize girerler. Diger, kendi köylülerinin de Akdeniz’in başka bir kıyılarında tatil yaptıklarını öğrenen Yusuf, Hüseyin abisiyle birlikte Akdeniz’de kulaç atarken, köylülerinin de Akdeniz’in başka bir yerlerinde kulaç attıklarını düşündüğünden olacak ki, ____________________________________________________________________________ Yusuf Aslan. Sayfa: 23. “Yusuf, Hüseyin abisine dönerek içinden geçenleri şöylece anlatmaya başlar. Ya Hüseyin abi görüyormusun, insan’ın aklına hiç gelirmiydi ki “ bizler, fethiye’li olarak kuru çay da bile çimmesini bilmezken, Allah’ın işine bak ki şimdi Akdeniz’de kulaç atıyoruz. Dediğinde, Yusuf’un bu manidar sözleri karşısında Hüseyin abisi gülerek, Yusuf’um, bizler işte o kuru çay da iyi kötü çimmesini öğrendikten sonra “bizleri yaratan o yüce Allah’da bizlere imkan verip taa buralara kadar gelmemizi bahşettiğinden olacak ki şimdi bizler buradayız. Ancak, nice çok insanlar var ki sadece buraların ismini duymakla yetiniyorlar. “Hee, birde benim senden bir ricam var? Biraz evvel kuru çayda çimmesini bilmezken Akdeniz de kulaç atar olmuşuz demiştin ya, işte bu söz ün üzerine güzelce bir şiir yazarsan hemi sevinirim hemi de çok memnun olurum dediğinde, Yusuf’da Hüseyin abisine, ya Hüseyin abi senin rican benim başım üzerine, ben bu konuda hemen bir şiir yazarım diyerek her ikisi de denizin ortasındaki Kızkalesi’ne doğru güle oynaya kulaç atarak Akdeniz de ilerleyip gitmişlerdi. Yusuf ve aile efratı üç gün deniz de kaldıktan sonra Kızkalesi,nden ayrılacakları için, Hüseyin abisi gil in gelmeyeceklerini bildiği halde ayıp olmasın diye usulen de olsa evlerine buyur etmiştir. Hüseyin abisi gil de “Yusuf a teşekkür ederek kalabalık olduklarını mazeret göstermişlerdir. Daha sonra her iki taraf da birbirleriyle helalleşerek ayrılırlar. Böylece bir deniz safası da sona erip tekrar ____________________________________________________________________________ Elif Kz’ın Kaderi. Sayfa: 24. Adana’ya doğru yola koyulmuşlardı. Yol da giderlerken Hüseyin abisiyle konuştuğu şiir Yusuf’un aklına gelince “hemen, cebinden kağıdı kalemi çıkararak yazmaya başlar. hatta daha Adana’ya varmadan şiirini yazıp bitirmişti bile. Hatice hanım,da gene şiir mi yazıyorsun dediğinde, “Yusuf a da, şiirini okuması için tam bir fırsat düşmüştü, hemi de bir şiir yazarı olarak bir güven içinde yazdığı şiirini okumaya başlamıştı.. GURBET ELE TAPAR OLMUŞUK. Şu avrupa çıktı çıkalı dostlar Köyden avrupaya akar olmuşuk Detli köyüm, içi yaralı dostlar Herhal gurbet ele tapar olmuşuk. Hakk yolunda gizli sırrı görmezken Eğriyi doğruyu ayırt etmezken Kuru çay da çimmesini bilmezken Akdeniz de kulaç atar olmuşuk. Yer yüzünü parsel parsel alsak da Karış karış her yerine konsak da Çuvalla paraya sahip olsak da Kültür ve sanat,tan sapar olmuşuk. Kul Yusuf der böyle olunmaz iflah Şeytan a uydukca çoğalır günah Eskiden insanlık çoğudu vallah O eski günleri arar olmuşuk. Şu insanlık ağır basardı vallah Şimdi o günleri arar olmuşuk. Şiir bittikten sonra, şiir’in Hatice hanım ile çocukları hatta torunları tarafından beğenildiğini o’nların ağzından duyunca “Yusuf’un da memnuniyeti ve sevinci yüzlerinden belli oluyordu. Nihayet uzun bir yolculuğun ardından akşama doğru sağ salim olarak evlerine gelmişlerdi. Deniz ve yol yorgunluğunun ardından aile bireylerinin de her biri bir divan’ın üzerine uzanarak dinlenmeye çalışıyorlardı. ____________________________________________________________________________ Yusuf Aslan. Sayfa: 25. Yusuf ile Hatice böyle bir yorgunluğun ardından ertesi günü, hafta’nın ilk günü olduğundan, Yine her zaman olduğu gibi prensiplerini hiç aksatmadan sabah ın daha ilk saatlerinde uykularından uyanarak kahvaltılarını da yaptıktan sonra “sanki, bir fabrika da işçilermiş gibi doğruca manava giderler. “Yine, her zaman olduğu gibi (Yusuf) yan taraftaki Aksaray’lı Ramazan’ın tekel bayii’in den sigara kartonlarının kesilmiş olan karton’un dan bir adet kağıt karton alır - gözlüğünü de gözüne taktıktan sonra “başta, domates’den başlıyarak bütün sebze ve meyveleri tek tek yazar. Yazım işlerinden sonra o yazı kartonun u Mustafa’ya verir, Mustafa’ya verir ki, Mustafa’da tek tek fiatlarını belirleye, fiatlar da belirlendikten sonra (Mustafa) elindeki o fiat listesini masanın üzerine bırakır ve daha sonra istirahat etmek için çekip evine gider. O işlerden sonra “Yusuf, Hz. Ali’nin duası olarak bildiği o bereket duasını okur – Yusuf, duasını okuduktan sonra (manav ın) günlük işlerine devam ederler. İki saat içinde o küçücük manavın içinden çöpe atılacak çuval çuval ıskarta çöp çıkar. Eger ki şöyle bir düşünecek olunursa, Çöpe atılan bu ıskarta malların hepisi para idi! “yani, Hatice hanım bir bakıma çöpe çöp değil de alın teri dökerek zoraki kazanılan para yı atıyordu. Yusuf a işittirmeden içinden içinden söylenerek, “ yok yav, bu Mustafa bu gidişle vallahi de billahi de adam olmaz, bu serseri oğlan eninde sonunda iflas bayrağını dikecek, iflas bayrağını dikecek hemi de ____________________________________________________________________________ Elif Kz’ın Kaderi. Sayfa: 26. eskisinden daha da rezil olacak, işte o zaman kızım ile torunum gene eskisi gibi perişan duruma düşecekler “diye, söylenip dururken! Orada, tanıdık olan esnaflar olsun hatta diger tanıdıklar olsun, manav a her gelenler – Mustafa’ nın zaman zaman manav a başkalarını bırakarak çekip gittiğini? Nerede ne işle meşgul olduğu belli olmayan Mustafa bir yanlışın içine girmişti, manav a da haddinden fazla sebze ve meyve getiriyordu, manav ın alacağı sebze ve meyve kapasitesinden fazla getirttirilen bu mallar hemen satılmadığı için çürümeye yüz tutuyordu, biri ikisi çürüdümü birbirine geçmek suretiyle ertesi gününe kadar tamamı çürüyordu. Böyle hesapsız ve sorumsuz bir gidişat da hemi manav ın hemi de Mustafa nın sonunu getireceğe benziyordu. Bu hesapsız gidişatın böyle olmaması için “Yusuf olsun, Hatice olsun, hatta Mustafa nın babası ve abisi olsun, onun ötesinde esnaflar olsun, Mustafa yı tanıyan konu komşu olsun, manav Emniyet Müdürlüğüne yakın olduğundan dolayı manav a gelip giden (tanıdık) bütün emniyet teşkilatı olsun, “yani, ağzında dili olan bütün herkes, (Mustafa ya ) bu kadar çok mal getirip de boş yere çürütme, bu gidişle iflas edersin (sonra) hemi sana hemi eşine hemi de çocuğuna yazık olur, aldığın bu kadar sebze ve meyvelerin çoğunun çürüyüp de çöpe gitmesi senin için hayra alamet değil, bu gidişat seni iflas a sürükler, sonuç itibariyle size yazık olur, “biz diyoruz ki, getireceğin sebze ve meyveleri, ____________________________________________________________________________ Yusuf Aslan. Sayfa: 27. satabileceğin kadar getir, “diyen diyeneydi. Amma, Mustafa hiç kimseyi aldırmadı, Nuh dedi de Peygamber demedi. “yani, kendine söylenen onca sözleri, onca nasihatları ne dinledi ne de aldırdı, onca söylenen sözler bir kulağından girip bir diger kulağından çıkıp gitmişti… “ayrıyeten, abes olan bir durum daha vardı ki, (o da) Yusuf ile Hatice her hafta kızlarının hatırına gidip manav da çalışırlar, her hafta manav a gittiklerinde manav ın ön tarafında ( kaldırıma) domates kasalarını atıp oturanlara “ Hakk ın, selamı nı verdiğinde , bütün herkesin Hakk ın selamını aldıkları şöyle dursun, o milletin içinde hazır bulunan “ dünürü Hüseyin Şahin, Yusuf un Hakk selamı nı almadığı gibi üstüne üstlük birde konuşmuyordu bile? Bu malum zat ın böyle saygısızca hal ve hareketi ( Yusuf u) çok mu çok üzdüğünü hatta kendi kendine durum muhakemesi yaparak “yahu, ben bunlara hangi kötülüğü yaptımda? Bu adam benim tanrı selamımı bile almıyor (deyip) onları, Allah a havale ediyordu. Akşam üzeri saat 4. Ya da 5. Gibi işlerini paydos edip ( yolda) yaya olarak evlerine gelirlerken, Hatice, Yusuf un kafasındaki birikmiş olan dumanını dağıtması için, “Yusuf a, Yusuf efendi, geçmişte yaşamış olduğun hatıralardan birini anlat da hemi senin şu kafayın içindeki dumanlar dağıla, hemi de ben senin geçmiş anılarından bir şeyler öğrenmiş olurum “diyerek, Yusuf u enaz, aşağı yukarı 40. Yıldan daha öteye götürmüş olurdu… Yusuf da aklına gelen çocukluk anılarından birini anlatmaya ____________________________________________________________________________ Elif Kz’ın Kaderi. Sayfa: 28. başlardı. Eşi ne, Hatice hanım, bu gün ki gibi hatırladığım kadarıyla yıllardan yılı 1965. yılıydı, Palancının yusuf un oğlu murtaza nın evinde Ali Efendi İlhan, Piri İlhan, Mehmet Kınay (Hokka Mehmet), ve Sami İlhan misafir olarak bulunmaktalardı, Ali Efendi, Piri, ve Mehmet amcalar Sami bey in akrabalarıydı, "ancak, o'nlar Sami beyin akrabalarıydı da palancı'nın oğlu Murtaza, Sami bey in akrabası değilmiydi ki "yani, tabiki o'da o'nun akrabasıydı, her halükarda bu kişilerin tamamı birbirlerinin akrabalarıydı. ancak, para kazanmak adına bu akrabaların takip ettikleri (uyguladıkları) bir ticaret yolu vardı, "neydi bu yol, (tabi ki) kayısı tüccarlığıydı. kaysıların alım ve satımı için zaman zaman belli bir noktada toplanmak suretiyle kendilerine göre bir yol, bir çizelge çizerlerdi. hep birlikte toplanıp,da karar alınacağı belli bir gün belirlendikten sonra toplanacakları o evde toplanırlardı ,"o günü,de, işte bu ev,de Murtaza nın evi ydi, ve o günü o ev,de toplanmış olan bu şahsiyetlerin toplandıkları mahal de oturup da geri kalkana kadar bayağı bir masarfları da oluyordu. Bu masraflardan yana hiç mi hiç para esirgemez harcarlardı. "yani, içecekleri olsun, yiyecekleri olsun fazlasıyla alınırdı, alınan tavuklar kesilip temizlenerek eskiden de han olan o kocaman evin avlusundaki ocaklıkta, sacın üzerinde pişirilerek oda'da ki misafirlere gönderilmek üzere ikinci kere saca etler atılırdı. evin küçük çocuğu olan ____________________________________________________________________________ Yusuf Aslan. Sayfa: 29. murtaza nın oğlu yusuf'da daha küçücüktü, ilk okul 3,ncü sınıftaydı ama o yaşta bile, babasını sevdiği saydığı kadar babası nın arkadaşlarını ve Sami beyi,de çok seviyor ve çok da saygı duyuyordu. yusuf, pişmiş tavuk etlerini tabak tabak içerdeki misafirlere götürdükçe, Sami bey de yusuf un bu maharetli halini beğenerek yusuf a, ula yegenim yusuf senin bize gösterdiğin bu hizmetlerinden dolayı benden ne istersen iste diyince, yusuf da, Sami amca ben, okul da yavrukurt elbisesi giymek istiyorum. okul da (öğretmen) yavru kurt elbisesi giymek isteyenlerden yavru kurt parası istiyor "diye, böyle diyince, Sami bey de bu yavru kurtlar kaç lira diye sorar, yusuf da, Sami amcasına, Sami amca yavru kurtlar herhalde 15. lira der. Sami bey de yusuf u konuşturmaktan hazlanarak ula yusuf um ister 15. lira olsun isterse 20. lira olsun, senden ne zaman para isterlerse sen o zaman bana gelip yavru kurt paranı alırsın (emi) deyince yusuf un içindeki olan (onca) korkuları gitmiş, kendine öz güven ve bir rahatlık gelmişti. aradan gün geçmiş zaman geçmişti ki, bir gün okul müdürü "Battal Tokmak" bey tarafından yavru kurt elbiselerinin parasını toplamak için öğrencilerden para getirmelerini istenmişti. yavru kurt parasını getirecek çocuklarda, tenefüs olur olmaz, koşarak evlerine gitmişlerdi, ancak yusuf evlerine gitmemişti, "niye gitmemişti, çünkü Sami bey babası murtaza yı kaysı alması için bicire timur ağa'nın yanına yollamıştı. Bu durumu bilen yusuf un da aklına Sami beyin yavru kurt için verdiği sözü gelmiş ve yusuf kendi evlerinin yerine koşarak Sami bey gile gitmişti. ____________________________________________________________________________ Elif Kz’ın Kaderi. Sayfa: 30. Sami bey gilin konağına varan yusuf - çocukluğunda kendine verdiği bir şevk ile o hızınan merdivenleri ikişer üçer adım atarak hemen üst kata çıkmıştı. Yusuf, üst kata çıktığında hemen karşısında Sami beyin hanımı Hatça bibisi'yle (Hatice halası'yle) ve kızı lütfüye ablası'yle karlılaşır, yusuf u tanıyan hatça bibisi'yle lütfüye ablası hoş geldin yusuf, hoş geldin de sen bu saat'te okul da olmuyacakmıydın, hayırdır ne için geldin buraya dediklerinde? nefes nefese kalan yusuf da hatça bibisi'yle lütfüye ablası'na, ben Sami amcam ın yanına geldim, eğer ki evdeyse onu görmek istiyorum "dediğinde, onlar da Sami bey aha şu oda da yatıyor "dediler, Sami amcası nın o oda da yattığını öğrenen yusuf, çocuksu aklıyla Sami beyin yattığı odasına dalar, "o gürültüye, uyanan Sami bey karşısında yusuf u görünce, Ooo yusuf senmiydin, sen hoş gelesin deyip yavru kurt parasını bile unutmuş olan Sami bey - hayırdır bir şeymi diyeceksin yoğusam bicirden baban mı geldi "diye sorduğunda, Yusuf da "yok, babam daha gelmedin de okulda yavru kurt elbisesi için para topluylar deyip devam ederek, öğretmenlerinin, yavru kurt giyecek öğrencilerden 17. lira 50. kuruş para istediğini ancak babası nın evde olmadığından ve birde kendisinin (Sami bey in) önceden söz verdiği için senin yanına geldim dediğinde, uykusundan uyanmış olan Sami bey cebine bile bakmadan hatça lütfüye "diye seslenerek, hey millet yanıma gelin hele dediğinde onlar da hemen Sami beyin yanına gelmişlerdi, Sami bey de hele yanınızda ne kadar paranız varsa bir araya toplayın bakalım diyerek, o'nlar da olabilecek ____________________________________________________________________________ Yusuf Aslan. Sayfa: 31. paraları toplamıştı. o'nların da getirdiği paranın tamamının 15. lira olduğunu her ne kadar yusuf 17. lira 50. kuruş demişse de eline geçen 15. liraya sevinip gerisin geriye koşarak ilk okula gitmişti o parayı okul müdürüne vererek azda olsa rahatlamıştı, ilk okul da ilk izci elbisesi o yıl icat olmuştu, yusuf da o yıl ilk yavru kurt (izci elbisesi) giyenler arasındaydı. Aradan yıllar geçtikten sonra bir seçim zamanı o seçime "Türkiye Birlik Partisi'nden Malatya millet vekili adayı olarak katılmıştı. Sami bey seçimi kazanarak "Türkiye Birlik Partisi'nden Malatya Millet vekili olarak meclise girmeyi hak kazanmıştı. T.B.M.M.de görevini hakıyla sürdüren Sami bey çok geçmeden bir kalp krizi ne yenik düşerek Hakk a yürümüştür. Sami bey in hakk a yürümesi, sevenlerini üzdüğü gibi Fethiyeli'leri de üzmüş gözlerini de yaşlı bırakmıştır. Sami bey in vefatına halkın üzüntüsünün yanı sıra gök yüzü bile bu hazin durumdan kara bulutlarını yer yüzüne indirerek yer gök bile birbirine karışmıştı. ve bu acı ya insan oğlu yla yer ve gök birlikte ortak olmuşlardı. “Yusuf, anlatıkca anlatır, hiç de biteceğe benzemeyen bir uzun anı nın içinde o uzunca yolu ne çabuk bitirdiklerinin farkına bile varmamışlardı.. Nihayet, kapılarının önüne geldiklerinde o uzun boylu ve tatlı tatlı anı nın da sonunu getirmişti. Hatice hanım, Yusuf un uzun boylu anısından sıkılsa da, gene de halinden memnundu. Eger ki, Yusuf kendi anılarından birini anlatmasaydı? Kendisinin insanlık yapıp da selamını bile almayan o saygısızlar için ağzına gelecek bütün (gün yüzü görmemiş) laflaları sıralayacaktı! ____________________________________________________________________________ Elif Kz’ın Kaderi. Sayfa: 32. İşte bu sebepten dolayı Hatice hanım hemi halinden hemi de hayatından memnundu… kapılarının önüne geldiklerinde saygıdan olacak ki “Hatice hanım, Yusuf’dan önce dış kapıyı açarak “buyur geç herifim (deyip ) önceliği eşine verir, Hatice hanım da eşinin arkasından, her ikisi de peş peşe evlerine girerler. Evlerine girdikten sonra manav da çalışmalarından dolayı yorgun bedenlerini biri bir divan ın üzerine, bir digeri de başka bir divan ın üzerine atarlar. Bir müddet öyle uzanık vaziyette kaldıktan sonra ancak kendilerine gelirler. Arada birde, Yusuf düşünceli bir şekilde başını sağa solsa çevirerek kendi kendine söylenirdi. “Yahu Biz, kızımızın hatırı için her hafta, karı koca manav a gidip çalışıyoruz. ( amma) aklımı da kurcalayan hatta kemiren bir soru var – biz, o kadar insanlık yaptığımız halde selamı mı bile almayan bu vicdansız ve nankörler ( ileride) bizlerin kıymetini bileceklermi sanki, vallahi de bilmezler billahi de bilmezler “diye, söylenen Yusuf un son sözlerini duyan Hatice hanım, (hayırdır) gene kendi kendine konuşmayamı başladın dediğinde “Yusuf da eşine, hiç hanım hiç, geçmişin hesaplarını yapıp –şu yerinden oynamış olan taşları da yerine koymaya çalışıyorum, (amma) taşlar öyle bir oynamış ki yerinden, hiç sabit bir vaziyette yerinde durmuyor. İnşallah, bu gidişatın sonu hayır olur diye yanıtlıyordu? Hatice hanım da, iyi olur iyi olur, sen o kadar da merak etme, hemi de fazlaca derinlere de girme, de hadi gel de şu yemeğimizi yiyelim “deyip, Yusuf u sofraya çağırıyordu. ____________________________________________________________________________ Yusuf Aslan. Sayfa: 33. “Edüyle büdü hesabı, Yusuf ile Hatice birlikte yemeklerini yerken içerdeki telefon peş peşe çalmaya başlamıştı. Telefon çaldıkca, Yusuf hatice’nin gözüne, hatice’de yusuf’un gözüne bakmaya başlamıştı. Biri gözler ki digeri kalka, bir digeri de gözler ki o biri kalka. Telefon, susmayıp da habre çaldıkca, bu sese daha fazla dayanamayan Yusuf, daha edemeyip kalkar. Telefonu kulağına dayayıp da alo dediğinde ( karşısında ki) bacanağı olan Çörmali Hüseyin vardı. Her ikisi de birbiriyle bir müddet hoş beş sohbet ettikten sonra, Hüseyin, Yusuf a (bacanak) sizin haberiniz var mı? biz Hasan ı everiyoruz! Filanca tarihte de dügünümüz var - hepiniz de buyurup gelirseniz memnun oluruz. (diye) oğlunun dügününe davet ediyordu. Yusuf da, hay hay başım üzerine bacanak, “o ne demek, tabi ki hep birlikte oraya (dügüne) geliriz “deyip – daha sonra da kendi eşi ne telefon u vererek Hatice hanım da hemi eniştesiyle hemi de kız kardeşiyle, o’da sohbet edip dügün tarihini de öğrendikten sonra birbirlerine esenlikler dileyerek telefonu kapatırlar. Hatice hanım, Yusuf un yüzüne bakarak “duydunmu, Yusuf efendi duydunmu. Bacım gil bizi, oğullarının dügününe davet ediyorlar, gelecek ay ın şu tarihinde dügünleri varmış. Biz dügüne gitmeden önce bir kuyumcuya gidek de on tane çeyrek altın alalım, hemi de o alacağımız altınları bir kırmızı kurdeleye sırasıyle dizdirelim “dediğinde, Yusuf da, Hatice ye (hanım) on tane çeyrek altın alacağımıza bir tane hediyelik bilezik alalım, ____________________________________________________________________________ Elif Kz’ın Kaderi. Sayfa: 34. olmaz mı yani “diye, cevaplayınca! Hediyelik bileziği duyan Hatice hanım ın yüzü eşkiyerek, olmaz herif olmaz. Ben buradan taa Malatya’ya bacım gil in dügününe gidecem de - bir tane (kötü mötü) hediyelik bilezik takacam (ele mi) hele bak Allah ın işine ki? Adam, kendi bacısının kızına on tane kırmızı kırmızı çeyrek altın takacak, sıra benim bacım ın oğluna gelince hediyelik ( kötü mötü) bilezik ha. Olmaz Yusuf bey olmaz. Sen bacıyın kızına on tane çeyrek altın taktın ise, benim bacımın oğluna da on tane çeyrek altın takacaksın “deyip son nokta yı koymuştu… Hatice hanım ın bu çıkışına Yusuf ağzını açıp da hiç bir şey söylemez hatta olumlu karşılar, Çünkü o’nlar da, kendi oğullarının dügünlerine gelmiş hemi onurlandırmışlar hemi de dügünlerini şenlerdirmişlerdi. Eee, Yusuf da ham birisi değildi “yani, On tane çeyrek altın değil, yirmi tane çeyrek altın bile deseler alıp Malatya’ya gidecekti, hatta o dügünün şenliğinde kendiside şenlenip oynayıp gülecekti. İşte bu düşünceyi aklından geçirdikten sonra eşi Hatice hanım a dönerek - sevgili Hatice hanım, bir anda sinirlenip de yanar dağlardaki ateş saçan lavlar gibi hemen püskürüp sağını solunu, önüne geleni , her şeyi, ama her şeyi yakma. Madem ki sen (bana) on tane çeyrek altın alacaksın diyorsun, o zaman bende gider on tane çeyrek altını alırım. hatta kırmızı bir ip şeride de tek tek dizdiririm, yeter ki sen celallenme “deyip, Hatice hanım ı biraz olsun rahatlatmıştı. Yusuf, ertesi günü kuyumcu Atilla’ya giderek on tane çeyrek altını alır. ____________________________________________________________________________ Yusuf Aslan. Sayfa: 35. O çeyrek altınları da dünkü dediği gibi kırmızı bir ipe sırasıyle dizdirdikten ve bir kutuya da güzelce istif ettirdikten sonra koyun cebine de koyarak doğruca evi ne yollanır. Tabi, bu arada öğlen vakti de olmuştu. Her zaman olduğu gibi, Hatice hanım öğlen yemeğini hazırlamış olup eşi Yusuf u beklemekteydi ki. Eşi geldiğinde birlikte oturup da yemeklerini yiyeler. Nihayet, Yusuf eve gelip de eşi Hatice hanım ın hazırlamış olduğu yemekleri birlikte yedikten sonra, eli ni yan cebine sokarak almış olduğu ve kırmızı bir ipe de sıra sıra dizdirdiği çil çil altınlarını çıkarır. Yusuf, yan cebinden o çil çil altınları çıkarırken, Hatice hanım ın da gözleri (o çıkan) çil çil altınlara ilişir. Sonuç itibariyle, altınları gören Hatice hanım ın (önceki) o asık suratı gitmiş, yerine güller açan gülücükler saçan bambaşka güzel bir surat gelmişti. Yusuf, elindeki altınları Hatice hanım a doğru uzatarak, buyur möhür gözlüm buyur – işte altınlar, şu altınları al da bir yerlere sakla “hiç, on tane çeyrek altın için, ben senin yüzünü eşkitirmiyim, hemi senin yüzünü ekşitmem ve hemi de bacanağım Hüseyin olsun, baldızım zekine olsun, o güzel insanları bir hiç yerine koyarmıyım. Hatta o insanlar - vefakar mı vefakar insanlar “diyerek, Hatice hanım ın gönlünü feth etmeyi başarmıştı. Elinde ki çeyrek altınları uzatarak, şunları al da bir yere sakla ki dügüne gideceğimiz zaman alıp da gidek, alıp giderik de, hemi de dügünümüzü şen şakrak olarak yaparız, eşimizi dostumuzu da görürüz “deyip , elindeki altınları Hatice hanım a verir. ____________________________________________________________________________ Elif Kz’ın Kaderi. Sayfa: 36. “ Hele bak şu Yusuf da ki şansa ki, Hatice hanım da çeyrek altınları eline aldıktan sonra tek tek saymaya başlar - çeyreklerin on tane çeyrek olduğunu öğrendikten sonra bir keyf ile yerinden kalkarak bir başka oda ya gidip (götürüp) saklar. “sayılı günün ömrü az olur, “derler ya, dügün tarihi nin günü de işte öyle çar çabuk gelmişti. Nitekim, dügünden üç gün önce “Yusuf, Hatice, kızları elif, ve torunu Doğukan ile hep birlikte tren e binip güle oynaya Malatya’ya doğru yola çıkarlar. ( Öte taraftan) Yusuf un oğlu Gültekin ile gelini de otobüs e binerek Malatya’ya hareket ederler. Gültekin gil (aynı zaman da) evlenecek gelin ile damadın sağdıçlarıydı. Yusuf gil in haricinde, Adana dan (damadın) teyzesi, dayıları ve diger akrabaları olmak üzre, takriben yirmi kişi kadar millet, dügün için Malatya’ya gitmişlerdi. Şu zaman ın usulüne göre, dügünler de (sanki) Türk parası az gelirmiş gibi, onun ötesinde birde ABD. Doları sepip saçarlardı? Yusuf da, bu gereksiz ve fuzulü düşünceye kapılarak bir miktar dolar alıp – dügün de halay çekenlere dolar atıyordu. Öte taraftan, sağdıç olan oğlu da, dügün de halay çekenlere habre para saçıyordu. Eee, nede olsa damat la sağdıç, birbirleriyle kuzen di (teyze oğulları) hemi Yusuf hemi de sağdıç olan oğlu “yani, bunlar para saçmasınlar da “eller (yabancılar) mı para saçsınlar? “hiç olacak şey mi yani. Sonuç itibariyle, bir müddet sonra gelin ile damat a takılar takılmaya başlanmıştı. Onun ötesinde, kim ney takıyorsa, takıları takanların isimleri de bir bir anons ediliyordu.. ____________________________________________________________________________ Yusuf Aslan. Sayfa: 37. damat ın teyzesi Hatice hanım ile eşi yusuf’dan on tane çeyrek altın, damat ın sağdıcı ve teyzesi oğlu Gültekin den bir adet bilezik, damat ın teyzesi kızı Elif ten bir adet çeyrek altın “diye, anons edildikten sonra diger takı takanların da isimlerini anons ediyorlardı. “Dügün salonunda , Hüseyin ile zekine bütün herkesin dügününe giderlerdi, (çağırılan) hiç bir dügünden geri kalmazlardı, Hüseyin ile zekine nin, ellere (dügünlerde) taktıkları altınların yarısını, “eger ki bu dügün de takarlarsa “var ya” kilolarınan altınları olur “diyen diyeneydi. Eee, “Allah var” dügün salonu da tıklım tıklım, ağzına kadar doluydu. Eger ki, elin söyledikleri gibi takılar takılırsa? “var ya, Bu kalabalığa göre bir kilo değil de, belki de beş kilo altınları olur “diye, düşünen Yusuf, (berber misali) kendi kendine de saçın ak mı kara mı, önüne dökülürse görürsün “diye de düşünüyordu. Hatta, dügünden sonra eve gittimizde takılan takıların bir kilo mu, (yoksam) daha fazlamı olacak? İşte o zaman görecez “diyordu. Nihayet , dügün sona erip – millet dağılmıştı. Yusuf gil de dügün sahibi olan bacanağı Hüseyin gil ile hep birlikte, Hüseyin gil in (o’nların) evlerine giderler. “yine, bir keyf ile hep birlikte evin büyük salonunda toplanıp - dügün de takılan takıları çanta dan çıkararak bir bir saymaya başlarlar, takıları bir bir sayarlar ama “bakarlar ki, dügün salonunda ki kalabalığa göre (hiç de) o kadar düşündükleri gibi altın birikmemişti. (kendilerinin) şimdiye kadar davet edilip de gittikleri dügünlerde taktıkları ____________________________________________________________________________ Elif Kz’ın Kaderi. Sayfa: 38. altınların yarısını bile takmamışlardı. Altın sayımı bitmiş, terar küçük bir torbaya konularak, kendilerinin emin oldukları bir yere koymuşlardı. Ama, yüzlerinden düşen bit de bin parça oluyordu. Üzülmeye başlamışlardı, hatta hadinden fazla üzgünlerdi. Kendi kendilerine konuşarak, bir daha hiçbir dügüne gitmiyecez , eger ki gitsek de takı yerine bir çöp bile takmıyacaz “deyip - kendi kendilerine teselli veriyorlardı. Ama, bir kere olanlar olmuştu. Dügün töreni her ne kadar kalabalık olsa da, takılan takılar gün gibi aşikar ve göz önündeydi. Artık, kendi kendilerine teselli vermekten başka hiç bir çareleri de yokturdu. Dügün Evin in içi bi hayli kalabalıktı. Dügün merasimi dağıldıktan sonra, Adana’dan gelen bütün misafirler de dügün sahibinin evindelerdi. O kalabalığın içinden birileri saatine baktığında, zaman ın hayli ilerlediğini gece yarısının saat 03, ü olduğunu söylediğinde, misafirlerden de üçü, beşi, çocuklar da yatıp uyumuşlar, “de haydin, artık bizlerin de yatacağı yerleri hazırlayında, bizler de yatıp uyuyalım “dediklerinde, ev sahibesi ve o’nlara yardım eden misafir akrabalar yorgan ı döşeği getirip sermişlerdi. Daha sonra herkes birbirine hayırlı geceler dileyerek yatacakları oda lara çekilirler. “yine, her zaman ki gibi Yusuf, sabah ın erken saatinde uyanmıştı. Yattığı yatağın içinde, bir müddet sağa sola döndükten sonra daha fazla yatamayıp – yatağından kalkmıştı. Eli ni yüzünü yıkarken, bile bile gürültü etti ki, diger yatanlar da uyanıp kalkalar. Ama, baktı ki ettiği ____________________________________________________________________________ Yusuf Aslan. Sayfa: 39. gürültüyü ne duyan var, ne işiten var ne de yatağından kalkan var. Daha edemedi, gidip televizyon u açıp – koltuğun üzerine de (geçip) oturarak bir çizgi filmi seyretmeye başlamıştı. Bir iki saat kadar çizgi film seyrettikten sonra, baktı ki gene kalkan yoktur. “Daha edemedi, kendisi de koltuğun üzerine uzanarak tekrar uyumaya çalıştı. Gözleri aldı alacaktı ki, diger odalar da yatan misafirlerden kalkanlar olmuştu. Yatağından kalkan misafirler “Yusuf a seslenerek, ula Yusuf: azıcık bırakmadın ki rahat bi uyku uyuyak. Sabah ın erken saatin de kalkıp - bir gürültü bir patırtıyla eli ni yüzünü yıkadın. “sanki, ettiğin gürültü az imiş gibi birde gidip televizyon u açtın. Senin, bu gürültü ve patırtına (biz) bir gün bile dayanamaz olduk. Ya, o fıkara Hatice, bunca yıldır (senin) gürültüne / patırtına nasıl dayanıyor – o’nun da, Allah yardımcısı olsun “dediklerinde, konuşulanları duyan Hatice hanım laf a girerek, siz o’nu bana sorun? bana sorun? Siz biliyormusunuz? Ben o’nun kahrını ne zor şartlar altında çekiyorum “dediğinde, Yusuf da, bu ithamlara daha fazla dayanamayarak, bakın sevgili hısımlarım, sevgili akrabalarım ve de hemi kayınlarım “ hatta, eşim Hatice hanım, bir kere şunu hiç unutmayın ki? Erken kalkan erken yol alırmış – erken kalkanın rızkını, Allah bol bol verirmiş ve hemi de erken kalkanın sağlığı sıhhati yerinde olurmuş. Bu konuda boşuna bana yüklenmeyin. Hatta, benim sizlere bir tavsiyem var? Umarım ki bu tavsiyeme uyarsınız “dediğinde, ____________________________________________________________________________ Elif Kz’ın Kaderi. Sayfa: 40. bacanağı Hüseyin de (gülerek) millete dönüp – bacanağım nasıl bir tavsiyede bulunursa, mutlaka o’nun tavsiyesine uyun “diyordu, Hüseyin - bacanağı Yusuf a da dönerek, bacanak, şu altın öğüdünü mü, altın tavsiyeni mi hele bir söyle de halehazır da bulunan herkes duysun “diyordu. Yusuf da bir edayla akrabalarına seslenerek, sevgili akrabalarım, benim birinci öğüdüm “var ya, sabah ın erken saatin de kalkın, fazla uzun boylu yatıp da ne uyuşuk ne de hantal olmayın ki zinde olasınız. İkinci öğüdüm ise, erken kalkınca en az on dakika spor yapın, daha sonra ac karnına mutlak suret de bir adet elma yiyin, ac karnına bir elma yiyin ki yüzünüze bir güzellik gele ve bizleri yaratan o yüce Allah’ın hayrına, yüzünüze Hz. Ali’nin nur u yansıya. Şimdi, benim sizlere ne dediğimi, inşallah hepiniz de anlamıştırsınız “dediğinde, oradakilerin tamamı da “ey – Yusuf ey, tamam anladık işte, gayrı bundan sonra ( hep ) senin dediğin gibi yaparız “diyen diyeneydi, bu hoş sohbetten sonra büyüklü küçüklü bütün millet, hazırlanmış olan sofra nın etrafına çöreklenirler. Fırından, yeni çıkmış olan sıcacık ekmeği de eline alan Yusuf, işte bu ekmek var ya, (sevgili akrabalarım) işte bu mis gibi buram buram kokan bu güzel ekmek, Malatya’lı ların yüz akıdır. Niye bunu böyle söylüyorum “biliyormusunuz? İşte, bu kadar iştah açıcı güzel bir ekmeği (ancak ki) Malatya da, Malatya’lı lar pişirebilir “diye, oradaki millete nutuk çekerken, yanında oturan Hatice hanım da “şu herifin bardağına çayını koyunda ____________________________________________________________________________ Yusuf Aslan. Sayfa: 41. bu tarafa verin hele, herhal aclıktan olacak ki, adamın diline vurdu “dediğinde, Yusuf da Hatice hanım a, teşekkür ederim sevgili can parem, beni senden başka, aha burada anlayan hiç mi hiç kimse yoktur “deyip - elindeki o kocaman ekmeği bölüp de ağzına sokarak iki sokumluk etmişti bile. Herkes kahvaltısını edip – sofra kalktıktan sonra, oradaki millete de öyle bir telaş düşmüştü ki herkes bir aceleyle, bir telaşla üstlerini başlarını değiştiriyor - saçlarını başlarını tarıyorlardı. Kimileri de, de hadin çabuk olalım, şimdi birazdan köye gidecek münübüsler kalkar “diyorlardı. O kadar milletin kimisi, kaynanası gile yukarı tenci ye, kimisi de “yine, kaynanası gile, çörma ye gideceklerdi. Artık, evden dışarıya çıkmışlar, o köylere gidecek olan münübüs duraklarına doğru yürüyüp gitmişlerdi. Yusuf ile Hatice de çocuklarıyla birlikte, Paşaköşkün de oturan annesiyle kız kardeşi gile doğru yollanırlar. Malatya nın içinde bir yerden başka bir yere gideceğin zaman? ne münübüslere ne belediye otobüslerine ne de herhangi bir taksiye binmeyeceksiniz? Bu saydığım vasıtalara neden binmeyeceksiniz, ona da bir açıklık getirmek gerekirse, Malatya da bir yerden başka bir yere gideceğin zaman hiç de yorulmadan gidebilirsiniz. (Onun ötesinde) Malatya, güzel mi güzel şirin mi şirin bir ilimiz, bu güzel ve şirin ilimizi yaya olarak geze geze bütün güzelliklerini görmezsen ( ben) de Malatya ya gittim, ya da Malatya yı gördüm demiyeceksiniz. Onun ötesinde, dünyaca meşhur olan Malatya nın ____________________________________________________________________________ Elif Kz’ın Kaderi. Sayfa: 42. kaysısından karnın doyasıya yemezsen, başka yerde yediğin o kaysılar için ( ben) organik kaysı yedim, şöyle şirin di böyle şirin di demiyeceksin. Kaysının hası da, organiği de Malatya da kaysının şire pazarı da Malatya da “diye, düşüne düşüne yol alan Yusuf ile aile efratı, annesi gilin evinin önüne kadar gelmişlerdi… Yusuf, evin ziline basarken Hatice hanım da üff amaan, Malatya ya gelmek bi rezillik, Malatya da da bir evden başka bir eve gitmek daha bi rezillik “diye, mırıldanarak ilenip duruyordu ki tam o sırada Zil in sesini duyan Evdekiler de kapı otomatiğine basarak kapıyı açmışlardı. Yusuf ile hatice merdivenleri çıkarlarken soluk soluğa kalmışlar dı, hatta bazı yerde de mola vere vere, kan ter için de ancak on dakika da annesi gil in oturduğu kat a varmışlardı. Merdivenlerden yukarıya doğru çıkarlarken, Yusuf ile hatice nin soluk soluğa kaldıkları uff puff gibi iniltili sesleri yankılandıkca, Yusuf un annesi de kulak misafiri olup / kulağına kadar gelen sesleri duydukca, oy.. ananız öle yavrularım, ananız öle. Şu merete kalaçça merdinenin dik olduğundan dolayı, çocuklarım nefes nefes e kaldılar “dediğinde, Elif ile Doğukan da (taa) yukarıya (eve) varmışlardı. O’nlar babaannelerinin eli ni öperek hasret giderirken, babaanneleri de o’nları koklaya koklaya öpüp hasret gideriyordu. Nihayet, Yusuf ile hatice de (soluk soluğa) o’nların yanlarına varmışlardı. O’nlar da anneleri nin elini öpüp hasret giderirken anneleri de o’nları öpüp hasret giderdikten sonra hep birlikte içeriye girerler – ____________________________________________________________________________ Yusuf Aslan. Sayfa: 43. içeriye girerler ama, üzerlerinde hemi yol yorgunlu hemi de dünkü dügünün yorgunluğundan olacak ki her bir i bir divan ın üzerine uzanarak yorgunluklarını atmaya çalışıyorlardı. Yusuf un annesi de, ben şu banyoyu hazırlayam da “diyerek, kalkıp banyo ya doğru gider, nihayet, 5. 10. Dakika sonra geri gelerek gelini hatice ye hatice, önce Elif ile Doğukan banyolarını yapsın da, o’nlardan sonra da Yusuf ile sen banyonuzu yapın, insan dügün telaşında oldumu? Ne rahat eder ne de banyosunu yapar “dediği sırada, Elif de Doğukan ı götürmüş banyosunu yaptırıyordu. Sonuç itibariyle, hepisi de banyolarını yapmışlar çaylarını demlemişler hep birlikte çay safası yapıp hoş sohbetlerini ederlerken arada birde hemi dügünden hemi de takılan takılardan laf ediyorlardı. Hatice hanım lafı eline alarak, bacım zekine gil çağırılan bütün dügünlere giderlerdi? Her gittikleri dügünde de ( iyi kötü) takılarını takarlardı? Ancak, kendi dügünleri her ne kadar da kalabalık olsa da ordaki takılan takılar o’nların umdukları gibi olmadı. 30. Tane mi, 35. Tane mi çeyrek altınları olmuştu, zaten o çeyreklerin 11. Tanesi ni Elif ile biz taktık, ona göre hesap et. Zekine gil in o kadar insaniyetliklerine rağmen? o’nlara çok çok yazık oldu “deyip de, kendi kendine hayıflanan hatice ye kaynanası Yeter de katılarak, vallah a da billah a da çok yazık olmuş!.. ben de biliyorum ki Zekine ile Hüseyin hiçbir dügünden geriye kalmazlardı “deyip - ardından da amaan hatice buna da şükürler olsun. ____________________________________________________________________________ Elif Kz’ın Kaderi. Sayfa: 44. Kavga döğüş olmadan “adamlar dügünlerini yapıp gelinlerini de alıp sağ salim evlerine gitmişler ya? Bundan daha iyisi, bundan daha hayırlısı varmı ki; Allah korusun, dügünde kavga döğüş olsaydı da adamların dügünleri mars olsaydı? daha mı iyi olurdu; buna da şükürler olsun kızım, buna da şükürler olsun “diyerek, gelini hatice ye nasihat ediyordu. Yusuf, çay faslından ve sohbetinden sonra divana uzanarak bir müddet uyumuştu, bir ara uykusundan uyanıp da saati ne baktığında “Ooo, akşam olmuş yav “dedikten sonra, kalkıp lavaboya giderek eli ni yüzünü yıkayıp daha sonra da iş ten gelen kız kardeşi Fatma’yla da hoş sohbet edip hasret gidermeye başlamışlardı, anaları Yeter hanım, içeride oturan çocuklarına seslenerek, Yusuf, Hatice, Elif, Fatma, Doğukan, hadi gelin de “soğumadan, yemeğinizi yeyin “diye çağırıyordu, annelerinin sesini duyan Fatma, anam bizi yemeğe çağırıyor “hadin, gidelim de yemeğimizi yiyelim, yemekten sonra da kernek parkı na gidip çayımızı orada içeriz “diyerek, hep birlikte mutfağa yemeklerini yemeye giderler. Yeter hanım, pişmiş olan kocaman tavuğu bir tepsinin içine koymuş, tepsinin etrafına da tabak tabak bulgur pilavı nı dizmiş ti “Eee, bu güzelim mis gibi kokan ve iştah açıcı yemeğin yanında da bir kayık tabağın için de bolca çoban salatası vardı. Hep birlikte oturup yemeklerini yemeye başladıklarında? Yeter hanım, tepsinin içindeki tavuğu parçalayıp herkese eşit pay ettikten sonra, oradaki milleti laf a tutarak kendi önünde ki ____________________________________________________________________________ Yusuf Aslan. Sayfa: 45. tavuğun etlerinden gizliden gizliye, oğlu Yusuf un tabağına koyuyordu. Bir kaç kere böyle yapınca gelini hatice hanım da o durumun farkına varıp kaynanasının yüzüne doğru bakarak “Yav ana, bu herif her ne kadar senin oğlun ise bizler de senin evlatınız. “yani, (af buyur) bizler senin eşeğin değiliz ya! Niye böyle adam kayırıyorsun? Etin hepisini oğluyun önüne koyacağına, bir iki parça da bizlerin tabağına koysan iyi olmaz mı diye sitem ettiğinde, Yeter hanım da gelini hatice hanım ın bu itham edici sözlerini kabullenmeyip birde üstüne üstlük “gülerek” gız yok anam yok, Yusuf un tabağına “sizin dediğiniz gibi” o kadar çok et koymadım. Bana inanmıyorsanız? Aha, Yusuf un tabağına bakın “dediğinde, o’nlar da hep birlikte Yusuf un tabağına bakıyorlardı. Sonuç itibariyle, Yusuf un tabağında da herkesin tabağında olan etler kadar et vardı… Yusuf un tabağında ki etlerin kendi etleri kadar et olduğuna herkes kadar o’da, şahit olan hatice hanım, o kadar ete n’oldu diye de şaşırmıştı. “Birde, dönüp Yusuf a baktığında “Yusuf da, ağzındakini evirip çevirip yutmaya çalışıyordu? Hatice hanım “tekrar kaynanasına dönerek, (gizli gizli) oğluyun tabağına koyduğun etler “aha ağzında, adam zoraki yutmaya çalışıyor “diye, çıkışınca, Fatma da yengesine gız yenge yenge, abim var ya anam ın bir tanesi, bir tanesi , (sen) her ne kadar ne söylersen söyle, anam var ya, kendi bildiğini okur. O’nun için, sen o tatlı canını boşuna üzme “dediğinde, ____________________________________________________________________________ Elif Kz’ın Kaderi. Sayfa: 46. Yusuf da ellerini semaya açarak çok şükürler olsun “ya Rabbim, sana “diyerek, sofradan kalkıyordu. Fatma, abisi nin sofradan erken kalktığını gördüğünde, abisi ne, (abi) sen ne tez doydun da sofradan kalkıyorsun “diye sorunca, Yusuf da, sizler anam ile münakaşa ederken, ben de yemeğime dalıp – yeyip bitirdim. Eee, ben de yemeğimi yediğime göre (gayrı) sofradan da kalkmam lazım “diye düşünüyorum… “deyip, sofradan kalktıktan sonra ellerini yıkamak için lavaboya doğru gider. Yusuf, ellerini yıkayıp lavabodan çıkana kadar – yemeklerini yiyenler de yemeklerini yemişler sofrayı da kaldırmışlardı. Akşam saat 7. Sularında ailece hep birlikte kernek parkı na doğru yollanmışlardı. Kernek parkın da ise (çayları) hep odun ateşi korun da demlerlerdi. Ateşin korunda demlenen çayları da içenlerin ağızlarına bir başka tat veriyordu. Eee, ateş in koru üzerinde demlenen çayların tadı da bir başka oluyordu. Yusuf un aile efratı “yol da” güle oynaya sohbet ede ede kernek parkı na varmışlardı. “ Kernek parkı” da Malatya’nın en ünlü, en meşhur “hatta, Türküler de bile nakış nakış işlenmiş olan en güzide yerlerinden bir yerdi. Kernek parkından içeriye girdiklerinde (orada) karson olarak çalışan gençler (o’nları) güler yüzle karşılayayıp yer gösterdiklerinde, Yusuf da, karsonlara ortada ki havuzun en sonunda ki iki katlı gibi gözüken o yüksek yeri işaret ederek – oraya doğru yönelmişlerdi. O iki katlı gibi gözüken yüksek yere çıkarak havuza nazır olan ortada ki masanın ____________________________________________________________________________ Yusuf Aslan. Sayfa: 46. etrafına hep birlikte oturup sağa sola göz atarlarken, hemen yan taraflarında “sanatçı sahnesinin olduğunu” hatta, bir sanatçı da “kernek” türküsünü söyleyerek, oradaki hazır bulunan misafirlerin daha iyi daha şen şakrak zaman geçirmelerini sağlıyorlardı. Yusuf, kernek parkı nın vermiş olduğu o muhteşem atmosferinden olacak ki yüzünde, gözünde gülücüklerle mutluluk belirtileri oluşmaya başlamıştı. Yanında bulunan aile fertlerinin de yüzlerinden mutlulukları okunuyordu. Masa ya geçip yerlerine otuduklarından bir kaç dakika sonra, o bölüme bakan karson (masa ya) gelerek ne yeyip ne içecekleri için, arz ve isteklerini sorduğunda, Yusuf un kız kardeşi Fatma hanım da “on kişilik, bir demlik çay getirmelerini rica etmişti. Bir demlik çay gelip - Yusuf gil de çaylarını yudumlarken bir yandan da sahnede ki sanatçı nın söylediği Arguvan türkülerini dinliyorlardı. Derken aradan iki saat kadar zaman geçmişti ki o’nların da kalkma zamanı gelmişti. Yusuf, karson u yanına çağırıp çay parasını ödedikten ve geriye kalan parayı da bahşiş olarak bıraktıktan sonra kalkıp hep birlikte giderler. Kalkıp giderlerken (karson) arkalarından tekrar bir daha bekleriz efendim “diyerek, yolcu ediyordu. Kernek parkın dan dışarıya çıkıldığında sağlı sollu çerez ve dondurma dükkanları var dı. Yeter hanım çocuklarına “hele, şöyle gelin de birer de dondurma alalım, dondurmamızı alalım da öyle gidelim “diye, yanındaki çocuklarını dondurma dükkanı nın önüne kadar ____________________________________________________________________________ Elif Kz’ın Kaderi. Sayfa: 48. götürmüştü. Dondurma dükkanı nın önüne vardıklarında, (Yusuf) dondurmacıya hayırlı akşamlar ve hayırlı işler (gardaşım ) dedikten sonra (dondurmacıya) her birimize, külahının üzeri bol birer dondurma ver diyordu. Dondurmacı da hay hay başım üstüne efendim “deyip – külahlara bol bol dondurma koyarak birer birer verirken, Yusuf un, her ilk tanıştığı insanlara siz nerelisiniz, siz in memleket neresi efendim “diye, ( hep merak ettiği) sorusunu (dondurmacıya) da siz Malatya’lı mısınız efendim “diye, sormuştu? Dondurmacı da yok be bre (edem) kardeş, ben buraların garibiyim “yani, ben Maraş lı yım dediğinde, Yusuf da ben anlamıştım zaten, sizin Maraş lı olduğunuzu, çünkü benim Maraş lı komşularım da var - o’nlar da her konuşmalarında sizin gibi (edem) kardeş sözcüğünü hep kullanırlar “diye, dondurmacının Maraş lı olduğunu anladığını söylemeye çalışıyordu. Dondurmacı da Yusuf a, bizlerin rızkı da demek ki taa buralardaymış ki? Bizleri çekip taa buralara kadar getirdi “deyip - Yusuf a da, bey efendi, benim tahminime göre siz de buralı değilsiniz? Çünkü şive aksanı nız (hiç) Malatya nın şivesine benzemiyor “diye, sorduğunda, Yusuf da dondurmacıya ahh gardaşım ah, ben aslen Malatya lı yım, Malatya nın da Fethiye beldesindenim. Ancak ben de senin gibi rızkını dışarılar da arayanlardanım “yani, ekmek parası için 40. Senedir garip gurbet ellerdeyim, (ne yapalım) bizleri yaratan o yüce Allah her yarattığı kulu na başka, başka yerlerde rızık verirmiş ____________________________________________________________________________ Yusuf Aslan. Sayfa: 49. “dediğinde, cebinden de para çıkararak aldıkları dondurmanın parasını ödeyip – dondurmacıya da hayırlı işler dileyerek oradan ayrılıp evlerine gitmek için yola düşmüşlerdi. Yol da giderlerken, Yeter hanım ile kızı Fatma hanım birbirleriyle gizliden gizliye fiskos ederek gülüşmeye başlamışlardı ki. O’nları duyan Hatice hanım da gülmeye başlayınca, o’nların ne için güldüklerine meraklanan Elif,de o’nların neye güldüklerini öğrenmek için ısrar la sormaya başlamıştı. Hatice hanım da kızına dönerek (n’olacak) baban dondurma parasını verirken ( herhalde) elleri titremiş de o’na gülüyorlar. Duyunca ben de gülmeye başladım “diye, Elif e izahat ederken, bu el titremesi lafı nı duyan Yusuf da o’nlara (bu konu da) valahi de, billahi de çok ayıp ediyorsunuz. Biliyormusunuz, benim gibi para yı seven birisi hiç umursamadan size dondurma ısmarlayıp da gözünü kırpmadan bile, eger ki o dondurma parası nı ödemiş se? Sizler de dönüp bana bir değil de bin kere teşekkür etmeniz lazım, Hemi teşekkür edin hemi de o dondurmaları helalihoş olarak da yeyin “diye, nutuğunu da çekmekten geri kalmıyordu. Nihayet, hemi sohbet ede ede hemi de geze geze gecenin bir vaktin de evlerine gelmişlerdi. Apartman ın o dik merdivenin den yukarıya doğru çıkarlarken? Yusuf ile Hatice nin uff puff “diye, iniltilerine anneleri Yeter hamın da katılmış tı, hatta merdivenden yukarıya doğru zar zor çıkarlarken her üçü de “oy anam, vay anam” diye, inleye inleye kanter içinde yukarıya kadar çıkmışlardı. ____________________________________________________________________________ Elif Kz’ın Kaderi. Sayfa: 50. “yine, her üçü de içeriye girerlerken? Yeter hanım, bizler (aha) bu merdivenden ine çıka, ine çıka, “gene, iyi kötü alıştık, (ama) Yusuf ile Hatice (gözlerim çıka) bunlar çok zorlanıp nefes nefese kalıyorlar. He birde, Yusuf çok kilo almış, bana göre kilolu olmasından da nefes nefese kalıyor. Kaynanası nın bu sözlerini duyan Hatice hanım da söze girerek; hadi o kilolu da (ondan) nefes nefese kalıyor. Peki, ya ben “niye, nefes nefese kalıyorum. Biliyormusunuz? Yok hayır - tabi ki bilmiyorsunuz. İşte cevabını ben verem, bizler var ya, buraya bir iki yıl da bir geliyoruz, gelir gelmez de ister sizin burada olsun, ister se bacım Zekine gil in orada olsun, önümüze ilk çıkan (aha) bu merdivenler oluyor. Adana da hiç merdiven çıkmayp da, buraya geldiğimizde de karşımıza ilk çıkan merdivenler olunca, “bizler, işte o zaman nefes nefese kalıp bocalıyoruz. Eger ki, bizler günlük bir iki kere (aha) bu merdivenleri inip çıkmış olsaydık. O zaman böylesi merdivenler biz e vız gelir tırız gider di “deyip - eşi Yusuf un yüzüne doğru da bakarak, öyle değil mi Yusuf efendi “diyordu. Hatice hanım, Yusuf a laf ı verince, Yusuf da elbet de möhür gözlüm, eger ki biz (aha) bu merdiveni gün de enaz bir iki kere inip çıkmış olsaydık var ya, işte o zaman böylesi merdivenler biz e vız gelir (taksi gibi ) tırız gider di “diyerek, eşi Hatice hanım ın sözlerini de böylece onaylıyordu. Nihayet, hayli bir zaman geçmişti ki? Hazırlanmış olan yataklarına düşüp yatarlar. “Yine, her zaman ki gibi (Yusuf) erkenden kalkmıştı. ____________________________________________________________________________ Yusuf Aslan. Sayfa: 51. Uyuyanların da hala uyuduklarını sezince, Patırtı gürültü çıkarıp da kimseyi uykusundan uyandırmadan sessizce televizyon u açıp bir çizgi film i bularak seyretmeye başlar. Yusuf çizgi film i seyrederken bir ara kulağına kadar gelen seslere kulak misafiri olup o tarafıya doğru dönüp bakar ki annesi Yeter hanım ile eşi Hatice hanım da uyanmış kalkmışlardı - hatta o’nların, kahvaltıyı bile hazırlamakla meşgul olduklarının farkına varır… daha sonra kahvaltılarını yaparlarken, Hatice hanım - Yusuf a, (yarın için) Elif ile Doğukan ın otobüs biletlerini al da o’nlar Adana ya gideler. (Ben) her ne kadar bir kaç gün daha kalın dediysem de (Elif), buraya gelirken, dügünden sonra ki gün geri dönerim “deyip - Mustafa ya söz verdiği için gitmek istiyor. Elif de yarın birgün gideriz dedikce, Doğukan ın da gözleri dolup dolup boşalıyordu. Çocukcaz, artık Malatya yı mı çok sevdi , yoksam anneannesinden mi ayrılmak istemiyordu, pek de anlaşılır değildi (ama) ben gitmek istemiyorum diyordu. Nihayet Kahvaltılarını yaptıktan sonra (annelerine) hep birlikte, şimdilik alağısmarladık deyip evden çıkarlar. Daha sonra (Yusuf) O’nlardan ayrılıp otobüs bileti almaya, Hatice ile Elif ve Doğukan da -Hatice hanım ın bacısı Zekine gil e doğru giderler. Yusuf, kızı elif ve torunu Doğukan için otobüs biletini aldıktan sonra öğlene doğru o’da baldızı Zekine gil e gider. Oraya vardığında bacanağı Hüseyin ile kaynı Hüseyin de oradalardı (evdelerdi) hepisi de birbirleriyle hoş beş ettikten sonra, ____________________________________________________________________________ Elif Kz’ın Kaderi. Sayfa: 52. kayın olan Hüseyin, Yusuf a, enişte Hüseyin gil iki üç gün e kadar (Mersin) e deniz e gidecekler, biz de (o’nlar la) Hüseyin gil ile birlikte gidecez, (zaten araba gidiyor) eger ki siz de gitmek isterseniz buyurun siz de gelin “diye, damardan girerek? Yusuf un da kendileriyle gitmesi için elinden gelen bütün gayretini sarf ediyordu. (ama) Yusuf, biz daha bir kaç gün burada kalırız herhalde “diye, gitmek istemediklerini imaa ediyor - Hatta, Hüseyine de önceden haberimiz olsaydı elif gil için otobüs bileti almaz sizinle gönderirdim “diye,de söyleniyordu (ama) bir kere iş işten geçmiş, bileti almıştı. Elif i de yanına çağırarak aldığı bileti kızına verir. Otobüs de yarın saat 10.da hareket edecek “der, onun ötesinde dedesini duyan Doğukan ise anneannesi ne sarılarak ağlamaya başlamıştı bile! Çünkü, anneannesinden bir dakika bile ayrılmak istemiyordu. Anneannesi de o’ndan ayrılmak istemiyordu. Ancak bir yere misafir gittikten sonra, o gitmenin ardından mutlaka gerisin geriye dönmeside var dı. Sonuç itibariyle, elif ile Doğukan ın da gerisin geri dönmeleri lazım dı. Allah ın izniyle, yarın ki günü öyle de olacaktı. Elif ile Doğukan, Malatya ya tren ile gelip - Adana ya ise otobüs ile döneceklerdi. Dügün evi olan Hüseyin ile Zekine gil in evinde bir kaç saat kaldıklarından sonra, Yusuf, Hatice, ve elif ile Doğukan ev sahiplerine ve orada hazır bulunan Hüseyin e alağısmarladık “deyip - helalleştiklerinden sonra, “Turhan Emeksiz” caddesinde oturan annelerine gitmeleri için tekrar yola çıkmışlardı. ____________________________________________________________________________ Yusuf Aslan. Sayfa: 53. Hatice hanım, bu evden o eve, o evden bu eve git gellerden usanmış olacak ki? Kendi kendine mırıldanarak , git aşağıya Zekine gil e, oradan da deli danalar gibi tekrar git yukarıya Fatma gil e! Biz Malatya ya, Malatya da da Zekine hanım gil ile Fatma hanım gil e, böyle deli danalar gibi gidip gelmekten usandık gayrı! Zekine gil ile Fatma gil de, (bizim) kendilerine misafir olarak gelmemizden? Herhalde usanmışlardır “diye, gene söylene söylene yürüyordu ki, o sırada bir dondurmacı dükkanının önünden geçerlerken, Yusuf hatice hanım a hele gelin de sizlere birer dondurma ısmarlayam “deyip - böyle git gellerden canı sıkılmış olan eşi haitce yi ve kızı ile torununu dondurmacı dükkanı na buyur ederek hep birlikte içeriye girerler, bunları gören bayan karsonlar da buyurun efendim, aha böyle buyurun “diyerek, içerdeki masalardan birini gösteriyorlardı. O’nlar da sandalyelerine oturduktan sonra, güneşin kavurucu o sıcağından yanmış olan ve yüreklerini soğutacak o buz gibi dondurmaları gelmişti, hatta bir keyf ile kaşıklayıp duruyorlardı. Dondurmacı dükkanından kalktıktan sonra “Turhan Emeksiz”e doğru (tekrar) yollanırlar. Apartman a vardıklarında demirden olan dış kapı açıktı? Gayrı, zil i çalmaya lüzum kalmamıştı. Elif ile Doğukan önce içeriye girerek, genç ve körpe olduklarından dolayı (hemen) kuş gibi yukarıya çıkmışlardı. (ama) Yusuf ile Hatice o’nlar gibi (çabuk) değillerdi. Merdiven in, bir iki dönemecini döndükten sonra (gene) dermanları tükenmiş, ____________________________________________________________________________ Elif Kz’ın Kaderi. Sayfa: 54. nefesleri kesilmiş, kocamış kurtlar gibi yarı yol da kalmışlardı. “yani, mecburen mola vermek zorunda kalmışlardı. Bu arada, merdiven dairesinin yanan ışıkları da sönmüştü, Hatice hanım da kör körlemesine de olsa elini duvara sürer ki bir lamba düğmesi bula da ışıkları geri yaka? Ve aynen de öyle yapar, elini duvara sürdüğünde elinin altına gelen bir düğmeye basar ki lambalar yana (ama) lambanın yerine o katta ki daire nin zili ne basmış olur, ışığın yanması yerine (orada ki) daire nin kapısı açılır. Bereket versin, oraya gide gele o apartman sakinlerini tanıdıkları için, Hatice hanım, kapıyı açan o evin sahibesine kusura kalmayın, ayy sizden çok çok özür dilerim, ışıkların düğmesi yerine, yanlışlıkla sizin kapının ziline basmışım “deyip - maruzatını arz ettikten sonra ışığı yakarak merdiven e yukarı (tekrar) ıh tıs ederek çıkmaya başlamışlardı… Elif ile Doğukan o’nlardan önce yukarıya çıktıkları için dairenin kapısını açık bırakmışlardı. O’nlar da yukarıya çıkıp daireden içeriye girerlerken, Hatice hanım ın (gene) sinirleri oynamış heyheyleri gelmişti; kendilerine hoş geldin deyip de kapıda karşılayan kaynanasının yüzüne ters ters bakıp (merdivenden yukarıya çıkarken kurumuş olan ağzıyla dudaklarını dili nin ucuyla ıslatarak) gız yok anam yok? Eger ki (aha) şu ayağım geri Adana ya düşer se, bir daha bu tarafı ya dönüp de bakmam. İşaret parmağını da diliyle ıslatıp duvara sürerek “aha, şuraya da yazıyorum. Eger ki bir daha bu tarafı ya döner gelirsem, ____________________________________________________________________________ Yusuf Aslan. Sayfa: 55. o zaman (siz) bana ne derseniz deyin, bir daha vallahi de gelmem billahi de gelmem; (aha) size yemin de ediyorum “diyerek, merdiven çıkmaktan yorulduğu için tepkisini gösteriyordu, sözlerinin devamın da ise (kaynanasına) gız anam benim tepkim (aha) şu merdivenlere: biz kalkıp Zekine gil e gideriz, orada bir merdiven var, (aha buraya) Fatma nın evine geliriz, burada da bir merdiven var. aha bu merdivenler “var ya, bizim Malatya ya bir daha gelmemize sebep olacaklar.. şimdi Allah var - ne Malatya nın nede Zekine gil ile sizin her hangi bir suçunuz günahınız yoktur ki “deyip - bir önceki sert çıkışlarına karşılık, şimdi de ses tonu nu biraz olsun azaltarak hatta daha da yumuşatarak bir bakıma kaynanası nın gönlünü (eger ki incittiyse) hoşnut etmeye, almaya çalışıyordu. Velhasılı kelam meşekkatli vaziyette o merdivenleri çıkmasının ardından hatta onun ötesinde (postasını korcasına) bir daha Malatya ya gelmem gibi laflarının ardından salona geçerek (eskisi gibi) yine o koltuğun üzerine uzanmış yorgunluğunu atmaya çalışıyordu… kaynanası Yeter hanım gelininin baş ucuna gelerek, Haticee, kızımm eger ki uyuyacaksan üstünü örtmek için battaniye getirem mi “diye sorduğunda, Hatice de kaynanasına, yok ana yok uyumayacağım, şöyle biraz dinlenem dedim. Hemi de (üzerime örtmek için) sen niye battaniye getireceksin ki!... eger ki uyuyacak olursam, ben kalkar battaniye yi alır üstümü örterim “diye, birbirleriyle konuşurken, Yeter hanım belki ____________________________________________________________________________ Elif Kz’ın Kaderi. Sayfa: 56. Hatice uyur muyur deyip (usulca) oradan uzaklaşır. Kimse var mı diye de, sağa sola bakındı ki oğluyla torunları hep birlikte balkon da oturuyorlardı. O’nları balkon da görünce kendisi de o’nların yanına gidip oturdu!... torunu Elif e de dönerek, nasip olursa yarın Adana’ya gidecekmisiniz kızım! “diye soruyordu. Yeter hanım, Elif e Adana’ya gidecekmisiniz diye sordukca? Doğukan ın da gitgide beti benzi atıyordu. Çünkü Elif ile birlikte Doğukan da Adana’ya gidecekti. İşte bu sebep ten dolayı rengi solup beti benzi atan Doğukan, anneannesinden ayrılıp da Adana ya gitmek istemiyordu. Beti benzi atan Doğukan ın gözleri de dolu dolu oluyordu. Doğukan ın gözlerinin dolu dolu olduğunu gören büyük anne olan Yeter hanım da, Doğukan ı kucaklayıp (döşüne) bağrına basarak , aman da benim güzel oğlum, ben senin o akan gözleriyin yaşına kurban olurum haa, niye böyle ağlıyorsun, yarın sizler gittiniz mi daha başka zaman da bizler (oraya) Adana ya geliriz “diye, Doğukan ı teselli ediyordu. Yeter hanım Sözlerini sürdürerek, hemi böyle ağlama ki, seni her zaman ( buraya) Malatya ya getireler “diye, Doğukan ı teselli etmeye çalışıyordu. İçeride ki koltuğun üzerine uzanıp da uykusu gelmeyen Hatice hanım da yerinden kalkıp o’nların yanına gelmişti. Anneannesi ni gören Doğukan, hemen kalkıp o’nun yanına giderek dizinin dibine oturmuştu; gözlerini de anneannesi nin gözlerine dikerek? Sanki de, yalvarırcasına (anneanne) beni gönderme diyordu. ____________________________________________________________________________ Yusuf Aslan. Sayfa: 57. Hatice hanım da Doğukan ı kucaklayıp yanaklarından öperek, A benim güzel oğlum, (yarın) anneni Adana ya yalnız başına mı gönderelim!... hiç bari anne nin yanında (bir erkek) olarak sen ol ki bizlerin de içi rahat ede. A benim güzel oğlum, bir kaç gün sonra biz de adana ya gidecez “deyip - torunu nun yaşarmış olan gözlerini silerek avutmaya çalışa dursun; Fatma nın da iş ten gelme saati nin yakın olduğundan dolayı? Hep birlikte içelim “diyerek, Yeter hanım mutfağa gidip çayı demlemiş, bir tepsinin üzerinde çayı, şekeri, bardağı getirmişti ki; tam o sırada dış kapı açılmış Fatma da içeriye girmişti. Bir kaç dakika sonra Fatma da (balkon a) o’nların yanına giderek hep birlikte hemi sohbet edip hemi de çaylarını yudumluyorlardı. Hemi Konuştukca hemi de laf laf ı açtıkca zamanın nasıl da çar çabuk geçtiğinin farkına bile varamamışlardı. Oturmakla bedenleri, konuşmakla da çeneleri yorulmuştu; bu yorgunluktan olacak ki bazılarının göz kapakları yumulup yumulup açılırken, üstüne üstlük birde peşpeşe esnedikce ağızları taa kulaklarına kadar değiyordu. O’nlar uyku sersemliği içinde oldukları gibi koyu bir sohbetin içinden de çıkmak istemiyorlardı. O arada Yusuf ile Doğukan (o’nlara) belli etmeden sessizce gidip yerlerine yatmışlardı. Balkon da dört bayan, oturmuş koyu sohbetlerini ederlerken, (o ara) Hatice hanım sağına soluna bakınıp da Yusuf ile Doğukan ı göremeyince; hele kalkam da şu herif ile Doğukan a bakam, eger ki yatıp uyumuşlarsa da üstleri açık mı örtük mü onu görem, ____________________________________________________________________________ Elif Kz’ın Kaderi. Sayfa: 58. eger ki üstleri açık yatmışlarsa üstlerini ötrem “diyerek, kalkıp içeriye gider. Hatice hanım kalkıp içeriye giderken, “ kızı Elif” de benim de uykum geldi “diyerek, o’da annesiyle birlikte kalkıp içeriye giderek yerine yatar. Elif in yattığını görünce, Hatice hanım da balkon da oturan kaynanası ile görümcesi Fatma ya Elif yerine yattı, ben de yerime yatıyorum! Hadi size hayırlı geceler “deyip - torunu Doğukan ın yattığı yatağa kendisi de girerek Ya Bismillah Ya Allah “deyip – ardından da 12. İmamlar ın isimlerini okuduktan sonra uyumaya çalışır!... o’nların yattığını gören Yeter hanım ile kızı Fatma da kalkıp (o’nlar da) yerlerine yatar uyurlar. Gün ışırken, Yusuf da sabahın erken saatin de kalkmıştı, erken kalkması da lazım dı. Çünkü saat 10,da kızı ile torunu nu Adana ya yolcu edecekti. Yusuf un kalktığının farkına varan (diger) hanımlar da birer ikişer kalkmaya başlamışlardı… saat 08 sularında kahvaltılarını yapmış, yola çıkmak için hazır kıta olmuşlardı. Fatma hanım, işe gitmek için, Elif ve Doğukan ile helalleşerek çekip işi ne gider. Fatma gittikten sonra, Yeter hanım da teker teker torunlarını öper – torunları da o’nun elini öperler. Bu ayrılık merasiminde bittikten sonra, Yusuf ile Hatice de Elif ile Doğukan ı yolcu etmek için hep birlikte evden çıkıp - yolcu otobüslerinin yazanesi nin olduğu yere doğru yollanırlar. Oraya da vardıktan sonra “servis aracı na binerek otogar a doğru yollanırlar. Otogar a vardıklarında, otobüs ün hareket etmesine daha 20. Dakika zaman ____________________________________________________________________________ Yusuf Aslan. Sayfa: 59. olduğunu öğrendiklerinde (çocukları nın) yolculuk esnasında bi şey ler yemeleri için, Yusuf torunu ile birlikte market e giderek (torunu nun) Doğukan ın gönlünün çektiği şeylerden alıp otobüs ün yanına geri gelirler - otobüse binip de yerlerini kontrol eden yolcuları gören Doğukan, kendisinin de otobüse binip gideceğini anlayınca, anneannesi nin böğrüne sokularak gözlerinden göz yaşları sel olup akmaya başlar. Doğukan ın göz yaşlarını gören anneannesi de torunu nu kucaklayarak, ağlama benim güzel oğlum, ağlama. Bu gün yarın da (bizler) aha böyle, otobüs e binip adana ya gideceğiz “diye, torununu avutmaya çalışsa da (bir kere) Doğukan efkarlanmış – kabarmış olan yüreğinin içini boşaltması için iyice bi ağlaması gerekiyordu. Sonuç itibariyle, Doğukan da (aynen) öyle yapıyordu. Nihayet, Şöför şöför mahalline geçerek marş a basıp otobüsü çalıştırmıştı!... aşağıda ki firma personelleri de Osmaniye, Adana, Mersin yolcuları, lütfen yerlerini alsınlar “diye, sağa sola doğru bağırarak, yolcuların aşağıda kalmamalarını ve yerlerini almalarını sağlıyorlardı. O arada Yusuf da, çocuklarına hadi çocuklar sizler de binip yerlerinizi alın deyip de otobüse doğru yürüdüklerinde, Doğukan anneannesine daha sıkıca sarılarak hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Nitekim, otobüs ün kapısı önü ne geldiklerinde askere giden ana oğul gibi birbirlerine sarılmış ayrılmak bilmeyen hatice hanım ile Doğukan ı, Yusuf ile Elif zoraki bir şekilde ayırmışlardı… ____________________________________________________________________________ Elif Kz’ın Kaderi. Sayfa: 60. Doğukan otobüsün içinde pencere tarafındaydı. dede si Yusuf ile anneannesi de aşağıda o’nlara öpücük atıp el salladıkca Doğukan ın da gözlerinden yağmur yağar gibi göz yaşları akıyordu. Nihayet, otobüs hareket etmek için geri geriye gelip de yönü nü yola çevirdikten ve bir iki kere de kornasını çaldıktan sonra hareket ettiğinde Yusuf ile Hatice de o’nlara güle güle gidin anlamında el sallarken “sanki de, Doğukan ın bir parçası Malatya da kalmış gibi (hala) gözlerinden göz yaşları akıyordu. Doğukan ı teselli etmekten bir fırsatını bulan Elif de eli ni kaldırıp annesiyle babası na el salladığı sırada otobüs de ana yola çıkması için çoktan köşeyi dönüp gitmişti. Otobüs gittikten sonra, Yusuf ile Hatice de sema ya doğru avuçlarını açarak, Allah ım, çocuklarımızın ve diger yolcuların sağ salim yerlerine gitmelerini hayırlı nasip eyle “diye, her ikisi de dualarını ediyorlardı. Daha sonra “yine, her ikisi de otogar dan ayrılarak yolcu taşımacılığı yapan dolmuşlar dan birine binip Malatya, merkez e doğru hareket ederler. Şehir merkezi ne gelip - bir müddet de çarşıda gezindikten sonra öğlene doğru, tekrar anası gil e giderler. (Gene) o dik merdiveni zar zor çıkıp da eve girdiklerinde ilk karşılarına çıkan şey? Kocaman pişmiş bir tavuk, büyükce bir tabağın içinde, tabağın etrafında da tabak tabak pirinç pilavı ile bir kayık tabak ile de çoban salatası var dı. Yorgun ve acıkmış olan Yusuf ile Hatice de (hemen) masa nın etrafına çöreklenmişlerdi. Anaları Yeter hanım da, o’nlar şimdi acıkmışlardır ____________________________________________________________________________ Yusuf Aslan. Sayfa: 61. “diye, bir an önce yemeği hazırladım ki, geldiğinizde (hemen) hazır ola da yiyesiniz. Hadi, hep birlikte yemeğimizi yiyelim deyip – kendisi de oturduktan sonra, (dönüp) gelini Hatice nin yüzüne doğru bakarak, geçen günü tavuğun çoğunu oğlu yun tabağına koyuyorsun “deyip, beni suçlu durumuna düşürmüştün. Ama şimdi, (bak) tavuğu parçalayıp bölmedim. Herkes istediği kadar tavuktan alıp yiyebilir “diye de, kendini savunarak rahatlamış biçimde yemeğini yemeye başlamıştı. Yusuf da tavuk etin den fazla yemeyince, sofranın başında tavuk eti için (bu sefer) lik her hangi bir münakaşa olmadan yemeklerini yeyip kavgasız gürültüsüz sofra dan kalkmışlardı. Çaylarını da demledikten sonra, köyden olsun, Almanya dan olsun koyu bir sohbet içinde olduklarından olacak ki, ne tez akşam ın olduğunun farkına bile varamamışlardı. Kapı açılıp da Fatma nın içeriye girdiğini gördüklerinde – Yeter hanım, uy amaa? Fatma da geldi gız!... Biz, Almanya dan olsun, köy den olsun laf ede ede akşam ın nasıl olduğunu bile anlamadık “diyordu, (lafı nın ardından laf ekleyerek) görüyün mü Fatma, akşam yemeğini de daha yapmadık “diye, kızı na yemek yapmadığını da söylüyordu. Fatma da anasına, yemek yapmadığın için iyi etmişsin. Biraz evvel Gonca, bana telefon etti, Soner bizi yemeğe götürecekmiş (şimdi) biraz dan buraya gelirler “diyordu ki, dış kapı nın zili çaldı. Kapı yı açtılar ki o gelen Gonca hanım idi. Gonca, da hadi dayı, anne, anneanne, yenge hadi yemeğe gidiyoruz “diyordu. ____________________________________________________________________________ Elif Kz’ın Kaderi. Sayfa: 62. Fatma Gonca ya, Soner yukarıya çıkmıyormu diye sorduğunda? Gonca da, Soner araba nın yanında kaldı, aşağıda bizi bekliyor diye annesine cevap veriyordu. Herkes hazırlanıp birbirlerine hadi aşağıya inelim’de, Soner i de daha fazla bekletmeyelim diyorlardı ki? Anneleri Yeter hanım, ben sizin ile gitmeyip evde kalacağım deyip, çocuklarına da hadi size güle güle, güle güle diye O’nları uğurlamaya çalışıyordu. Nihayet, Yeter hanımsız hep birlikte aşağıya inmişlerdi. Soner e de seni çok beklettiysek kusurumuza kalmayasın deyip arabaya da binildikten sonra Beydağı nın eteğinde olan Yeşilyurt tarafına doğru sürüp gitmişlerdi. Yol da giderlerken, Soner hemen yanında oturan eşi Gonca hanım a, anneanne niye gelmedi ki diye sorduğunda? Gonca da Soner e, anneannem “var ya, hemi akıllı hemi de çok düşünceli bir kadın olduğu için, bizim ile birlikte gelmek istemedi “diye, cevap veriyordu, Soner de he vallahi anneanne çok akıllı biri, eyy o’da baktı ki araba da yer kalmayacak? Tahminime göre Onun için gelmedi diyordu. Soner yanındakilere böyle laf verirken “Patika” isimli turistik bir yer olan güzel bir restorant ın önüne gelmişlerdi. Orada durup da Araba nın içindekiler indikten sonra Soner de arabayı bir kenara park ederek hep birlikte “patika” restoran a girerler. Patika yı çalıştıran işletmeci Soner i görünce, Ooo efendim sizler hoş gelesiniz “deyip – bütün milete kucak açıp tatlı bir tebessüm ile gülümseyerek karşılar. İşletmecinin Soner bey ile yanındakilerini kucak ____________________________________________________________________________ Yusuf Aslan. Sayfa: 63. açıp karşılamasına bakılırsa? Demek ki daha önceden Soner beyi tanıyordu, tanımaması da mümkün değil di, çünkü Soner bey hemi avukat olduğu gibi hemi de Anavatan partisi nin de Malatya il başkanıydı. Onun ötesinde zaman zaman tv de siyaset ten konuşmalar yapan Soner beyi tanımamak mümkünmüydü. Yani, o’nu tanımıyacaklarda kimi tanıyacaklardı. Patika restorant ın kuruluş yeri ise Beydağı nın eteğinde yamaç bir yerdeydi. Biraz daha Aşağıya doğru indiklerinde bir su kanalı nın olduğunu hatta bu kanal da rampa aşağıya olduğundan içinde ki akan sular bile bir hışırtı ile süratlı bir şekilde akıp gidiyordu. Patika ya gelen misafirler bir masa ya oturup da yemeklerini yemeleri için, kanal ın üzerinde (fırından pişirilmiş olan tahtalardan) güzel güzel çardaklar yapılmış olup - hatta kanal ın üzerinde ki o tahta çardaklarda oturan misafirler (Allah muhafaza) bu çardaklar çöker möker de, bizi alıp götürürse “diye, öyle bir düşünceye ve korkuya kapılarak içlerinden öyle bir fırtına rüzgarı esip geçiyordu, ancak zaman geçtikce içlerindeki o korkuyu yenerek Beydağı nın buz gibi tertemiz havasını içlerine çekip, aynı zaman da buz gibi soğuk suyunu da su gözesinden avuç avuç içtikleri zaman mutluluklarına da diyecek yoktu. Patika da belli bir müddet oturup yemeklerini de yediklerinden sonra, oradan ayrılıp şehir merkezine yaklaştıklarında, Soner bey arabayı Beydağı na yukarı sürmeye başlar, Beydağı na yukarı bir müddet gittikten sonra, kernek ____________________________________________________________________________ Elif Kz’ın Kaderi. Sayfa: 64. mahallesinin bittiği son kısmından biraz daha öteye giderler, daha sonra yukarıda bir yerlerde durarak, yanındakilere hadi buyurun aşağıya inelim de böylesi yüksek bir yerden “yani, şu gece vakti, Beydağı nın zirvesinden Malatya nın o muhteşem görünüşünü seyredelim “diyerek, milleti inmeleri için aşağıya davet eder, millet de arabadan aşağıya indikten sonra, hep birlikte Beydağın dan değil de (sanki de) gök yüzünden Malatya nın gece görünümüne hatta yanan o ışıklar altında ki hali ni aynı zaman da gök yüzündeki parıl parıl parılayan yıldızları andıran o muhteşem görünüşünü / güzelliklerini seyrederek şahit olmuşlardı. O an, orada ki herkesin nutku durmuş, nefesleri kesilmiş, (sanki de) atmosferin derinliklerinde toplu halde yanan ve insan ın baktıkca gözlerini alamadığı muhteşem bir ışık kütlesini seyrediyorlardı. Yusuf, aklından geçenleri dışarıya vurarak, yanında ki yakınlarına işte burası, evet işte burası “var ya, dünya insanlarının gelip de (geceleyin) gıpta ile bakacakları / görecekleri şehir dir. Hiç bir şehir geceleyin, bu şehir kadar güzel gözükemez “diyordu. Hemi Yusuf, hemi Soner, ve hemi de yanlarındaki hanımlar (Malatya)nın bu muhteşem görüntüsüne büyülenmişlerdi. Bir müddet daha, Malatya nın o muhteşem ve görkemli güzelliklerini seyrettikten sonra, Soner bey (oradakilere) hanımlar beyler Malatya mızı bu kadar seyrettiğimiz galiba yeter – gayrı, seyretmeyi hemi yarıda hemi de tadında bırakalım da başka zaman bir daha (gene) gelir ____________________________________________________________________________ Yusuf Aslan. Sayfa: 65. seyrederiz, hadi arabaya binelim “diyordu, Soner bey o’nca milleti daldıkları rüyadan ansızın uyarmıştı. O’nca Millet de, Malatya nın o muhteşem güzelliğini seyretmekten vaz geçmek istemeselerde, istemeye istemeye arabaya binip Turhan Emeksiz de ki evlerine doğru hareket ederler. Ev in önü ne gelip durduktan sonra milleti indirip daha sonra da kendi evlerine doğru yola çıkarlar. Arabadan inenler de, hala belleklerinde olan, Beydağın dan seyrettikleri Malatya nın o muhteşem görüntülerinin sevinciyle evlerine girerler. Aradan iki gün geçmişti ki Yusuf ile Hatice dügün sahibi olan Hüseyin ile Zekine gil e giderler, oraya vardıklarında, bi önceki gittiğinde orada olan kaynı Hüseyin gil de oradaydı. “yine, hep birlikte hoşbeş ve sohbet ederler. (Kayın ile bacanağın) her ikisinin de isimleri Hüseyin olduğu için, Hüseyinler kendi köyleri olan çörma ye gittiklerini, eskiye nazaran çörma nin daha da güzel olduğunu, o güzelliğinin sırrı da medik barajın dan Yazıhan ovasının su kanallarıyla sulanması olduğunu, oysa eskiden tohma suyu nun kıyıları / kenarları hariç hiç bir yerde yeşil ağaca bile rastlanılmadığını, şimdi ise medik barajı sayesinde bir çörma köyü değil de o civarda bulunan bütün köyler in / bütün her taraf ın yeşile büründüğünü ballandıra ballandıra anlatıyorlardı. Kayın olan Hüseyin, eniştesi Yusuf a (biz) yarın durdukmu öbür gün “ inşallah, Adana ya gideceğiz. “dediğinde, Yusuf da kaynı na, bilemiyorum ama hepiniz taksiye nasıl sığacaksınız, taksi alsa alsa beş kişi alır, ____________________________________________________________________________ Elif Kz’ın Kaderi. Sayfa: 66. hadi sen söyle altı kişi alsın? Siz ise beş kişiden fazlasınız dediğinde kayın Hüseyin de, zaten taksiye sığmayız, ancak, Enişte Hüseyin urkuya ablam gil in münübüsünü alıp onunla gideceğiz diyordu; sözlerine devam ederek, nasıl olsa münübüs gidiyor, gelin siz de bizimle gidin, Hatice ablam ile sen, ikiniz için çok çok 50 milyon lira yol parası vereceksin. Senin gibi bir adam 50. milyon lira para vermekten mi kaçacak sanki: “dediğinde, işte o zaman Yusuf un başından bir kazan sıcak su aktarmışlardı. Yusuf, kendi kendine yahu bu ne iştir? Ben buraya, taa adana dan bu adamların dügününe geleceğim, o kadar masraf edeceğim, hatta takı takılırken bile 10. Tane çeyrek altın takacağım, kızım bir çeyrek oğlum da bir bilezik takacak? Diger ettiğin masraflarda hariç? Bu kadar masraftan sonra, şimdi bunlar laflarının arasına bi yol parası sokarak, sözde hemi akıllı hemi de kurnaz olmaya çalışıyorlar. “yine, Yusuf kendi kendine durum muhakemesi yaparak, hadi benim hatırım yoktur, oğullarımın da, kızımın da, torunlarımın da hatırları yoktur, hatta paramızın pulumuzun da hatırı yoktur diyelim? Ula be hey vicdansız adamalar – ablanız olan Hatice hanımın da mı yanınızda hiç bi hatırı yoktur “diye, düşünürken, Hatice hanım Yusuf a dürterek, heyy emişerim kara deniz de gemilerin mi battı da böyle kara kara düşünüyorsun, hadi kalk da annen gilin oraya gidelim “diye, daldığı düşüncesinden / rüyasından uyandırmıştı. Yusuf da daldığı düşüncesinden / rüyasından, ____________________________________________________________________________ Yusuf Aslan. Sayfa: 67. istemeyerek de olsa uyanmıştı. Daldığı düşten uyandıktan sonra hemen ayağa kalkarak, hadi gidelim hanım, hadi hadi “diye, zoraki de olsa ağzından belli belirsiz sesler çıkmıştı. Öte taraftan kaynı Hüseyin de (hala) Yusuf a, ne diyorsun bizim ile birlikte adana ya gidecekmisin, eger ki bizim ile birlikte gidersen, oradan da Mersin e denize gideriz diyordu. Yusuf, kaynı Hüseyin e şimdilik daha buradayız, gün doğmadan neler doğar demişler – hele bakalım gidermiyiz kalırmıyız, onu da Allah bilir “deyip sözünü bitirdikten sonra, hadi alağısmarladık diyerek, oradan ayrılıp annesi gile gitmek için yola çıkarlar, Yusuf ile Hatice hanım yol da giderlerken hiç birbiriyle konuşmazlar, bir müddet sessiz sedasız giderler, şehir in o gürültü çıkaran trafiği ni bile duymayan Yusuf un sessizliği ni Hatice hanım “niye, böyle sessiz sedasız kaldın, her zaman konuşkan şen şakrak bir adamdın, şimdi n’oldu da sesin sedan çıkmıyor “diye ancak o bozmuştu. Yusuf, Hatice hanım ı duyduktan sonra elinin içine Hatice hanım ın elini alıp ara ara da o’nun gözlerinin içine bakarak, yahu Hatice hanım, ben senin 40. Yıllık eşi nin değil mi “diye, (soruduğunda) Hatice hanım da “hee, sen benim 40. Yıllık eşim sin diye Yusuf u tasdikliyordu, Yusuf da Hatice hanım ın bu sözlerini duyunca, (o’na) o zaman bu 40. Yıl ın hatırına benim senden bir ricam var. İnşallah, hemi beni haklı bulursun ve hemi de beni kırmaz ve söyleyeceklerinle (beni) rahatlatmış olursun. Şimdi benim sana söyleyeceklerime ____________________________________________________________________________ Elif Kz’ın Kaderi. Sayfa: 68. iyice kulak verir, beni iyice dinler ve anlarsan, işte o zaman benim bu aklımı kemiren kurt tan kurtarmış hemi de beni mutlu etmiş olursunun “diyor, (sanki de) Hatice hanım a yalvarırcasına bir hali var dı!... Hatice hanım da eşi ne, şu aklını bulatan hemi de seni böyle rahatsız eden şu aklında ki düşünceni (hele) bir anlat da ben de duyup – işitip- bilem “deyip - eşi Yusuf un ağzından çıkacak olan sözlerini / konuşmasını bekliyordu. Yusuf da, ahh Haticem ahh!.. öyle bi canım sıkıldı ki bana söylenenlere? Bu söylenenler (bana) sanki de anlaşmalı döğüş gibi geldi. Aha, sana da açıklıyam aklımı kurcalıyanları!?... biz buraya ne için geldik, buraya niye geldiğimizi lütfen (bana) açıklarmısın “diye, eşi ne sorunca? Eşi de bacım Zekine gil oğlu Hasan ı everdikleri için bizi dügünlerine davet ettiler, biz de hep birlikte bu davet e icabet ederek, kalkıp (buraya) dügüne geldik “diyordu. Yusuf da eşi ne (tamam) buraya kadar tastamam doğru, (yani) halehazır da biz o’nların hala misafirleriyiz öyle diyorsun değil mi “diye, eşine sorunca, eşi de Yusuf a, sen bu konu da doğrusun, biz halehazır da hala o’nların misafiri sayılırız “diye tasdikliyordu. Yusuf, sözü tekrar alarak (eşi ne) bak sevgili Hatice hanım, bacın Zekine gil (oğluyla gelini ni balayı adına) Mersin e denize götüreceklermiş. Yani, biz o’nlar la gitsek de gitmesek de, bacın gil o denize gidecekler öyle değil mi “diye, hemi sorularını sorup hemi de sorduğu sorularına bir cevap almak istiyordu. Hatice hanım da sen doğrusun, biz o’nlarla ____________________________________________________________________________ Yusuf Aslan. Sayfa: 69. gitsek de gitmesek de, o’nlar o denize gidecekler “diye, yanıtlıyordu. Yusuf da buraya kadar çok güzel “deyip - tekrar soracağı sorusuna yönelir, biz o’nların misafiri olduğumuz halde, kalkıp o’nlar la gidersek, yol da giderken de o’nlar da bizden yol parası isterlerse? Bu para istemeleri, sence doğrumudur yani? Deyip - tekrar sözüne devam ederek, (ama) bence böyle bir durum un ne Allah ın Kur-an’ı Kerim de yeri vardır ne de diger kitaplarında yeri vardır. Yani, kendi misafirinden yol parası almak “var ya” insan olan insan a yakışmaz diye düşünüyorum. Biz de ata sözü gibi bir söz var, eger ki duymadıysan şimdi benden duy “diyerek, konuşmasına devam eden Yusuf, eşi Hatice ye Hatice hanım, birinin evi ne gelen misafir “var ya” geri kalkacağı zaman o misafir in deyneğini geri eli ne vermek gerekir. Eger ki o misafirin deyneğini eli ne vermeyip de o’nu perişan bir şekilde bırakırsan, daha sonra da o’ndan faydalanmaya kalkacak olursan var ya? İşte tam da orası zurna nın zırt dediği yer olur “yani eşek kaçmış palan da düşmüş olur, (dünya da nerede olursan ol) her hangi birine yapılan böylesi durumlar hiç bir şekil de ne onaylanır nede yakışık alır “diye, söyleyince, Hatice hanım da mevzuyu anlamış olacak ki, şimdi sen ne demek istiyorsun, hele şunu tam manasıyla açıkca söyle de biz de öğrenek “diye, ufak ufak da çıkışını yapmaya diger yüzünü de göstermeye çalışıyordu. Yusuf, Hatice nin çıkışını hiç umursamadan, Hatice ye Hatice hanım eger ki bu gün ____________________________________________________________________________ Elif Kz’ın Kaderi. Sayfa: 70. yarın biz de, Adana ya gidecek olursak bile (gel) bunlar la beraber gitmeyelim de otobüsle gidelim. Belki de, niye otobüsle gidelim diyeceksin? Eger ki biz bunlar la gidecek olursak “var ya” bunlar keyf etmeleri için benden yol parası alacak kadar pervasızlar. Onun için, ben diyorum ki, bunlar gitse dahi biz bunlar la gitmeyelim “diye, sözünü bitirdiğinde, Hatice hanım da Yusuf a “peki biz o’nlarla gitmeyelim, tamam!. farzet ki o’nlar la gitmeyip de otobüsle gittik? Biz o otobüse para vermeyecekmiyiz? Tabi ki vereceğiz, (ancak) otobüse vereceğimiz parayı o’nlara verip de o’nlarla gitsek daha iyi olmaz mı diyordu!... Yusuf ise Hatice hanım ın bu fikrine katılmayıp Hatice hanım ı ikna etmek için elinden gayreti gösteriyor (hatta) yahu hanım, aha sana soram, sen de söyleyeceğini Allah için doğru söyle; bizler otobüs şirketi nin mi misafiriyiz? “hayır” Tabi ki otobüs şirketi nin misafiri değiliz, (o zaman, elbette ki otobüs le gitmek için yol parasını vereceğiz) eger ki bizler o kadar altını akçayı o otobüse takmış olsaydık var ya, o otobüs bizi aldımı taa Fizan a kadar hemi götürüp hemi de getirirdi. Oysa, biz bacın gil in misafiriyiz, bilmem anlatabiliyor-mu-yum? her ne hikmetse bizden de yol parasını talep eden de kardeşin Hüseyin oluyor!… “yahu, Hatice hanım, kardeşin Hüseyin bizden yol parasını talep ettiği sıra “var ya, o’nun yanın da hemi bacın Zekine hemi de enişten Hüseyin de vardı, vardı ama koyun un kaval dinlediği gibi – o’nlar da kardeşin Hüseyin i dinliyorlardı. ____________________________________________________________________________ Yusuf Aslan. Sayfa: 71. Benim aklımı kurcalayan, ortada sorumsuzca bir durum vardı. O’nlar kardeşine” yahu Hüseyin sen niye bunlardan yol parası talebinde bulunuyorsun ki, bunlar bizim misafirimiz, bunlar bizim ile gitse de gitmese de biz zaten gideceğiz, böyle yol parası, mol parası diye ablam gil i kırıp incitme, hemide misaifrden yol parası almak çok ayıptır bile demiyorlar. “diye, Hatice ile bu mevzu yu konuşa konuşa taa eve kadar gelmişlerdi. “Gene” o dik merdiven e yukarı, yükünü almış kamyonlar gibi inileye inileye çıkarlarken, Hatice hanım ın yerine bu sefer de Yusuf, “yahu, bu nasıl merdiven ki bizleri hep yorup duruyor!?... bu apartmanı yaptıran mütehayyit olsun, mühendis olsun hiç mi akıl etmemişler? Hiç mi kendi kendilerine sormamışlar? Biz bu merdiveni böylesine dik yapıyoruz, (ama) biz bu apartmanı sadece gençler için yapmıyoruz, (o’nların) gençlerin haricinde bizim yaşlılarımız da “niye” var dememişler. Hadi, gençler yukarıya çıkarlarda, ya, yaşlılar nasıl çıkacaklar “diye, hiç mi düşünmemişler? Vay o vicdansızların “deyi, neredeyse ileri geri sayacakken, Hatice hanım araya girerek; Yusuf u, mutlak bir yanlış söz söylemekten alıkoymuştu. Nihayet, yukarıya çıkıp da biraz nefeslendikten sonra, Yusuf un annesi yeter hanım, Yusuf ile Hatice ye, biraz evvel Adana dan telefon geldi. Sizin (hemen) Adana ya gitmeniz lazımmış der: Yusuf ile Hatice de, hayırdır - ne olmuşta bizim (hemen) Adana ya gitmemiz gerekiyor derler: daha sonra işin aslını tam manasıyla öğrenirler ki, ____________________________________________________________________________ Elif Kz’ın Kaderi. Sayfa: 72. Evren kafayı çekmiş, onun haricinde artık daha neler yapmışsa, veyahutsa arkadaş gibi gözüken serseri tayfası olan gençler bir şeyler mi içirdiler de Evren kendi kendine zarar verir hale gelmişti?... Yusuf gil Malatya da - Evren ise Adana day dı, ortada arkası karanlık bir durum vardı. Yusuf bir kere daha durum muhakemesi yapıyordu. Acaba, Evren haddinden fazla içki mi içti ya da etraftaki o pisliklerden / piskopatlardan hap falan mı aldı? Veyahutsa Evren e esrar mı içirdiler de - Evren kendi kendinden geçip kendi canı na zarar verir hale gelmişti? “diye, düşüne düşüne işin içinden çıkamaz hale gelmişti. Yusuf, yanında hazır bulunan millete de, Şakir Paşa nın nasıl bir mahalle olduğunu anlatırken gözleri dolu dolu oluyordu ve sözlerine şöylece devam ediyordu. Şakir Paşa mahallesi “var ya” hemi teksas gibi ve hemi de uyuşturucunun kol gezdiği Meksika gibi bir yer: Şakir Paşa mahallesinde, yeri gelir silahlar sıkılır yeri gelir içki eroin ve esrar içilir? Yasa dışı olan bu gibi durumları sivili de resmisi de açıktan açığa görür haldeler? Ama, Allah rızası için, Allah ın bir kulu olsun ya da resmi makamlardan bir yetkili olsun, birileri çıkıp da “ hoop durun bakalım, buralar da neler oluyor böyle deyip de “Şakir Paşa” da yaşanacak bir düzeni sağlayacak kimse yoktur diye üzülüyordu. Hani bir söz var? Alan memnun satan memnun. “yani, herkes halinden memnun du? bir başka deyimle, Şakir Paşa da borusunu öttürene, gemisini yürütene gıpta ile bakılıyor “deyip, sözünü bitirdikten sonra , ____________________________________________________________________________ Yusuf Aslan. Sayfa: 73. Hatice ye de dönerek, çamaşırlarımızı falan hazırla, bavulumuzu, dengimizi tut da yarın Adana ya gidelim, daha olmazsa ben hemen çarşıya gidip otobüs biletimizi alam dediğinde, Hatice hanım da Yusuf a, boşuna çarşıya gidip de bilet Milet alma. (Yarın) biz de Zekine gil ile birlikte gideriz diyordu, (ama) Yusuf bu sözlere içerlemiş bir vaziyette “yahu hanım biz yol da gelirken senin ile ne konuşmuştuk, herhalde konuştuklarımızı unuttun; Beni bırak da gidip biletimizi alam. Hemi de huzurlu bir şekil de şuradan çekip gidek (deyip) sözlerine devam la birlikte, diyelim ki biz, bacın gil ile beraber gittik, o’nlar da misafir falan takmayıp da bizden yol parası alırlarsa “var ya” İşte o zaman (eşek kaçar palan da düşer) “yani, o yol parası “var ya, benim içimde oluşmuş bir çiban olur - büyüye büyüye bir gün seni de beni de yer, hemi de her ikimizi de yer tüketir; hatta, bu şeytan ufak ufak ikimizin de arasını açacak “deyip, Hatice hanım ı ayıktırmaya çalışsa da Yusuf un onca sözleri Hatice hanım ın yanında beş para etmedi, bir kulağından girip diger kulağından çıkıp gitti. (hatta) Yusuf a, mutlak surette bacım Zekine gil ile gideceğiz “diye, direterek, sözünden bir adım bile geri atmadı. Hatice hanım ın (inadıyla birlikte) bu kararlılığını gören Yusuf, daha başka bir şey demeden eşi nin yüzüne bakarak “tamam” şimdilik davayı sen kazandın der; ve devam ederek, şimdilik sen kazandın ama, gelecekte de olumlu veya olumsuz bütün olacaklara da göğüs ____________________________________________________________________________ Elif Kz’ın Kaderi. Sayfa: 74. germek zorunda kalacaksın. Umarım her hangi bir olumsuz kötü şeyler zuhur etmez de bizlerin de arası açılmaz “deyip, sözlerini bitirdikten sonra, annesi de oğlu na (aman) sen de oğul, n’olacak “çok çok” senden 40, 50, milyon lira yol parası alacaklar, varsın alsınlar. Ula yeter ki senin canın sağ olsun. Senden yol parası alsalar da almasalar da o para seni ihya mı edecek? Sen o paralar gibi bir sürü para harcadın, şimdi de harca n’olacak sanki; “deyip, oğlunun bozulmuş olan moralini düzeltmeye çalışıyordu. Bu arada hatice hanım da kalkmış sağda ki solda ki çamaşırlarını toplayarak bavullarına istif ediyordu. Bir ara, Yusuf bacanağı Hüseyin gile telefon ederek, yarın biz de sizinle gitmeye karar verdik, yarın sabah erkenden size gelir hep birlikte gideriz diyordu. Yusuf ile Hatice nin kendileriyle gideceklerini Yusuf un ağzından duyan iki Hüseyinler herhalde çok mutlu olmuşlardır?!... öte taraftan, Adana dan gelen haberden dolayı, Yusuf ile Hatice nin kafaları karmakarışıktı. Ne konuşacaklarını ne yapacaklarını bile şaşırmış üzgün bir vaziyet te sabah ın olmasını bekliyorlardı. Uykuları gelmese de yataklarına girmiş uzanık bir vaziyette öylece yatıyorlardı. Uzun bir gecenin ardından sabahı sabah etmişler “nihayet, tan yeri ağarmış sabah da olmuştu. O günü evdekilerin hepisi sabahın erken saatinde kalkmışlardı. Yeter hanım da bir gayret ile çaydanlığa çay suyunu koyup – kahvaltı yapılması için (hemen) sofrayı hazırlamıştı. Sofra ya hep birlikte oturmalarına rağmen yusuf ile Hatice, ____________________________________________________________________________ Yusuf Aslan. Sayfa: 75. daha doymadan sofradan kalkmışlardı. Çünkü, içlerini de amansız bir kurt vardı, o kurt da o’nların içlerini kemirip duruyordu. Daha sonra, yüzleri solgun içleri buruk bir vaiyette anneleri Yeter hanım a ve kız kardeşi Fatma hanım a, kendilerine gösterdikleri ilgi ve alakadan dolayı çok çok teşekkür edip helalleştikten sonra, hadi alağısmarladık diyerek, her ikisi de zoraki bir şekilde çıktıkları o dik merdiveni, bir aceleyle (sanki de) kuş gibi hemen aşağıya inmişlerdi. Üzerlerinde yük olarak, Yusuf un omzunda asılı bir çanta, ellerinde de ağzına kadar dolu olan iki adet poşeti vardı… Hatice hanım da ise her iki ellerinde iki poşet ile birlikte “turhan emeksiz”e aşağı oradan da çevre yolu nu karşıya geçerek Kubilay ilköğretim okulu nun karşısında ki aparmanlarn birinde oturan Hüseyin gil in oraya gelmişlerdi. Yusuf ile hatice o apartmanların oraya geldiklerinde, Adana ya gidecek olanlar da bütün hazırlıklarını tamamlamış, o’nları bekliyorlardı. Eee, o’nlarda geldiğine göre yola gidecek yolcular da böylece tamamlanmıştı. Münübüs ün önünde ki koltuğun haricinde birde arkasında üç ya da beş kişi lik koltuğu vardı. Münübüsün öünede ki koltuğa ve arkasında ki koltuğa gelinler ile kızlar geçip oturunca, Yusuf a da koltukların arkasındaki yere oturmak düşmüştü; bacanak olan Hüseyin de münübüsü çalıştırdıktan sonra, hep birlikte birbirlerine hayırlı yolculuklar dileyerek, Malatya dan Adana ya doğru yola çıkmışlardı. Münübüs Malatya yı çıkarken (kayın ) olan Hüseyin ortaya laf atarak; ____________________________________________________________________________ Elif Kz’ın Kaderi. Sayfa: 76. inşallah, bu gün Adana ya vardık mı yarın da erken den kalkıp ver elini, doğru Mersin e, Mersin e denize gideriz diyordu: Hüseyin, lafı nı böyle sürdürürken Beyler deresi ni geçmişler Adana Ankara yol ayrımına kadar gelmişlerdi. O yol ayrımı nın her iki tarafında olmak üzere karşılıklı (petroller) akaryakıt istasyonları vardı. Hüseyin de hemen önünde ki petrol ün birine girerek akaryakıt almak istiyordu. Münübüs petrole girince, (kayın) Hüseyin de hadi beyler pamuk eller cebe diyerek, münübüsün içindekilere sesleniyordu. Hüseyin, millete hadi beyler pamuk eller cebe diyordu ama, Yusuf un haricinde para verecek hiç kimsede yoktu. Pamuk eller cebe (lafı) direk olmasa da dolaylı bir şekilde yusufa söylenmiş olunuyordu. Eee, Yusuf da o kadar cahil biri değildi ya; hatta kendisi de Arif e tarif gerekmez diyerek, elini cebine atıp bir miktar para çıkardıktan sonra, kaynı Hüseyin e al kaynım al, ablan Hatice ile benim hakkıma düşen cürümümü diyordu. Yusuf para yı uzatırken, kaynı Hüseyin de Yusuf a, Yusuf sen 50, milyon lira verirsen yeter diyordu. Yusuf tan para istemeleri hakçamıydı yada haksızcamıydı, bu ayrıca tartışılır bir konu olsa da gene de ağırına geliyordu. Ancak, Yusuf tan ısrarla hala 50, milyon lira isteyen (kaynı) Hüseyin e Yusuf un cevabı ise, bre kardeşim, Malatya dan Adana ya bir yolcu bileti 20, milyon lira olduğuna göre, Eee biz de “yani” ablan la ben iki kişi yiz, iki kişinin yolcu parası ise 20, milyon lira dan 40, milyon lira eder deyip - iki adet yirmi liği uzatarak kaynı na vermişti. ____________________________________________________________________________ Yusuf Aslan. Sayfa: 77. Hüseyin de Yusuf tan parayı aldıktan sonra münübüsten aşağıya inerek depo ya mazot doldurtan eniştesi Hüseyine verir. O Hüseyin de “yahu ayıp mayıp olur demeden bile parayı usulca alıp cebine koyarken, Yusuf da camdan ağrı o’nları seyrediyordu. Hemen oracıkta münübüsten aşağıya inmek, o’nlarla birlikte gitmemek geçiyordu içinden... münübüsten biran önce inip Adana ya giden her hangi bir vasıtayla gitmek istiyordu: ama o’nları bırak kendi eşi ne bile gücü yetemez olmuştu. (sanki de) Yusuf un ağzı mumlanmışdı da hiç kimseye bir şey demiyordu / daha doğrusu diyemiyordu. Ama içinden içinden yüreği de şişmiş patlayacak hale gelmişti. “yine içten içe düşünerek kendi kendine, ula kaynım olacak kayın müsveddesi Hüseyin, sen bu adamın avukatımıydın , yoksa sen bu adamın muhasebecisi miy din, hemi de benden yol parası istemek senin üzerine vazifemiydi / farz mıydı “diye, düşündükce başına bir ağrısı çöküyor, durduk yere hasta oluyordu. Münübüsün iki sıra koltuğundan başka oturacak koltuğuda yokturdu. O sebep ten arka taraf ta yerde oturan Yusuf, o haline de üzülüyor - düşündükce gitgide baş ağrısı da çoğalıyordu. baş ağrısının çoğalmasından olacak ki “hemen, olduğu yere uzanıp uyumak istiyordu. Bir müddet öyle uzanık vaziyette yattıktan sonra, kafasının karışıklığından olacak ki uyuyamayıp geri kalkmıştı. Bu arada Maraş hudutları içine girmişler hatta piknik alanı gibi bir yer olan çamları bol bir yerde durarak? ____________________________________________________________________________ Elif Kz’ın Kaderi. Sayfa: 78. Yol da lazım olur diye de aldıkları kilim in birini yere sererek üzerine ekmek, peynir, domates, salatalık, kavun, karpuz gibi yenecek hafif yemekleri dizerek hep birlikte oturup bir şeyler yemeye başlamışlardı. Ama, Yusuf un canı sıkkın olduğundan olacak ki (yemekten) herkesden en son kalkacak adam en önce kalkmıştı. O’nun yemekten erkenden kalkmasına, oradakilerin hepisi de şaşırmışlardı. Ama, ne o’nlar (yusuf a) neden erken kalktın, ne de Yusuf, o’nlara bir şey söylemeden yol kenarın da park edilmiş olan münübüsün yanına giderek, yoldan gelip geçen arabaları seyretmeye başlamıştı. Yusuf, yoldan gelip geçen arabaları seyrederken, demek ki hayli zaman geçmiş ki - yemek yiyen digerleri de münübüsün yanına gelmişlerdi. Hep birlikte münübüse binerek (tekrar) hareket edip yollarına devam etmişlerdi. Zaten, adana ya da varmalarına iki saat kadar azbir zaman kalmıştı.. her iki Hüseyin ler birbirleriyle konuşurlarken, birazdan Adana ya vardık mı bu gün evde kalır – istirahat ederiz. inşallah, yarın da Mersin e denize gideriz. Deniz e gittikmi de öyle eskisi gibi münübüsün içinde yatacağımıza / rezil rüsva olacağımıza günlüğü 50. 60, milyon liradan bir pansiyon kiralarız. Hemi de günlük yiyecek içecek masrafımızı bir kişi yapsın, deniz safası bittikten sonra herkes de kendi hakkına / payına düşen parayı versin. “böyle iyi olmaz mı” diye, birbirleriyle yapacakları işlerin planı nı yapıyorlardı . üstlerine üstlük (sanki de) zafer kazanmış bir komutan gibi birde keyf ile ____________________________________________________________________________ Yusuf Aslan. Sayfa: 79. gülüşüyorlardı. Bu iki Hüseyin ler in konuşmalarını ve konuşmalarıyla birlikte keyf ile o gülüşmelerini seyreden Yusuf. Kendi içinden o’nlara gülün gülün, son gülen iyi gülermiş, “diyor ve ekliyordu, şunlara bak sen hele, bizim de deniz e gideceğimizi hesaba katıyorlar. Hele bi Adana ya varalım da deniz e kim gidiyor kim gitmiyor? Her şey orada belli olacak “diyordu, Yusuf böyle düşüne düşüne Osmaniye yi geçmişler Ceyhan a doğru yaklaşmışlardı. Münübüs ün içindekiler “yav Yusuf, sen Malatya dan bu yannı ne konuştun ne de her hangi bir mevzuya katıldın. (Söyle bakalım) Allah aşkına senin neyin var da hiç konuşmuyorsun. Yoksa hasta falanmısın diye soru soruyorlardı ki. Yusuf da o’nlara , her hangi bir şeyim yoktur - ancak başıma öyle bir ağrı çöktü ki, taa Malatya dan bu yannı hiç ara vermeden hep ağrıyıp durdu. Yani, başım ağrıdığı için sizlerinen her hangi bir laf a birlikte iştirak edemedim deyip – içini bir ağaç kurt u gibi kemiren içindeki o gerçeği o’nlar a söylemiyor / gizliyordu. Nihayet bir müddet sonra “Şakir Paşa” ya Yusuf gil in evi nin önüne gelmişlerdi. Yusuf, Malatya dan Adana ya kadar koltukta oturmayıp da yerde oturduğu için vücudunun her tarafı tutulmayla birlikte ağrımıştı da. Ayağa kalkması da bir hayli meşakkatli olmuştu. Nihayet zar zor bir vaziyette ayağa kalkıp aşağıya inebilmişti. Kendi kendine söylenerek, bre oğlum Yusuf, sen bu inat karı nın aklına uymayıp da otobüsle gelseydin? Belki de, bu kadar her tarafın ne tutulurdu ne de ağrırdı; ____________________________________________________________________________ Elif Kz’ın Kaderi. Sayfa: 80. sen kalk münübüsle gel, hemi de kuru yerde gel, birde üstüne üstlük hemi de paranı ver – ondan sonra da işte böyle her tarafın tutlsun / ağrısın, sana hemi iyi oluyor hemi de çok güzel oluyor deyip - Yine, kendi kendine mırıldanarak bre oğlum Yusuf, demek ki bu da senin kör kaderin miş, eger ki kaderin kör olmasaydı? İşte böyle rezil rüsva durumuna düşmezdin diye, aklından da geçirmeyi ihmal etmiyordu; münübüsten indiklerinden sonra Malatya dan getirdikleri eşyalarını da indirdikten ve yol arkadaşlarıyla da helalleştikden sonra, Hüseyin de münübüsü sürerek (kaynı) Hüseyin gil in oturduğu “Emek” mahallesine doğru heraket edip giderler. Yusuf ile Hatice yol yorgunluğuna rağmen getirdikleri eşyalarını evlerine taşırlar - eşya taşımalarının ardından ellerini yüzlerini ve ayaklarını yıkarlar daha sonra da her biri bir divan ın üzerine uzanıp yol yorgunluğunu atmaya çalışırlar. Bir müdet o vaziyet te öyle uzanık durduklarından sonra, (zaten akşam da olmuştu ki) acıktıkları için el öğünden bir az parça ekmek, peynir -domates - biber çıkarıp yerler, daha sonra gene her biri bir yere düşüp yatarlar. Ertesi günü bacanak Hüseyin ile eşi Zekine, Yusuf gil e gelip denize gidip gitmeyecekleri için fikirlerini alıyorlardı. Hatice hanım ın ise deniz e gitmekten yana gönlünün olduğunu, ancak her ne kadar denize gitmekten yana gönlünün olduğunu söylesede, yine de Yusuf bilir diyordu. çünkü o’da biliyordu ki “Yusuf o denize gitmek istemiyordu / gitmeyecekti ____________________________________________________________________________ Yusuf Aslan. Sayfa: 81. de. İşte o sebepten dolayı deniz e gidip gidemiyeceklerini Yusuf bilir diyordu. o deniz e gitmek de eger ki Yusuf a kaldıysa? “sanki de” Allah a kalmış gibi olacaktı. Çünkü, o’nların Yusuf tan yol parası almaları Yusuf a çok ağır gelmişti. Yusuf kendi kendine söylenerek, ben den yol parası almayıp da aha bura dan öte tarafa her ne kadar masraf olsaydı “hah işte o zaman başım gözüm üstüneydi diye, hep düşünüyordu. Ama, bu olanlardan sonra deniz e gitmeyi de hiç düşünmüyordu. Bacanak Hüseyin ile baldızı Zekine, her ikisi de birlikte, Yusuf a çöküntü yapsalar da, (gel etme eyleme) hep birlikte denize gidelim deseler de, Yusuf, bir kere kafa ya koymuştu? O deniz in suyu altın suyu olsa, kumları da altın olsa, hatta, her adım attıkca ayağıyla altın toplasa “yine de o’nlar la o deniz e gitmeyecekti. Yusuf, laf ı dönderip dolaştırmadan bacanağıyla baldınıznı (kibar ca) ret etmişti. Yine de, Yusuf ile Hatice ellerinden gelen misafir perverliklerini göstermişlerdi. Yusuf dan ret cevabı nı alan Hüseyin ile Zekine bir az daha oturduktan sonra, “zaten alacakları cevabı da almış olduklarından dolayı kör pişman bir vaziyet te kalkıp “emek” mahlesindeki kaynı Hüseyin gil e giderler. O’nlar gitmişlerdi ama, Hatice hanım ın yüzünde ki o eskisi gibi gülücükleri kalmamış, yerini, ekşimiş pırhımış bir yüz ifadesi almıştı. “Hani bir laf vardır ya, keser döner sap döner, gün gelir hesap döner. Hah işte, bu da öyle bir şey olmuştu. Yani, Yusuf un Hüseyin gil ile gitmeyelim, eger ki o’nlar la ____________________________________________________________________________ Elif Kz’ın Kaderi. Sayfa: 82. gidersek, o’nlar bizden yol parası almayı düşünüyorlar, oysa ki hala biz o’nların misafiriyiz? “bir örnek verecek olursam? Birileri kalkıp gideceği bir yer e giderlerken, birlikte misafirini de götürüp daha sonra da döner misafirinden yol parası isterlerse “var ya, o misafire karşı yapılacak en büyük saygısızlıktır. Diye çok söylediyse de Yusuf un sözü Hatice hanım ın yanında beş para etmemişti. Ama, şimdi fırsat Yusuf un eline geçmişti ve son sözünü de, biz deniz e gitmiyoruz. Eger ki Hatice hanım deniz e gitmek isterse, (deyha) orada yollar - istediği yoldan deniz e gidebilir; diyor du ve eşi Hatice hanıma da yol göstermeyi ihmal etmiyordu; sonuç itibariyle Hatice hanım ın Yusuf a karşı gelmenin bedelini böylece ödemiş oluyordu. Hüseyin ile Zekine gil kalkıp gittiklerinden bir müddet sonra, kaynı Hüseyin, Yusuf a telefon ederek birlikte deniz e gitmeleri için epeyce laf edip dil döker, ama o’nun o kadar dil dökmesi nafileydi. Çünkü, Yusuf verecek kararını vermişti, o deniz e gitmeyecekti. Ertesi günü her iki Hüseyinler ve aile fertleri sabah erkenden kalkarak Mersin tarafında bir yerlere denize gitmişlerdi. (güle güle gitsinler) deniz e gittikleri yer de günü birlik olmak üzere birde pansiyon tutarlar, sonuç itibariyle, o’nlar bir keyf ile deniz safası yapsalar da, yanlarında Yusuf ile Hatice nin olmayışından dolayı içlerine sinmez. İçlerine sinmediği için tutar telefon açarlar – Zekine hanım ablası Hatice ye, ablacığım buralar çok güzel, deniz çok güzel, sadece güzel olmayan bir şey var sa, ____________________________________________________________________________ Yusuf Aslan. Sayfa: 83. o’da sizlerin bura da olmayışınızdır, lütfen bir arabaya binip de buraya gelin diye “adeta” yalvarıp yakarsa da, Malatya da ki gibi Hatice hanım ın Yusuf a artık gücü yetmiyordu. Deniz e gidip safa sürmeyi bir kenara bırak, bu yol para sı yüzünden karı koca nın araları bile açılma noktasına gelmişti. Hatta Yusuf ile Hatice bu sebepten dolayı birbirleriyle zaman zaman dargın olsalarda, zaman zaman kırgın olarak yaşasalarda ? hemi candan hemi maldan olanlar hesabı, bunlarda (öyle) benzer bir duruma düşerek, huzurlarından olmuşlardı. Yusuf ile Hatice yıllarca birbirleriyle zıt bir hayat yaşadıktan sonra kendilerine gelerek (bu aralar) daha yeni yeni araları düzelmeye başlamıştı. “Eger ki bir örnek verilecek olursa? Bir taraf güllük gülüstanlık içerisinde, bir elleri yağ da bir elleri bal da, şen şakrak bir vaziyette hayatlarını sürdürürlerken; diger bir taraf da o birileri için hayatları berbat, yaşamları ise zehir zıkkım olmuştu, yani, Yusuf ile Hatice ye böyle bir yaşam Allah tan revamıydı? Ya da bir başkaları için, (bunlar) ızdırap çekerek acı dolu günlermi yaşamaları lazım dı, hiç olacak şeymiydi yani; Yusuf kendi kendine içerlenerek, ah ahh Hatice hanım ne olurdu yani, biraz taraf tumasan da bağımsız olarak düşünebilseydin? İşte o zaman o kör dügüm de çözülmüş olur – böyle yıllarca birbirimizle ne dargın ne de küsülü olurduk diye kendi kendine dertleniyordu. İşte, yıllar sonra akılları başlarına gelip birbirleriyle hemi konuşur ve hemi de kavgasız bir yaşam sürdürdükleri ____________________________________________________________________________ Elif Kz’ın Kaderi. Sayfa: 84. için bu hallerine şükür etmeleri gerekiyordu. Yusuf, da, Umarım bundan sonra araya başka bir kara kedi girmez de rahat bir hayat yaşarız diye Allah a dua ediyordu. Yusuf ile Hatice, Malatya dan Adana ya geldikten sonra gönülleri kırılmış moralleri bozulmuş olduğundan dolayı yıllarca Malatya ya gitmediler. Malatya ya gitmediler ama her hangi birileriyle küsülü müsülü oldukları için değil, (sadece) başlarına gelen bu olaydan dolayı kendi kendileriyle barışık değillerdi. İşte o yüzden Malatya ya gitmiyorlardı. O yol parası alma olayının üzerinden yıllar geçmiş, insanların içinde ki kırgınlığı az çok küllenmiş olup, memleket özlemi de artınca, aile efratı Malatya ya gitmek için babaları ve anneleri olan, Yusuf ile Hatice nin gönlüne girerek Malatya ya gitmeleri için “o’nlardan tamam gidelim” yanıtını aldıklarından dolayı bütün tedariklerini görmüşler, arabalarına da eşyalarını yükleyip eşi , oğlu, kızı, gelini ve torunlarıyla hep birlikte yola çıkmışlardı, Ceyhan, Osmaniye, Bahçe derken, Gavur dağı nı aşarlar, Maraş bölgesine vardıklarında Narlı yı gösteren levha yı oğluna gösteren Yusuf. Aha buradan narlı ya sap da oralarda bir yerlerde durup hemi şu çocukların karnı nı hemi de biz karnımızı doyurak diyordu ki tam o arada narlı yol ayrımını geçmişlerdi. Narlı ya sapacak (daha) yol ayrımı olmadığı için Antep e doğru ilerliyorlardı, Yusuf, oğlu Gültekin e, niye narlı ya sapmadın diye sorduğunda, Gültekin de ileride bir yol ayrımı daha var – oradan saparım dediysede, (Yusuf) bir ____________________________________________________________________________ Yusuf Aslan. Sayfa: 85. daha yol ayrımının olacağına inanmamıştı. Artık sürüp gitmekten başka yapacakları hiç bir şey de kalmamıştı. Ha şura senin ha bura benim diye diye narlıya doğru yol gösterecek bir levha aradılar ama, maalesef öyle bir levhaya rastlamadıkları gibi gide gide de Antap e yaklaşmışlardı. Hatice hanım (eşi ne) yav Yusuf, Allah aşkına biz böyle nereye gidiyoruz” diye sordukca* Yusuf da Antep in baklavası dünyaca meşhur olduğu için Antep e baklava almaya gidiyoruz deyip - birde söylediği lafı nın üstüne laf ekleyerek, biz, sade baklava almayacaz, alacağımız baklava nın üzeri “var ya, hemi de dondurmalı baklava olacak diye esprisini de patlatıyordu. Bir müddet daha gittiklerinden sonra Antep e girişte ki ışıklarda kırmızı ışık yandığı için, trafiğe riayet ederek dururlar” ama, hemen önlerinde bir tanker kamyonu da durmuştu. Yusuf, tanker kamyonu nu seyrederken, tanker in şöförü de şöför mahallinden inip (doğruca) Yusuf gil in yanına gelerek Antep in havaalanı na ne taraftan gidileceğini soruyordu, Yusuf da şöföre, aha bu ışıklardan sağ a doğru dön, doğruca sür git - daha sonra önüne Antep in havaalanı çıkacaktır diye, şöföre yol gösteren Yusuf a da arabanın içindekilerin hepsi birden “ yahu, kaybolan biz iz, biz “yani biz kaybolduk, eger ki biz bu yolları bilseydik taa Anteplere kadar gelmezdik; bizler kaybolduğumuz halde nasıl olur da sen bu adama Antep in havaalanı nı tarif edersin. “hani derler ya, tırnağın var ise önce kendi başını kaşı: sen kendin yol bulamazken, ____________________________________________________________________________ Elif Kz’ın Kaderi. Sayfa: 86. kalkıp ele yol gösteriyorsun dediklerinde, Yusuf da başta eşi olmak üzere ve bütün çocuklarına, sevgili eşim ve de sevgili çocuklarım, bakın size bişey diyeceğim” evet, Gültekin in sayesinde yol gösteren levhaları göz göre göre geçip taa Antep lere kadar geldik (ama) ben de sizin sandığınız kadar saf birisi değilim. Gene Size bişey diyem? Hele şu başınızı bi kaldırıp da karşınızdaki trafik levhalarına bir kere bakın bakalım? Trafik levhaları, Antep in havaalanı nı hengi yöne doğru gösteriyor dediğinde, arabanın içindekilerde (bu adamlar nereye bakıyorlar) hesabından, başlarını kaldırmış hep birlikte trafik levhasına bakıyorlardı. Ve ve bakarlar ki, Yusuf un, tanker şöförü ne tarif ettiği gibi, havaalanı nı tarif eden trafik levhası nın işareti sağ tarafa doğru gösteriyordu. Havaalanı işaretini görenler de, Yusuf a hak veriyorlardı. Yusuf da arabanın içindeki eşi ne ve çocuklarına” yaa, işte böyle “diyerek, haklı olduğunu ispatlamanın gururunu yaşıyordu. Trafik lambaları kırmızıdan yeşile geçtiğinde önlerindeki tanker sağa doğru dönerek havaalanı tarafına, Yusuf gil de sola dönerek, Antep / Araban a doğru sürüp giderler. Bir müddet sonra Antep il sınırını çıkıp Adıyaman il sınırına girmişlerdi. (ama) o arada torunları Doğukan ile Yusuf kaan dedelerine, dede biz çok acıktık diye sızlanmaya başlarlar. Doğukan pek o kadar sızlanma’sa-da Yusuf Kaan hemi sızlanıyor hemi de ağlamaya başlamıştı ki gene, imdatlarına dedeleri” Yusuf yetişmişti, bir an önce bir lokanta ya kavuşana kadar ____________________________________________________________________________ Yusuf Aslan. Sayfa: 87. torunlarını hemi susturmak hemi de açlıklarını unutturmak adına, aklına ilk gelen “vayloğ dede”nin kerametlerinden birini anlatmak oldu. Yusuf, torunlarına bakın çocuklar bizim orada ulu mu ulu bir zat var dı. İşte bu ulu zat ın pek çok da kerametleri ve mucizeleri var dı. Bizler de bir lokantaya varana kadar - ben sizlere, vayloğ dede nin göstermiş olduğu kerametlerinden birini anlatam da biraz olsun açlığınızı unutmuş olursunuz der; ve torunlarına, vayloğ dede’nin mucizelerini bitirdiğimde biz de o zamana kadar bir lokantaya varmış oluruz” diye, hemi torunlarına, hemi eşi ne, gelini ne, kızı na ve oğluna, bibisi nin kızı (halası nın kızı) Sultan ın başına gelen olaydan ve vayloğ dede’nin göstermiş olduğu mucizesinden inceden inceye anlatmaya başlar. VAYLOĞ DEDE’NİN KERAMETLERİ.(1) Gecenin bir vaktinde, uyuduğu O tatlı uykusundan yüreği yanmış bir vaziyette uyanan dalon Sultan, içinden ağrı (aklınca) düşünerek, hele kalkıp mutfağa gidemde şu yanmış yüreğimi soğutmak için buz dolabından bir yudum soğuk su içem deyip - yatağından kalkarak mutfağa gider. Buz Dolabından aldığı bir şişe soğuk suyu kana kana içtikten sonra geri gelip sessizce yatağına uzanıp uyumaya başlar. Günlerden pazar olduğu için, uykusundan bi hayli gec uyansada yatağından kalkması gün öğlen olmuştu. Nitekim dalon Sultan halsiz bir vaziyette yatağından kalkmasına kalkmıştı, ama kendi bedeni ne rahatsızlık veren ve üzerinde var olan bir eksikliğinde var olduğunun farkına varmıştı. Annelerini görüp’te karşılayan kızı Nuray ile oğlu Murat’ın Ooo günaydın Anneciğim demelerine rağmen, ____________________________________________________________________________ Elif Kz’ın Kaderi. Sayfa: 88. Anneleri Sultan her nedense sağolun çocuklarım deyip canı kadar sevdiği çocuklarına dahi cevap bile verememişti. Annelerinin sıkıntılı ve halsiz durumunu gören çocuklar, Annelerinin sağına soluna geçerek bir sıkıntın mı var Anneciğim diyerek o’na sarılsalar da sonuç itibariyle annelerinin kendileriyle konuşamadığını anladıklarında, Anneleri adına çocuklarda hüsrana uğrayıp üzüntü içinde derin bir kaygıya düşmüşlerdi. Sonuç olarak Sultan’ın sesi kısılmış konuşamaz hale gelmişti. Pazar günü nü o şekilde geçirip pazartesi günü nü iple çeke çeke getiren Sultan, sabah erkenden uyanarak aile Doktor’una gider. Aile Doktor’u birkaç kez hatta birkaç gün muayene edip ilaç tedavisine tabii tutsada “deyim yerindeyse, Alim Allah, Doktor’un ne o birkaç kez muayenesi nede yazdığı ilaçları Sultan’ın sesinin açılması için hiçbir fayda vermemişti!... Sonuçta, Sultan Darmstadt Stadt Krankenhaus dedikleri şehir Hastanesine sevk edilir, birkaç ay da O Hastanede tedavi görür, ancak her ne hikmetse Sultan’ın sesinde her hangi bir düzelme olmaz. Hastalığının yana, az da olsa bir sağlık bulamayan Sultan, bir’de Türkiye’ye gidem deyip uçağa atlayarak soluğunu Malatya’da alır. Malatya’da tedavisini sürdürmeye başladığında bir Fotoğraf stüdyosu önünden geçerken cemakenin içinde Vayloğ Dede’nin resmini görür, durup Vayloğ Dede’nin resmine bakarken gözleri de dolu dolu olur. Sultan, O heyecanla Fotoğraf stüdyosuna girer, ( Fotoğrafcıya) Vayloğ Dede’nin resmini göstererek El ____________________________________________________________________________ Yusuf Aslan. Sayfa: 89. işaretiyle bu Fotoğrafı kaça satarsın der; Fotoğrafcıda her kaç lira dediyse, Sultan’da o paranın iki katını vererek Vayloğ dede’nin Fotoğrafını, içinden gelen O iman ve inançla alır. Sultan Fotoğrafı alıp yolda giderken hemi Allah’a hemi de Fotoğrafa bakarak, Vayloğ Dede’nin ceddine, beni şu hastalıktan kurtarın diye yalvarır. Nitekim O günü, gece rüyasında Vayloğ dede’yi görür. Vayloğ Dede Sultan’ın yanına gelip - gızım sen aylardan belli bu soyha derdi çekiysin, hele şu ağzını aç da bi bakam der; Sultan’da ağzını açtığında Vayloğ Dede İşaret parmağını Sultan’ın ağzına sokar, sağa sola doğru birkaç kere karıştırıp - parmağını ağzından çıkardıktan sonra, tamam gızım benden bu kadar, inşallah bundan sonra sağlığına kavuşursun der; Sabah olup’da uyandığında, Sultan rüyasında gördüğü Vayloğ Dede’yi hatırlayarak kendi kendine mırıldanmaya başlar ve görür ki hemi konuştuğunun ve hemi de eskisinden de daha fazla bağırtlak olduğunun farkına varır. Bu olayı yaşayan dalon Sultan dediğimiz bu hanımefendinin ismi “Sultan Sevim” dir, bu Sultan Sevim de benim bibi,min kızıdır (halam ın kızı)dır. bibimin kızıyla bir telefon konuşmamızda başından geçen bu olayı bana anlatarak bizzati duyduğuma şahit oldum. Hatta bu olay üzerine Vayloğ dede için birde şiir yazdım, bu şiir i okuyam da hep beraberce dinleyelim” diyerek, şirin i okumaya başlar. ____________________________________________________________________________ Elif Kz’ın Kaderi. Sayfa: 90. -------------- DEDEM. Bir ecelle pençeleşip duruyor Dalon sultan herhal dardadır dedem Ne sesi var ne de seda veriyor Dalon sultan herhal dardadır dedem Bu ne bir maraton ne de bir yarış Yüce arşa çıkar bütün yalvarış Şah İbrahim Veli gayrı sen yetiş Dalon sultan herhal dardadır dedem Kurban olam o’nun nur lu yüzüne Tutup parmağını soktu ağzına Kim demiş ki dedem koşmaz özüne Dalon sultan herhal dardadır dedem Dayın oğlu Yusuf duyar yazmaz mı Eli gören mevlam seni görmez mi El aman diyene kucak açmaz mı Dalon sultan herhal dardadır dedem.? deyip şiirini bitirdikten sonra, hep birlikte alkış çalarak dedeleri Yusuf u tebrik etmişlerdi. Yusuf da çocuklarına, çocuklar der;. Sizlerin tanıyıp bilmediğiniz bu ulu zat ı anneniz, şahsen tanımasa da zannedersem o’nu, duymuşluğu vardır. Şimdi Sizler diyeceksiniz ki annemiz nereden tanıyıp nereden bilsin? Hah işte, ben de tam burada sizlere şunu açıklıyam, çünkü açıklamam da fayda var gibime geliyor deyip – sözlerine devam eden Yusuf, çocuklarına sizlerin dedesi var ya, yani annenizin babası göğ Hasan dede. Birde göğ Hasan dede nin kardeşi var dı, o’da Şah Hüseyin dede, işte bunlar her ne kadar çörmali olsalar da (aslen) Hekimhan a bağlı mezirme köyünden olup hatta vayloğ dede gil ile amcazade olduklarını? ____________________________________________________________________________ Yusuf Aslan. Sayfa: 91. Bu dedelerin oğulları bile zaman zaman birbirleriyle akraba olduklarını çeşitli sohbetlerinde söylerler, hatta bende bu sözleri (zaman zaman) o dedelerin oğullarının ağzından duymuşluğum da var; hee birde, vayloğ dede ile annenizin amcası Şah Hüseyin dede, çeşitli vilayetlerde, kasabalarda ve köylerde her ikisi birlikte Cem de (yürütmüşlerdir) yapmışlardır. İşte bu vayloğ dede nin kerametlerinden bir digeri de aynen şöyle der; ve yine, anlatmaya başlar. VAYLOĞ DEDE’NİN KERAMETLERİ.! Yıllardan 1967. yılıydı. Bir kırmızı kamyon yükünü yükledikten sonra uzun bir yolculuğa çıkıp Vıııın diye ses çıkararak, yükünü zamanında yerine yetiştirmek için yoluna devam eden kamyon sürücüsü ve sahibi, gecenin bir vaktine kadar yol gittiklerinden dolayı her ikisinin de hallerinden belli oluyordu ki yorgunluktan göz kapakları ağırlaşmış, zaman zaman da ( Rezil uyku dedikleri ) O tatlı uyku ile uyumamak arasında gözlerini yumup yumup açıyorlardı. Ancak, kamyonun sahibi bu duruma daha fazla dayanamayarak göz kapakları yumulmuş derin bir uykuya dalmıştı. Hani uyku uykuyu getirir derler ya, kamyon sahibinin horultusuna dayanamayan şöföründe göz kapakları yumulmuş (sanki de) ölüme davetiye çıkarmışlardı. Direksiyon hakimiyeti olmayan kamyon da yoldan çıkarak çukurlara düşüp tümseklerden hoplayıp bir uçurumdan aşağıya düşecekken Allah’tan olacak ki, bir mucize eseri o gürültüye şöför uyanarak frene basıp kamyonu durdurur, uçurumdan aşağıya düşmekten ve mutlak bir ölümden kurtulurlar. kamyon durduğunda kamyonun sahibi de o tatlı uykusundan uyanır ve kendi ____________________________________________________________________________ Elif Kz’ın Kaderi. Sayfa: 92. kendine söylenerek, Dedem aha niyazın deyip - kendi eli ne niyaz eder. Sabah olmasına da az bir zaman kalmıştır, bir iki saat sonra gün ışıyınca kamyonun sahibi gözle görülen birkaç evin bulunduğu yere giderek oradan bir traktör getirip kamyonu gerisin geriye çektirip yola çıkardıktan sonra traktörcü’nün-de el emeğini ( ücretini ) verip tekrar yollarına devam ederler. Kamyon Malatya ya sağ salim gelir ve yükünü boşalttıktan sonra her hangi başka bir yük almayarak doğruca Fethiye ye giderler, Fethiye ye geldikten sonra, kamyon un sahibi kamyonundan inerek hiçbir yere uğramadan doğruca Alhasın Yusuf’un evine gider, misafir odasında hazır bulunan Vayloğ dede, Alhasın Yusuf’un ablası Alhasın kızı Elif ve 12. Yaşlarında olan Alhasın kızı Elif’in torunu Yusuf da vardı, bundan sonrasını da Yusuf’un gözleri önünde cereyan eden olayları o’nun ağzından dinliyelim. Gıjjik bibi nin (Gıjjik hala)nın oğlu Hüseyin abi misafir odasından içeriye girerek doğruca Vayloğ dede’nin yanına gelip ellerine sarılarak öptü, daha sonra dede’nin dizine eğilip - dedem bi Allah Allah çek de, bir dua et ki ceddiyin sayesinde işimiz rast gide dedi, Vayloğ dede’de bir dua etti ki (sanki) de yer gök iniledi, oradaki hepimizin gözlerinden göz yaşlarımız akmaya başlamış dı, dua bittikten sonra Hüseyin abi cebinden yüz türk lirası çıkararak Vayloğ dede nin oturduğu minderin altına koyup başlarından geçen olayları da aynen şöyle anlattı. Dedem, biz kamyona yükümüzü yükleyip yol da gelirken, gecenin bir vaktinde bende uyumuşum kamyonu süren aha bu Elif bibimin oğlu Hüseyin de uyumuş, ____________________________________________________________________________ Yusuf Aslan. Sayfa: 93. her ikimiz de uykunun içindeyken direksiyon hakimiyeti olmayan kamyon da yoldan çıkıp çukurlara düşerek taştan tümsekten hoplayarak bir uçurumdan düşecekken, Allah tan bir mucize oluyor da, Hüseyin uykusundan uyanıp kamyonu durduruyor, ancak bende o uykunun içinde rüyamda Vayloğ dede mi, yani, seni gördüm., rüyam da sen bana hiç korkmayın ne size nede arabanıza hiçbir şey olmıyacak gün ışıyınca da karşı ki evlerin birinden bir traktör getirin, arabanızı çekip çıkarın, bende Fethiye de kirvem Alhas ın Yusuf un evindeyim dediğinde, işte tam o esnada kamyonun o gürültüsüne uykudan uyandım, sabah olunca da rüyamda senin dediklerini bir bir yapıp - kamyonu o düştüğü yerden çıkarttık, Malatya ya da gelip yükümüzü boşalttıktan sonra o heyecan ile köye geldik, benim aklımda hep o gördüğüm rüyam vardı ( dedem bana, ben kirvem Yusuf un evindeyim demişti ) bende köye gelir gelmez hiçbir yere uğramadan doğruca buraya geldim ve dedemin de (rüyam)da bana dediği gibi kendisini Yusuf ağanın evinde buldum diyen Hüseyin abinin başından geçen bu olayları anlattığına ve Vayloğ dede nin de göstermiş olduğu kerameti duyduğumu bizzat duyarak ve yaşayarak şahit oldum. Deyip - torunlarına da bende bir Şah İbrahim Veli talibi olarak Allahtan dileğim Vayloğ Dede nin Ceddi bizleri ve inananları dar da koymuya, cümlemize erişe İnşallah Allah Allah der ve vayloğ dede ye yazdığı bir şiirini de aile bireylerine okumaya başlar ____________________________________________________________________________ Elif Kz’ın Kaderi. Sayfa: 94. VAYLOĞ DEDEYE Mezirme elinde bir ulu zattır Hediyeli gider vayloğ dedeye Muhammed Ali ye aslı dayanır Sediyeli gider vayloğ dedeye O’nun yeri Şah İbrahim ocağı Her yerde çağrılır o güzel adı Dört bir yandan gelir hastası sağı Eseryeli gider vayloğ dedeye Sıtkı candan çağırsalar adını Her can alır ondan her muradını Lokması helaldir bilmez haramı Fethiyeli gider vayloğ dedeye Der Yusuf tanırım vayloğ dedemi Yüzüne söylerdi içindekini Bilen bilir o’nun kerametini Türkiyeli gider vayloğ dedeye.? Nihayet şiirini bitirir ama, Yusuf, vayloğ dede den anlattıkca anlatır; artık, çocuklar yol boyunca hikaye dinliye dinliye usanmışlardı hatta esnedikce ağızları taa kulaklarına kadar değiyordu sonuç itibariyle çocukların uykuları gelmiş, Doğukan birinin dizine Yusuf Kaan da bir digerinin dizine başlarını koyarak kendilerinden geçip derin bir uykuya dalmışlardı. “Gültekin” de çocukcaz, bir kere narlı yol ayrımından ayrılıp da pazarcık gölbaş ı istikametine doğru giderek yol u yakınlaştırmadığı ve Antep, araban, Besni gibi şehir ve kasabaların yolu nu takip ettiği için, kendi kendi ne hayıflansa da bir kere olanlar olmuştu. Derken Adıyaman Besni ye gelirler. Çocuklar da uyuduğu için, kıyıp da o’nları uyandırmazlar. Ama, Besnili lere gölbaşı na hangi istikamet ten gidileceği yolu sorarlar. Besnili ler de sağolsunlar, ____________________________________________________________________________ Yusuf Aslan. Sayfa: 95. en içten sami mi bir şekilde gölbaşı na giden yolu tarif ederler. Sonuç itibariyle, Besni den çıkıp da bir müddet yol gittikten sonra, gölbaşı na yakın bir yerde, çocuklar uykularından uyanırlar, ama hemi Doğukan olsun hemi de Yusuf kaan olsun acıkmış olduklarından dolayı (neredeyse) ağlayacakları zaman Gültekin de gölbaşı na girmişti. Gölbaşı na girdiklerini fırsat bilen Yusuf da oğlu na, ula aman oğul, ilk gördüğün lokantaya arabayı hemen çekiver diyordu. bu arada da Malatya yolu üzerinde aile ye mahsus bir lokantayı görüp - hemen arabayı o lokanta nın önüne çekerler. Yusuf gil ailece, (Adana da) ora nın sıcağında buğur buğur terleyip canlarından bile usanmışlardı, birde her tarafları isiliğe kesmişti, ancak gölbaşın da lokanta ya girdiklerinden sonra, arka taraf da balkon kısmına geçerek iki masa yı da birleştirip yerlerine otururlar. Ama Daha aradan on dakika geçmemişti ki hava bulutlanmış ufak ufak da yağmur yağmaya başlamıştı. Yağmur la birlikte hafifce rüzgar da esmeye başlayınca, vücutlarında ki onca isilikler bir an da kavlayıp dökülmüştü. Esen rüzgara ve yağmura dayanamayan Hatice hanım,da orta yere laf atarak kalkıp içeriye mi gidek n’edek diyordu, eşi Yusuf da vallahi hanım, ben bu yaz boyu böyle serin bir hava yı ve böyle bir yağmur u hep özlemişim hep arzu etmişimdir; şimdi ise aha burada, o hep arzu ettiğim hemi serin hava hemi de yağmur var. Bak ne güzel yağmur yağıyor. Ben bu serin hava ile aha bu yağan yağmuru bırakıp da içeriye gitmem. Ama ____________________________________________________________________________ Elif Kz’ın Kaderi. Sayfa: 96. sana da karışmam dediği sıra da, karsonlar gelerek ne yeyip ne içeceklerini soruyorlardı. Çocukların hepisi de ateş de kızarmış tavuk isteyince, Yusuf da karson a, eşi ni işaret ederek, aha şu hanım ile bana da ateş de şöyle nar gibi kızarmış güzel bir tavuk getir diyordu. yemekler de geldiğinde ise açlıktan karınları gurulayan çocuklar - ekmeğin bile yüzüne bakmayıp ekmeksiz nesiz tavuklara girişmişlerdi. Yemek yemeye gelince, Yusuf kaan çarçabuk yediği gibi – o’nun tam tersi olan Doğukan da yavaş yavaş yer di; Yusuf kaan kendi yemeğini bitirince (dönüp) Doğukan ın tabağındaki etlere saldırır. Yusuf kaan ın bu yaptığını gören Doğukan da (dönüp) dedesinin önünde ki et dolu tabağı alarak Yusuf kaan ın önüne koyar. Her zaman ki olduğu gibi “yine, üçünün de aralarında (et yüzünden) bir itiş kakış, bir kavga başlar. (Dede ve torunların) et yüzünden, bu üçünün birbiriyle kavga ettiklerini gören Hatice hanım, kendi tabağında ki etleri torunlarına verir ama, o et de o’nlara az geldiği için Gültekin karson u çağırarak bir porsiyon daha tavuk ısmarlar. Her üçü de O gelen tavuğu yediklerinden sonra, nihayet karınları doymuş kavga da bitmişti. Yemeklerinin üzerine de birer bardak da çay içtiklerinden sonra, torunlarına ağalık yapan Yusuf da karsonların getirdiği hesabı ödeyerek kalkıp dışarıya çıkarlar. Dışarıya çıkarlar ama, çocuklar da ağıl dan boşalmış kuzular gibi sağa sola hoppur hoppur hoplayıp koşuşturarak arabanın yanına kadar gelmişlerdi. ____________________________________________________________________________ Yusuf Aslan. Sayfa: 97. Nihayet hep birlikte arabalarına binip – Gölbaşından Malatya isitkametine doğru hareket ederler. İkindi vakti saat 4. Sularında sağ salim Malatya ya gelmişlerdi. “ilk önce, büyük anne olan Yeter hanım ın yanına uğrayarak orada hoş beş edilip hasretlik giderildikten sonra, Gültekin, eşi ve oğlu, bunlar oradan kalkarak kayın pederi gile hareket ederler. Yusuf gil Malatya ya her vardıklarında, Yusuf un annesi Yeter hanım ın ilk işi hemen banyo yu hazırlamak oluyordu. Yusuf gile de Yusuf, Hatice hadi kalkın da banyonuzu yapın ki üzerinizden yolun yorgunluğu çıka derdi; her zaman olduğu gibi, bu sefer de (aynen) öyle olmuştu. Yeter hanım hemen kalkarak banyo yu hazırlamış, çocuklarının banyo yaparak rahatlamasını sağlamıştı. Yusuf gil banyosunu yapıp da çıkana kadar Yeter hanım çayı da hazırlamıştı. Hep birlikte oturup çaylarını yudumlarken, yusuf un kız kardeşi Fatma, abisi ne abi aha bu anam var ya, sana küsmüş ha, niye küsmüş biliyormusun dediğinde? Yusuf da annesine dönerek, bana niye küstün anaların anası benim güzel anam? Diye, anası na niye küstüğünü sorunca, hemen o arada Fatma söze girerek, abi, abi aha bu anam var ya, senin gönderdiğin o koli koli kitaplara bakarak, bu kitapların içinden biri herhalde beni yazıyordur diye düşünüyormuş. Derken, bende kitabın birini açıp “anama” okudum, baktık ki kitabın için de anam dan fazla fattey hala’m (teyze’m) vardı, hatta daha daha başkalarıda vardı. İşte bu sebepten dolayı anam sana küsmüş. ____________________________________________________________________________ Elif Kz’ın Kaderi. Sayfa: 98. Birde anam var ya, bu kitabın birine komple beni niye yazmamış diyor - dediğinde, Yusuf da annesine, benim güzel anam sen bunun için mi küstün bana diye, annesinin boynuna sarıldığında, Yeter hanım da yok oğul, yok küsmeye küsmedim de “Garip Mirto” diye bir sürü kitap çıkarmışsın, çıkardığın o kadar kitaplardan birine tamamen beni yazsaydın ne vardı yani” diyordu. Yusuf da annesine benim güzel anam “Garip Mirto” diye yazdığım kitap (var ya) bir romandır, yazılan bir romanda da öyle bir kişiyi yazmakla olmuyor, “örneğin” bizler küçükken Elif anam bizlere güzel güzel hikayeler anlatıyordu, en çok da “Şah İsmail” den hikayeler anlatıyordu. Elif anam ın anlattıkları bu hikayeler sadece Şah İsmaili mi anlatıyordu? Hayır, sadece Şah İsmaili anlatmıyordu; orada bulunan daha başkalarını da anlatıyordu, yani her şeyi?. Benim yazdığım “Garip Mirto” romanı da senden anlattığı gibi daha başkalarını da anlatmak zorundaydı. Eger ki ben yazdığım bu roman da yazdığım yöreyi ve insanlarını tam teferruatlı bir şekilde yazmazsaydım, işte o zaman bu kitap roman olmazdı ve o zaman hiçbir degeri de olmazdı. Oysa bu kitabın içinde, pek çok yerde senin de ismin geçiyor, hatta senin çocukluk yıllarından alıp taa ki evlenip de çoluk çocuğa karıştığın yıllara kadar, hatta babamız ile birlikte oynayıp da hoptaralellim türküsünü söylediğinize kadar, hepsini inceden inceye yazdım. Sen var ya, bu konuda hiç canı nı sıkıp da boşuna üzülme. Eger ki, ben sadece hep Yeter Aslan deyip de ____________________________________________________________________________ Yusuf Aslan. Sayfa: 99. kitabın her sayfasını Yeter Aslan diye yazıp doldursaydım, işte o zaman o kitabın ne kıymeti olurdu ne de degeri olurdu. Esasen sen şimdi kıymettesin diyerek, annesinin gönlünü hoş etmeye çalışıyordu. Oğlundan ikna edici böyle güzel sözleri duyan Yeter hanımın da biraz olsun neşesi yerine gelmişti. Onun ötesinde gözle görülür bir rahatlama içine girmişti. Bu arada Fatma da annesine bak anneciğim, sen bu vaziyet de daha revaçtasın diyerek moral desteği veriyordu. Kızından da böyle destek alan Yeter hanım, biraz daha rahatlamış görünüyordu – hatta Fethiye’de kültür şenliği olduğunda, (oğluyla birlikte) orada kitap satmayı da düşünmeye başlamıştı bile; annelerinin rahatlamış halini gören Yusuf ile fatmanın da içleri rahatlamıştı. Aradan birkaç gün geçtikten sonra, (Yusuf) Fatma gil deki kitapların yarıdan fazlasını fethiye’ye götürür. Çünkü pek yakın da (Fethiye’de) kültür sanat festivali olacaktı, Yusuf da bir Fethiye li olarak* kendi yazıp da piyasaya çıkarmış olduğu “Garip Mirto” isimli kitaplarını orada, o festivalde satmayı düşünüyordu. Sonuç itibariyle, Yusuf da her Fethiye li gibi orada doğup büyümüş, Amatörce de olsa edebiyat ekseninde (Fethiye li) bir yazar dı. Yusuf un kendi köyü nü anlatan bir kitap çıkarmasına, elbette ki Fethiyeli lerde sevinecektir, hatta ve hatta Yusuf un bu jesti ne karşılık hemi Yusuf u ve hemi de Yusuf un “Garip Mirto” kitaplarını elden önce kendilerinin kapış kapış edeceklerni kurgular kurarak günü nü bu şekilde geçiren Yusuf? Nihayet, Fethiye ye gelmişti. festival başlamadan ____________________________________________________________________________ Elif Kz’ın Kaderi. Sayfa: 100. bir kaç gün önce yegeni Murat ve Serhat ile birlikte kitaplarının banrollerini yapıştırıp festivale hazırlıyorlardı. Bu arada festivalin olacağı gün de gelmiş çatmıştı; festivalin akşam üzeri olacağı için, Yusuf, ikindi vakti festivalin olacağı yere giderek (kendi kitapları için) bir standt hazırlamak oldu. Festivalde daha başka kitap standtlarıda vardı. Yusuf, kitaplarını bir güzelce dizdikten sonra, (Adana)da oğlu Gültekin e yazdırmış olduğu “Fethiye’li yazar: Yusuf Aslan’ın “Garip Mirto” romanı bu standtadır” diye kendisinin ve romanının reklamını yapan afişini de milletin rahatca görebileceği bir yere asmıştı. Festival mahalline tek tük gelen Fethiyeli lerin Yusuf u tebrik etmeleri, hatta pek çok yerden yazarlar çıkıyorda? Fethiye gibi güzel bir köyden neden bir yazar çıkmasın diyenler olduğu gibi daha da ileriye giderek sevinçlerini göstermek adına Yusuf a sarılarak tebrik edenler bile vardı. Sonuçta, hepimiz de aynı köylüyüz, birimizin neşesi hepimizin neşesi olduğu gibi birimizin acısı da hepimizin acısı oluyordu. Daha doğrusu Yusuf böyle düşünüyordu. Çünkü Yusuf, yıllar önce köyde yaşarken? o zamanlar köyde ki insanların birbirine bağlılıkları hep böyleydi. Ama aradan çok uzun yıllar geçmişti, o zaman ki sapa sağlam duran köylülerin birbirine olan bağlantı köprüsünün altından nice sular akmış Yusuf un düşündüğü “Mozart” köprüsü gibi olan o sapa sağlam köprü (belki de) yıkılmıştı. Ya da insanları sıkı sıkıya biribirine bağlayan o köprü acaba daha öyle sıkı sıkı ya duruyormuydu. ____________________________________________________________________________ Yusuf Aslan. Sayfa: 101. Diye, düşünen yusuf’un karşısına, çok değil iki ya da üç saat sonra gelecekti / çıkacaktı. Fethiye türkü festivali, köyün oyun yeri denilen ve birde beş gözlü oluğundan günün yirmi dört saati suyu akan büyük pınarın olduğu yerde oluyordu. Hemen, çeşmenin olduğu yere büyük bir sahne hazırlanıp, sahnenin karşı tarafına doğru da, silo nun veli nin dutlarının olduğu yere kadar sandalyeler dizilerek – protokol ile sivil halkın oturacakları yerler ayrı ayrı hazırlandıktan sonra, festivale gelen misafirlerde yerlerini alıyorlardı. Yine, silo nun veli nin dutlarının olduğu yerden tutun da taa ki çarşıya kadar, cadde boyu sağlı sollu olmak üzere her iki tarafta da çeşitli standtlar kurulmuştu. Orada kitapçısın dan tutun da kebapçısı na kadar her ne ararsan kolaylıkla bulabileceğin standtlar mevcut tu, en fazla da dönerci tezgahlarının yanı başında şişe şişe bira satan tezgahlar kurulmuştu. Esasında, olmaması gereken tezgahlardan birisi ise işte bu bira satan tezgahlar olacaktı; çünkü içilen içkiler şişe de durduğu gibi durmuyordu. Festivale gelen halk ın çoğu da genç nüfus du. İçki içen bu gençler den rahatsızlık verenler olduğunda, (hemen) anında müdahale edilmesi için kolluk kuvvetlerinin de hazır kıta olmaları (ayrıca) sevindirici bir durumdu; çünkü festivale gelen ahali kendilerini güvence altında hissettiğinden gönülleri rahat bir şekilde festivalin tadını çıkarıyorlardı. Başta Fethiye’liler olmak üzere çevre köylerden, kasabalardan hatta Malatya dan gelen misafir seyircilerle azar azar festival meydanı dolmaya başlamıştı; ____________________________________________________________________________ Elif Kz’ın Kaderi. Sayfa: 102. bu gelen misafirlerin haricinde, chp Malatya il başkanı ve milletvekili sayın. Mevlüt Aslanoğlu da teşrif etmişlerdi. bir azim ve şevk le gelen misafirler hemi sivil halkın olduğu yeri ve hemi de protokolün olduğu yeri doldurmuşlardı. Sahnede ise her zaman ki tanıdık simalar vardı; örnek verecek olursak, bunlardan biri “Sevcan Orhan” hanımefendi, bir digeri ise (her zaman) türküleriyle gönüllerimizi feth eden “Muharem Temiz” beyefendi vardı. Muharem Temiz beyefendi söylediği türkülerinin ardından kendisini alkışlayan halka teşekkür ederken, aklındaki söylemek istediklerini de araya şıkıştırarak, halka, sevgili dostlar -gelecek seçim de ben de Milletvekili adayı olmak istiyorum ve size soruyorum, gelecek seçimde beni de milletvekili seçerek meclise göndermek istiyormusunuz? Diye halka, kendisinin de Malatya Milletvekili olmak istediğini söyledikce; halk da dinledikleri türkülerle coşa gelerek (tamam dercesine) alkışlamaları Muharem Temiz’i tabi ki memnun ediyordu. Zaten o’nun da halk dan beklediği böylesi alkışlardı; böyle, hemi tezahurat hemi de uzun boylu alkışlanması, kendisi için olumlu bir havaydı, hatta bu alkışları duydukca, kendisi bile milletvekili olacağına kesin gözüyle bakıyordu. Ancak “evdeki hesap çarşıya uymaz” diyenlerin hesbı gibi olmuştu ve evdeki hesap çarşıya uymamıştı; sonuç itibariyle, Muharem Temiz beyefendinin siyasi hayatı sadece Malatya milletvekili adayı olmak istediği hafızalarda kalmıştı. İlerisi nin ne getireceğini bilmediğimizden dolayı da her hagi bir şey de söylemek yanlış olacağı için; ____________________________________________________________________________ Yusuf Aslan. Sayfa: 103. Muharem Temiz beyefendi nin sanatçı Muharem Temiz olarak kalmasını canı gönülden istemekle birlikte, halkın gönlünde taht kurmuş biri olarak görüyorum. Bu konuya bir başka taraftan bakmak gerekirse? Diyelim ki, Muharem Temiz beyefendi milletvekili oldu. Eee ondan sonra n’olacak, peşinen söylemek gerekirse? Muharem Temiz sanat hayatında ki gibi halkın içinde olamıyacak; Halkın içinde olamadığı için, halkın sevip saydığı Muharem Temiz başka bir Muharem Temiz olacak? Eee, ondan sonra n’olacak Halkın gönlünde taht kuran kardeşimiz? “örnek olarak diyecek olursak” zaman içinde duvardan birer kerpiç düşe düşe bir gün gelecek ki o duvarda hiç bir kerpiç kalmayacak ve zaman için de yıkılacaktır; işte Muharem Temiz tahtı da o yıkılan duvar gibi bir gün yıkılıp viran olacak yerinde de bayguşlar ötecekti; ancak ki bu kardeşimizin halkın gönlünde sanatçı Muharem Temiz olarak kalmasını, milletvekili olmaktan daha evla olarak görmeyi halk da istiyordu. Sonuç itibariyle Muharem Temiz kardeşimiz siyasetin kirliliğinden uzak kalarak, halkın gönlünde sanatçı olarak, türküleriyle kalmayı tercih etmiştir; fethiye’de türkü festivali bütün ihtişamıyla sürüyordu. Cadde boyu bütün standtlardaki satıcılar gibi Yusuf da kitaplarını dizdiği standtı nın başındaydı. Festivalde ki misafirler Cadde boyunca bütün standtları tek tek dolaşıp inceleyerek – kitap olsun ya da başka bir şeylerden olsun hoşlarına gelenleri alıyorlardı. Zaman zaman Yusuf dan da kitap alanlar oluyordu. Ancak Yusuf un ağırına gelen bir durum vardı ki, ____________________________________________________________________________ Elif Kz’ın Kaderi. Sayfa: 104. O gücüne gelen şey de? Kendi köylülerine hatta akraba oldukları yakınlarına bile kitaplarından satamıyordu; köylülerden bazılarının” Yusuf un yanına gelerek standta ki kitaplarına şöyle göz ucuyla baktıklarından sonra, (sanki de) kaçarcasına sessiz sedasız uzaklaşıyorlardı. Kendi köylüsü olup da öyle sinsice kaçanların arkalarından seslenerek, geri dönüp gelmelerini sağladıktan sonra, “o’nlara” benim güzel köylülerim, ben de sizlerden biriyim ve bir fethiye’li olarak “Garip Mirto” isimli bir kitap yazdım; bu kitabımın içinde, muhit olarak köyümün yüz de sekseni ni yazdım. yine, köyümün insanlarının da yüz de sekseni yazdım. Hatta bu kitabımı bir roman olmanın dışında köyümü ve köylümü anlatan yazılı bir tarih gibi görüyorum” diye her ne kadar dil döktüyse de para etmedi. Yusuf un ısrarlı bir şekilde köyü nü ve köylüsü nü anlatmasını, köylüleri duyduktan sonra, yine de kaçar gibi uzaklaşanların bazılarına seslenerek, yahu arkadaşım, bu kitabın içinde senin babanın da, senin dedenin de, hatta ebe ecdadıyın isimleri yazılı diyordu. Daha başkalarına da, yahu arkadaşım, bu kitabın için de senin amcanın da, senin dayının da, senin teyzenin de, senin halanın da, hatta yedi sülaleniz yazılı; lütfen, gelin de bir kitap alın dedikce; o’nlar da, Yusuf a, yav Yusuf biz kitap mı okuyoruz ki kitap alak diyorlardı. Böyle geri kalmışlık ve olumsuz cevapla karşılaşan Yusuf, pes etmeyerek bir kaçak gibi kaçanların arkasından bağırarak; yahu sizler kitap okumuyorsanız, yine de bir kitap alın, ____________________________________________________________________________ Yusuf Aslan. Sayfa: 105. evinizin bir köşesine de koyun. Gün dolanır zaman geçer – bir gün evinize yabancı bir misafir gelirse, bu kitabı açıp da okudumu, hemi senin ve hemi de köyümün ve köylülerimin hakkında bilgi sahibi olur; aslı nı nesli ni bilmeyenden hatta okur yazar olmayandan hemi kendine hemi insanlığa ve hemi de dünya ya faydaları olurmu? Tabi ki faydalı olamazlar. Diyordu ve ekliyordu, Cahil insanlarında her daim çevresine zararları dokunmuştur diye arkalarından seslendiyse de, halkın gürültüsünden patırtısından olsun, ya da anfilerin haddinden fazla çıkardığı seslerden olsun, Yusuf un, o’nların arkasından bağırarak söylediği sözlerini duymamışlardı bile; Yusuf da kendi kendine hayıflanarak, ah ulan Almanya sen var ya, fethiye’lilerin hepisini para pul sahibi ettin ama, bak şu köyde ki köylülerime, senden gelen para nın bolluğundan olacak ki başları dönmüş / şaşırmışlar, okumadan yazmadan uzak durdukları bir yana kültür ve sanat tan bile uzak duruyorlar diye kendi kendine söylenen Yusuf, inşallah Avrupada ki köylülerimin çocukları orada okurlar da şu geri kalmışlığı ve cehaleti ancak böylece yeneriz diyordu. Yusuf, böylece düşünürken” karaca köyü nden tanıdık bir simayı görür – o tanıdık şahıs da, yine bir Almancı’ydı. karaca lı tanıdık şahıs da Yusuf u tanıdığından dolayı, Yusuf un yanı na gelerek, kolay gelsin yegenim der; Yusuf da sağol agabey diye karşılıklı konuştuktan sonra, karaca lı bey, Yusuf a, bu festivalde sen de kitap satcılığımı yapıyorsun diye sorurken eğilip- tezgahtan bir de ____________________________________________________________________________ Elif Kz’ın Kaderi. Sayfa: 106. kitap alır - üzerindeki “Garip Mirto” yazısını okuduktan sonra kitabın arka yüzünü de çevirip baktığında, orada ki resmi de görüp arka yazıyıda okuyarak başını da (Allah Allah) diyerek sağa sola çeviriyordu, hemen o arada da dönüp Yusuf un yüzüne bakarak, Yusuf cu ğum böyle bir kitap yazdığın için (önce) seni tebrik ederim ve kutlarım. Ancak fethiye’den kitap yazacak kadar maharetli adam da mı çıkarmış, şaşkınlığım ise işte buna? Vallahi de billahi de hayret birşey yani, duyup işitenlerin inanası bile gelmez deyip o kitabı da alarak parasını fazlasıyla tezgahın üzerine bıraktıktan sonra, hayırlı işler deyip oradan ayrılırken, inşallah Asker arkadaşım Abbas ıda yazmıştırsın diyordu; Yusuf da yazdım Ahmet abi, o’nu da yazdım derken karaca lı Ahmet abi de oradan uzaklaşmış gitmişti. Yusuf, yine kendi kendine hayıflanarak, Fethiye ile karaca nın birbiriyle denkliğini düşünüyordu ki, Derinlemesine bir Ahh ah çekerek, Fethiye de paralı pullu zenginlerin için de olacağına, hatta kendini bilmez bazıları gibi cahil kalacağına, karaca lı gibi okumuş bir toplumun için de olsaydın da, şimdiye kadar bir kitap yerine on kitap yazsaydın iyi olmazmıydı diye düşünürken; yine, tanımadığı birileri standta yaklaşıp kitapları inceledikten sonra, o’nlar da birer kitap almışlardı. Yusuf, bu olumsuz giden gidişatı düşündükce içten içe kahroluyordu, kahroluyordu ama, yine de bir gün bu esaret ve cehalet zincirini kıracağız diyordu; en azından böyle bir umut taşıyordu. Derken zaman ilerlemiş gecenin bir vakti olmuş festivale gelen millet de birer ikişer dağılmaya başlamışlardı. ____________________________________________________________________________ Yusuf Aslan. Sayfa: 107. Sonuç olarak, meydan da bir sahne görevlileri birde birkaç sarhoş la birlikte kitaplarının başında oturan Yusuf kalmıştı. Yine kendi kendine kahrederek söylenen Yusuf, ulan oğlum Yusuf, eger sen Fethiye li olmasaydın, aha bu yazdığın kitap da da Fethiye yi ve Fethiye lilerin tamamını satır satır yazmayıp da bu koca kitabın içine bu köyü ve köylüleri sadece iki satırla geçiştirseydin, şimdiye kadar bu kitaplarını bu millet kapış kapış ederlerdi, tamamı da satılırdı. Hemi de seni baş tacı ederlerdi. İşte sen “var ya, böyle bir milletin bağrından çıkmış (roman yazarı) bir “Yusuf Aslan” olduğun için senin kıymetin olmaz oğlum olmaz diye kendi kendine söylenip dururken, “Biz de yok mu, bizi bize yazacak” diye güzel bir türküsünü de mırıldanmaya başlamıştı bile. BİZDE YOK MU, BİZİ BİZE YAZACAK. Sorgu süal edip bizi yazarlar Bizde yok mu bizi bize yazacak Bizden alıp geri bize satarlar Bizde yok mu bizi bize yazacak İpek yolu bizim papur yolumuz Hasan patirik'tir eski köyümüz Duvarları kerpiç, mertek damımız Bizde yok mu bizi bize yazacak ne paşalar burdan gelip geçmiştir Köyümüze bazı eser katmıştır Evliya Çelebi dahi gelmiştir Bizde yok mu bizi bize yazacak Kulağa hoş gelir elin gazeli Yıkmak gerek (gayrı) çarpık düzeni Ayan beyan sana eyy Kızıldeli Bizde yok mu bizi bize yazacak Gelde tebrik etme bazı insanı İki satır dahi olsa yazanı Yahu be kardeşim her şey paramı Bizde yok mu bizi bize yazacak Demek ki para pul kalem olmazmış Demek ki her baş ta kelam olmazmış Geçmişini bilmez (mahluk) olmazmış Bizde yok mu bizi bize yazacak Arzuhalim size Abüseyf dede Köraha elinde NurAli baba Selam sabah vermeyenler Yusuf a Bizde yok mu bizi bize yazacak? ____________________________________________________________________________ Elif Kz’ın Kaderi. Sayfa: 107. Deyip - Yusuf türküsünü de söyledikten sonra, kültür festivalinde rica minnet ede ede 20,ye yakın sattığı kitaplarından geriye kalan 100,lerce kitaplarını toparlayıp (bir hayvan misali) sırtına atarak - yüreği buruk ve hüzünlü bir şekilde (karanlıklar içinde) yol da düşe kalka evlerine doğru yürüyüp gitmişti. Evlerine vardıktan sonra bir müddet hüzünlü bir şekilde dünceye dalar daha sonra da kalkıp yerine yatar. Yerine yatar ama, köylülerinden gördüğü ilgisizlikten yana şaşkındı? Şaşkın olduğundan dolayı uyuyamaz haldeydi; habre sağa sola dönüp dururken, günün yorgunluğundan olacak ki bir ara kendinden geçip uyumuş gitmişti. Ancak köylülerinin çoğunun, kendisine ve yazdığı kitabına ilgi ve alaka göstermediklerinden olacak ki sabah ın erken saatin de kalkmıştı üzgün olan Yusuf! Kahvaltısını bile doğru dürüst yapmamıştı, hatta odası na çekilerek (pencere)den dikine aşağıya doğru bakarak o güzel köyünü ve köylülerini seyre dalmıştı; öylece seyrederken aklından da geçirdiği pek çok düşünceleri vardı. Kendi kendine söylenerek şöyle diyordu. sizler, beni umursamayıp (paçavra misali) bir kenara bıraktınız, hatta sizler için yazmış olduğum kitabıma bile dönüp bakmadınız. Allah bana ömür verip de, ben de yaşadıkca, hatta sizler, bana, isterse hiç ilgi ve alaka göstermeyin, ben yazacağımı yine yazacağım? Sizler beni takdir etmeseniz bile, bir gün beni bir anlayan, bir takdir eden mutlak surette çıkacaktır diye düşünüyordu. Köyünün devoğlu bölgesinden tutup – köyün üzerinden, küçük tepeden ve Yazıhan ın üzerinden geçerek taa Malatya ya kadar her ____________________________________________________________________________ Yusuf Aslan. Sayfa: 109. tarafı gözü’yle süzüp seyrediyordu. Seyrettikçe kederlenip kendi kendine, hayvah hay – insan oğlu bu kadar mı nankör olur – ya da bu kadar mı karın almamazlığı yapar; çuval la para ya sahip olsalar bile neye yararlar ki? Yani, kendi dibine kölgesi bile düşmeyen bir ağaç misali gibi ya da kocaman dallı budaklı bir ağaç olmuş amma, ne meyvesinden nede odunundan hiç kimseye faydası olmamış? Tesadüfen bir meyve verecek olsa dahi o da çürük çıkmış, hatta bütün her tarafıyı o çürük meyvenin kokusu sarar” diye, kafasının içindeki bin bir türlü düşüncesi, sinema makinasına takılan film şeridi gibi akıp gidiyordu: bu durum ise madalyon un bir yüzüydü, ancak madalyon un bir diger yüzü daha vardı ki? O da bir başkaydı. Yusuf a ilgi ve alaka göstermeyenlere karşı (inatla) kitap alıyorlardı. Hatta, ben bu kitabı okumasam bile kaldırır odamın bir köşesine korum, hemi evimin süsü olur hemi de, gün gelir çocuklarım olsun, torunlarım olsun, açıp okurlarda, Allah ın hayrına hemi köyümüzü hemi de köylülerimizi bu kitabın sayesinde tanımış olurlar Ve bu kitabın sayesinde bilgi sahibi olurlar deyip – hatta parası pulu bile mühim değil, oradan ver bir kitap - ismi de “Garip Mirto” olsun diyenlerin de sayıları küçümsenemiyecek kadar az değildi. Yusuf, Fethiye de olan dünkü festivali böyle inceden inceye düşüne düşüne beyni yorulmuştu. Köyünü de seyrede seyrede gözleri de yorulup küçülmüştü. Hemi beyin yorgunluğu hemi göz yorgunluğu hemi de dünkü festivalin verdiği beden yorgunluğu, her üçü de birleşince uykusu gelmişti. ____________________________________________________________________________ Elif Kz’ın Kaderi. Sayfa: 110. O gece de pek fazla uyuyamayan Yusuf, hemen yanında ki divanın üzerine uzanarak” deyim yerindeyse kirpit gibi geçmişti; uyuyup da uyandığında ise bir hayli zaman geçmiş, neredeyse ikindi vakti olmuştu. Annesi Yeter hanım da durumun farkındaydı, akşam ki o kalabalığa göre ne oğlu ne de oradaki diger satıcılar pek satış yapamamışlardı. Yusuf, uykusundan uyanmıştı ama, gözlerini tavana dikmiş bir vaziyette divan da uzanık olarak yatarken, o bir tarafta da annesinin içine bir kurt düşmüştü, annesi kendi kendine söylenerek* yahu bu oğlan sabahleyin karnı nın doyası bişey yemedi, öğlen vakti de uyuduğu için kaldırmadık, aha neredeyse akşam oldu, şu kapıyı açıp da şuna bakam hele daha uyuyormu, yoksa uyandımı, eger ki uyandıysa iki parça bişeyler götürem de yesin bari diyerek, kapı yı açıp da içeriye girdiğinde, Yusuf da annesi ni görür görmez, buyur ana buyur deyip – yattığı yerden sıçrayarak ayağa kalkar; Yusuf un uyanıp da ayağa kalktığını gören Yeter hanım da (oğluna) kalktığın iyi oldu, yata yata insan rahatsız olur, hemi de sen sabahleyin pek bişey de yemedin, öğlen vakti de uyuduğun için ( kıyıp da) seni uyandırmadık, aha neredeyse akşam oldu hala ac duruyorsun; gelin Elmas bişeyler hazırlıyordu, getirsinde hiç bari bişeyler ye ki karnın tok belin de berk ola; ben senin derdini biliyorum (ama) bu milletin hangisine laf anlatacaksın ki, hemi de pek okumamış cahil kısmına ne anlatacaksın, hemi de ne beklenir cahil kısmından? Gerçi, okumayanlardan birileri de bizleriz, bizler de okumadık, sen ilk okulu bitirdikten sonra gurbete çıktın. ____________________________________________________________________________ Yusuf Aslan. Sayfa: 111. İşte o çıkış bu çıkış, ama sen gurbet ellerde her çeşit insanlar la oturup kalktığın için, zamana ayak uydurarak kendini yetiştirmiş – hatta Allaha çok şükürler olsun ki birde koskoca roman yazmış da köye getirmişsin. Ula oğul, senin bu kitabını bu köylüler isterse alsınlar, isterse almasınlar; en önemlisi ney biliyormusun? Senin bu kitabı yazmandır. Köyünde ki iyi olan köylülerimize hiçbir lafım yoktur. Ama, karnı almayıp da o çekememezlik yapanlar var ya, isterse o’nların çuval dolusu paraları olsun, isterse o’nların bankalar dolusu altınları akçaları olsun neye yarar ki, hemi de senin şu yazdığın kitabın iki sayfasını yazabilirlermi? Tabi ki yazamazlar. O’nlar kim kitap yazmak kim. Hemi de O’nlar kim ki bir kitabın iki sayfasını yazalar; ancak öylelerinden olsa olsa, senin gibi başarıya doğru gidenlerin, gitmemesi için ellerinden gelen gayreti göstererek tekerine takoz koyup önünü kesmektir. Ama sen hiç merak etme, sen de bu azim varken, bu kararlılık varken sen o başarıyı mutlaka bir gün yakalıyacaksın. Başarıya ulaşmanın yolu da buradan” yani, fethiye’den mi geçiyor sanıyorsun? Benim şu cahil aklıma nazaran başarılı olmanın sırrı azimde dir azimde; azmedenler var ya, o başarıyı yakalarlar; eyy - sende de bu azim olduktan sonra, “gel gör ki sen nerelerde, gösterdiğin başarının meyvelerini alacaksın deyip, (birde) Yusuf un önceden misal verdiği bir sözünü hatırlatarak – oğluna , ula oğul hani sen demiyormuydun bana; yav ana bu dünyada yaşayan o yazarlara var ya, yaşarken hiçbir kıymet vermiyorlar, adamların ne adı nı ne de sanı nı anan bile olmuyor; ____________________________________________________________________________ Elif Kz’ın Kaderi. Sayfa: 112. ancak, yaşarken yüzüne bakılmıyan o yazarlar günü gelip de hakk a yürüdükten sonra baş tacı oluyorlar; çirkin i Yusuf u Kenan gibi güzel, kör ü ise şahin gözlü oluyor, ufak tefek, bide topal ise babayigit çamdalı gibi adam oluyorlar, hemi de ülkenin en birinci yazarları oluyorlar diyen sen değimliydin. Gerçi, sizlere gelecek gada nın bela nın tümü bana gelsin. Ben yaşadığım sürece, bizleri yaratan o yüce Allah ım, sizlerin acısını bana göstermesin, sizlere gelecek olan hakk ın emri önce bana gelsin. Ancak, benim sana demek istediğim o ki, birgün sen o başarıyı yakalıyacaksın dediği sırada kapı da açılarak gelinleri Elmas hazırlamış olduğu yemeği tepsiyle içeriye getirmişti. Elmas gelin tepsiyi bir sehpa nın üzerine koyduktan sonra, hadi buyur abi, bişeyler ye de hiç barim mideni tuta; deyip kaynı nı yemeğe buyur ediyordu ki annesi de hadi oğul hadi, kalk da biraz olsun bişeyler ye diyerek, o’da oğlu nun yemek yemesini istiyordu. Hemi annesi nin hemi de gelinlerinin ısrarlarına dayanamayan Yusuf, sofra nın başına geçerek, isteksiz de olsa bişeyler yemeye başlamıştı. Yusuf, azar azarda olsa yemeğini yedikce, annesi Yeterin de içi rahatlıyordu. Dün ki festivalde olumsuz geçen durumdan dolayı kabarmış olan yüreği şimdi biraz olsun enikmişti. Bu arada madalyon un bir diger yüzü daha vardı ki o’da daha başka boyuttaydı. Yani, fethiye’li köylülerin bir kısmı da İstanbul da yaşamaktaydı, en çoğu da avcılar semtinde yaşıyorlardı. Birkaç senedir fethiye’de türkü festivali olduğundan dolayı “Avcılar belediyesi” festivale gidecek olan Fethiyeli,leri götürmesi için bir otobüs ____________________________________________________________________________ Yusuf Aslan. Sayfa: 113. tahsis eder; festival için Fethiye ye gidecek olan Fethiyeli ler de bir araya toplanarak, o belli noktadan otobüse binip Fethiye ye gelirler. Fethiye ye gelen bu Fethiyeli lerin için de Abbas ın oğlu ali, eşi ve çocukları da bulunmaktadır. Zaten Fethiye ye gelen köylülerin hepsi de hemi ziyaret hemi ticaret hesabından olacak ki? Bedavaya geldikleri için hemen hemen hepsi de gelmişlerdi. onların için de Abbas ın oğlu Ali de ailesiyle birlikte gelmişti. Abbas’ın, ne zorluklarla yaptırıp da, vefatından sonra çocuklarına bıraktığı, tepe nin üst tarafında evleri de var dı; ancak bu ev de Abbas ın büyük oğlu Yusuf (Zeynel) oturuyordu; Ali ise İstanbul dan geldiğinde (abi) si Zeynel in oturduğu baba evi de olan o eve gitmeyip de Murtaza amcasının oğlu Hasan gile misafir olmuştu. Ali den biraz bahsetmek gerekirse, Ali dürüst, terbiyeli, efendi, utangaç ve bunun yanı sıra çok da çalışkan biri olan Ali, amcası oğlu Hasanı da sevdiği için o’nların evi ne misafir olarak gelmişti. Zaten en fazla kalsa kalsa iki gün ancak kalacaklardı. Festival bittikten sonra (otobüs) İstanbuldan getirdiği yolcularını alıp geri götürecekti, çünkü İstanbuldan gelen Fethiye’li-lerin pek çoğunun işleri var dı. hemen hemen hepsi de çalışan işçilerdi, işte bu sebepten dolayı festivalin bitiminden sonra hemen yola çıkacaklardı. Ali gil de amcası oğlu Hasan gil de ancak bu kadar zamanları olan, yani o iki günü kalacaklardı. Ancak Hasan ın çocukları ile Ali nin çocukları birbirlerine zıt giderek ara sıra kavga / döğüş ederler; adı üstünde “çocuklar” bu çocukların birbirleriyle olan kavgaları gelinler arasında da olumsuz etki yapmaya başlar. ____________________________________________________________________________ Elif Kz’ın Kaderi. Sayfa: 114. O gelin derki senin çocuğun yaramaz, o bir gelin der ki (yok yok ) senin çocuğun yaramaz. “Haydee “eşek kaçtı palan düştü” çocukların zıtlaşmaları yetmez gibi, birde bu gelinler birbirleriyle zıtlaşmaya başlarlar. Birbirleriyle ileri geri edip kırıcı hal ve davranışlarda bulunduklarından dolayı İstanbuldan gelen gelin çocuklarınıda yanına alıp küser gider. Bu tatsız olayları duyan kayınvalide olan Yeter hanım ile oğlu Yusuf, gelinleri olan Elmas geline, niye böyle tatsız olaylar yaşadınız kızım, şurada duyan işitenler sora ne derler bize ? demezlermi ki, İstanbul dan gelen gelin ile çocuklarını iki gün idare edemedilerde, gelicazı küstürmüşler? O da filanca nın evine gitmiş, hele bakın şunların ettiği insaniyetliğe demezlermi” diye, gelinlerine yaptıklarının yanlış olduğunu söyleyerek nasihatta bulunuyorlardı ki? Yusuf da cebinden not defteriyle kalemini çıkararak; “Anam ın suna gelini” diye bir şiir yazmaya başladığı sıra da küsmüş olan gelin ile çocukları (birlikte) eve geri gelerek çocuklarını da yanına alıp bir kenara oturmuştu. Yeter hanım da kaynı Abbas ın gelini ne hoş geldin kızım, hoş geldin de şu çocukların dövüşmelerinin yüzünden, insan misafir geldiği eve küsüp de gider mi? Hadi sen bir akıla uydun da gittin. “Peki, elin bizler için neler diyeceklerini hiç düşünmedin mi bre kızım. Siz İstanbul dan daha dün geldiniz, nasip olursa yarında gideceksiniz. Her ikiniz de bana bakın; biriniz ev sahibi olarak bir digeriniz de misafir olarak, her ikiniz de çoluk çocukların yüzünden birbirinizin kalbini kırmayın. Hatta birbirinize saygıyla sevgiyle yaklaşın diye nasihat ediyordu ki oğlu ____________________________________________________________________________ Yusuf Aslan. Sayfa: 115. Yusuf a dönerek, sen ne diyorsun bu işe oğlum deyip de oğlunun fikrini de almak isteyen Yeter hanım. Tekrar Abbas ın gelini ne dönüp bişeyler söyleyecekken, (gelin) daha önce davranarak, hadi ben çocuklar için dövüştüm diyelim? Elmas hanımın da kalkıp bizi kovması mı lazımdı, Elmas, bizi evden kovunca, ben de çocukları aldım bir akraba nın evine gittim. O evde de biraz durduktan sonra, hersim de geçince küsüp de gitmenin yanlış olduğunu anlayıp dönüp geri geldim. O’ndan sonra Elmas sözü alarak (kayınvalidesi)ne, ana vallahi ben bunları kovmadım, bu kovma işi de aynen şöyle oldu deyip – Elmas da kendi haklılığını ıspatlamak için konuşmaya başlamıştı. Aha bu çocuklar birbirleriyle kavgaya başlayınca, ben de her iki çocuğa kızdım. Ben kızınca, aha bunun oğlu da kendi kendi ne ifritlenip / cinlendi, bir anda hal ve hareketleri değişti “sanki, bir çeşit oldu. Bu oğlanın da ifritlenip cinlendiğini gören anası, aha bu gelin hatın da (bana) sen benim çocuklarıma bağırıp çağıramazsın. Eger ki bizim burada olduğumuzu istemiyorsan? Biz de çekip gideriz” dediğinde, ben de üff amaan gidersen git dedim. Daha ben lafımı bitirmeden birde baktım ki çocuklarıyla birlikte dikine aşağı gidiyorlar, demek ki bunlarında buradan gidesi varmış da hemen kalkıp gittiler” deyip- Elmas da söyleyecek sözlerini bitirdikten sonra, Yeter hanım da orta yere söyleyerek, ben şimdi hangi geline ne diyem ki, bütün kavgalar / dövüşler aha bu çocukların yüzünden oluyor; eyy bu çocuklarda bizim çocuklarımız olduğuna göre bu kavgalar / dövüşler de burada kapanmıştır” deyip - olayı tatlıya ____________________________________________________________________________ Elif Kz’ın Kaderi. Sayfa: 116. bağlarken oğlu Yusuf a dönüp sen bu işe ne diyorsun diye sorduğunda, Yusuf da anası na, ana senin bu soruna, aha şimdi yazdığım “Anamın suna gelini” isimli bu şiirimle cevap verem diyerek şiirini okumaya başlamıştı. ANAMIN SUNA GELİNİ. Bulunmaz hint kumaşının beziymiş Vefakar anamın suna gelini Hemi de görgülü yerin kızıymış Vefakar anamın suna gelini Sorgu süal edip gönül okşamaz O tatlı canı nı azıcık yormaz Misafire güler yüzü göstermez Vefakar anamın suna gelini Dünya da, her işe aklı eriyor Neler ettiğini harhal biliyor İstediği misafiri kovuyor Vefakar anamın suna gelini Eyy Kul Yusuf gayrı ne eğlenirsin Gün gelecek bir gün sen de gidersin Sen de ettiğinle hep söylenirsin Vefakar anamın suna gelini. Yusuf şiirini okuyup bitirdikten sonra, anasına dönerek, ana sen benim fikrimi sordun, ben de sana aha bu yazdığım şiirimle cevap verdim, inşallah beğenmiştirsin dediğinde? Yeter hanım da, ağzına sağlık oğul, hemi anlamlı hemi de çok güzel bir şiirmiş deyip – gelinlere de dönerek, ben bu şiiri çok çok beğendim, ya sizlerde beğendiniz mi deyip- gelinlerin üzerine yazılmış olan bu şiir hakkıdan o’nlarında fikrini soruyordu ki (gelinler de) bizim bu çocuklar için ettiğimiz münakaşayı eller duymasa bile, ya da duyup da her hangi bir yorum dahi yapmasalar bile, Yusuf abimin yazdığı aha bu şiiri bizler için / yani anlayana yeter de artar bile deyi mahçubiyetlerini dile getirirlerken gelinlerden Elmas sözlerine devam ederek, Yusuf abim, birde bu şiirini yayımlarsa köyü bir kenara bırak bütün dünya alem duyar, hemi de ben bu şiirden çok mu çok mütessir oldum deyip her iki gelin de yanlış ____________________________________________________________________________ Yusuf Aslan. Sayfa: 117. yaptıklarının farkıdalardı. Sonuç itibariyle her iki gelin de birbirlerinden özür diliyerek, bütün o kırgınlıklar / dargınlıklar hep tatlıya bağlanmıştı. Ama işin özüne bakılacak olunursa, Çocukların kavgası yüzünden bir gelin, diger bir geline “bak çeker giderim ha” demesi, tamamen yanlış bir durum ve gaflete düşmektir; bir diger gelin ise, “üff aman gidersen git” demesi de – o’da tamamen yanlış bir durumdur, hatta bir misafire böyle denilmesi / diyen için de halt etmektir. İstemeyerek de olsa bu tatsız olayların olmasına gelince, kim kimi, kimin evinden kovuyordu? bu da tartışılır bir konuydu. Peki niye tartışılır bir konu, buna da bir açıklık getirmek gerekirse, esasen o evin gerçek sahibi Yusuf du. Örf adet / yani Töre gereği Yusuf 16, yaşında Hatice hanım ile evlendikten sonra, ikisi de omuz omuza vererek çalışıp daha 18, yaşındayken işte o evi yaptırmışlardı. Yusuf ile Hatice köy de olmadıkları için Yusuf un babası gil o eve taşınarak orada oturmaya başlamışlardı. Peki, niye Yusuf un babası gil o eve taşınmışlardı? Buna da bir açıklık getirmek gerekirse, köyün orta yerinde olan, Yusuf un dedesinin evi, eskiden yolcu hanıymış, ne zaman yapıldığı bile belli olmayan bu han da, üç kardeş olan Murtaza, Hüseyin ve Abbas bu hanı ev olarak kullanıyorlardı. Ancak yapılış tarihi bile belli olmayan bu han ın sağından solundan birer kerpiç birer taş düşmek suretiyle yıkılmaya yüz tuttuğundan dolayı” Yusuf un babası gil de - tepede ki o eve” yani, Yusuf un yaptırdığı eve taşınırlar. Şimdi ise işte o evde Yusuf un küçük kardeşi olan Hasan oturmaktadır. Elmas hanım da Hasan ın ____________________________________________________________________________ Elif Kz’ın Kaderi. Sayfa: 118. hanımı olduğundan dolayı, evin hanımı da tabi ki Elmas oluyordu? İstanbul dan misafir olarak gelen o gelin gibi Yusuf da kendi evin de misafir olarak kalıyordu. Nihayet o günün ertesi günü İstanbul yolcuları gideceği için, Yeter hanım yerinden kalkarak biraz bulgur, biraz tarhana gibi yiyeceklerden, ikram etmek için hazırlayıp bir çuvala da istif ederek bir kenara bıraktıktan sonra, içeride de oturan geline seslenerek “hele gelele kızım gel, deyip de yanına gelen geline, bak kızım aha bu çuvalda-kileri-ni sizin için hazırladım. Nasip olurda yarın / birgün yolcu olacağınız zaman aha bu çuvalı da otobüsün bagacına koyup götürün” dediğinde, gelin de Yeter hanım ın elini öperek, sen çok sağol Yeter ana, sen çok sağol diyordu. nitekim çocukları yüzünden birbiriyle dövüşen gelinlerin gelmeyecek sandıkları o gün de gelip çatmıştı. İstanbul yolcuları, eşyalarını otobüsün bagacına bir bir yerleştirdikten ve akrabalarıyla da helalleştikten sonra otobüse binerek yerlerini almışlardı. Şöför efendi de koltuğuna geçip (Alağısmarladık dercesine) bir iki kere peş peşe korna çalarak hareket edip - Fethiye den Malatya ya doğru, Malatya dan da İstanbul a gitmek için yola çıkmışlardı. Sonuç itibariyle, İstanbuldan gelen Fethiyeli ler, tekrar dönüp gitmişlerdi. O gelenler köy de baki kalmayıp gitmiş – kavga da bitmişti” ama, herkesin iyiliği de kötülüğü de, Allah ın huzurunda kendi boynuna’ydı. Ertesi günü de Yusuf, Hatice ve annesi Yeter hanım da çekip Malatya ya giderler. O günü Fatma gil de kaldıktan sonra, ertesi günü Yusuf ile Hatice diger akraba ziyaretlerine giderler. Eee, sonuçta ____________________________________________________________________________ Yusuf Aslan. Sayfa: 119. kovulmak ta olsa, akrabalığın olmazsa olmazlarından biride bu gibi akraba ziyaretleriydi. Hani derler ya, “insan oğlunun ne derisi giyilir ne de eti yenir” Eee, böyle bir durumun da olamıyacağına göre, amaç iki satır kelam edip hal hatır sormaktır; bu kadarcık hal hatır sormayı yapmayıp da – akraba ziyaretine gitmiyeceksen, yaşadığın aha bu dünya da daha niye yaşıyorsun ki derler adama: işte böyle boşa düşmedense, bir insan olarak (insanlık adına) insanlığın vecibelerini yerine getirmek lazımdır diye düşünen Yusuf da aynen öyle yaparak insanlığın vecibelerini yerine getirerek her ikisi de şu senin akraban o’na gitmiyelim, ya da filan da senin akraban o’na da gitmiyelim demiyerek, hatta akrabaları bile ayırt etmiyerek bütün akrabalarını ziyarete gitmişlerdi. Daha sonra da yatılı misafir olarak Hatica hanım ın kız kardeşi Zekine gile giderler. Zekine gil de yıllardan beri hep aynı ev de oturuyorlardı. O evin de merdivenleri dik bir merdivendi. Yusuf ile Hatice her geldiklerinde o merdiveni çıkarlarken (yoruldukları için) ellerini dizlerine dayadıkları gibi, bu geldiklerinde de o merdiveni çıkarlarken nefesleri kesilmiş, halsiz düştükleri için gene ellerini dizlerine dayamış bir vaziyette off puf ede ede taa beşinci kata çıkmaya çalışıyorlardı ki, gene her zaman olduğu gibi Hatice hanım geride kalmış, yorgunluktan ağzı kuruyup dili damağına yapışmış bir vaziyette olduğu halde gene de ağzının içinde mırıldanarak ileri geri sayıp duruyordu. Hatice hanım ın o halini görenler için (anlıyana) arife tarif gerekmezinden yola çıkılırsa? Ne dediğini hemen anlarlardı. ____________________________________________________________________________ Elif Kz’ın Kaderi. Sayfa: 120. Soluyarak da olsa o merdivenleri yukarıya çıktıklarında, (sözüm ona), .. şey gibi soluyarak dilleri ağızlarından dışarıya çıkmıştı. Zekine gil in kapılarının önüne geldiklerinde bir müddet bekleyerek nefeslerini topladıktan sonra zile basıp - ancak o zaman, geldiklerini haber veriyorlardı. Kapı yı açan Zekine hanım da, karşısında ablası Hatice ile eniştesi Yusuf u görünce, bir güler yüz le, bir tatlı dil le, Ooo sizler hoş gelesiniz, hoş gelesiniz diyordu. Yusuf dan önce Hatice, kız kardeşi Zekine ye, gız Zekine siz bu evi almak için çok mu aradınız? Yahu bizler Malatya ya gelmek için can atıyoruz” ama, Malatya ya gelince de ne görümcem Fatma gile, ne de size gelmeye korkuyoruz. Çünkü sizlerin evlerine geldik mi, aha bu merdivenleri çıkmak için birde kendimize motor taktırmamız lazım, eger ki motor taktırmazsak var ya, bu merdivenleri çıkmak fermana mahsus olur deyip – sözlerine devam la birlikte, Allah yardım eylesin bu merdivenleri devamlı çıkanlara dediğinde? Zekine de ablasına, ablacığım sizler sene de bir geliyorsunuz, Malatya ya geldiğinizde de iki ya da üç kere bize geldiğinizde bu merdivenleri çıkıyor olduğunuzdan (hemen) yoruluyorsunuz. Peki, ya bizler ne yapıyoruz. Her gün en az beş on kere bu merdivenleri inip çıkıyoruz. Gerçi, bizler merdivenden inip çıka, inip çıka alıştık gayrı; bizler merdiveni çıkarken (sanki de) düz yolda yürürmüş gibi geliyor bize; Sizler ise yıl da bir iki kere çıktığınız için size zor geliyor. Eger ki bu apartmanda oturup da gün de bir iki kere inip çıksanız “var ya, sizler de buna alışır, rahat rahat iner çıkarsınız” diye, ablasına izahat ederken, ____________________________________________________________________________ Yusuf Aslan. Sayfa: 121. ablası Hatice de, Zekine ye ey anam ey – evinizde sizin olsun, merdivenleriniz de sizin olsun.İnşallah yakın da gideriz de bu merdivenlerden kurtuluruz, hemi de bizim gidebileceğimiz yerler düz ayak olmalı dedikten sonra, Yusuf a da bakarak (hele bak) Yusuf da hemen uyumuş; ben de şuraya uzanam da biraz rahatlıyam diyerek, (hemen) oturduğu koltuğun üzerine uzanıp rahatlamaya çalışıyordu. Hatice hanım koltuğa uzanıp yatınca, Zekine de siz uzanmış yatarken ben de bir çay suyu koyam, çayı demleyip hazırlıyana kadar sizler de dinlenip kalmış olursunuz” deyip – kalkıp mutfağa gider. Zekine hanım çay suyunu kaynattıktan ve çayı demleyip de demini alması için beklemeye bırakıp da mutfaktan oda ya gittiğinde, ablası da yattığı koltuktan geri kalkıyordu; Zekine, ablasına çayı demledim, çay demini alıncıya kadar biraz daha yatsaydın dediğinde, Hatice hanım da, Yusuf efendinin horultusundan yatamı bildim. Benim gözüm alacakken o’da horlamaya başladı. O horlayınca benim de uykum kaçtı. Ama gene de uzanık vaziyette yattığım için biraz olsun rahatlamış oldum” deyip – o arada yerinden kalkmış, elini yüzünü yıkaması için lavaboya gidiyordu; daha sonra da (Zekine) mutfağa giderek bir tepsinin üzerinde çayı, şekeri, bardağı getirdiğinde, Hatice hanım da eşi Yusuf a, Yusuf efendi, Yusuf efendi hadi uyan da çay içesin deyip Yusuf u uyandırmıştı. Yusuf da uyandıktan sonra, o’da eli ni yüzünü yıkaması için lavaboya gidip geldikten sonra, hep birlikte çaylarını içmeye başlarlar. Çaylarını içerlerken, Zekine eniştesi Yusuf a, (enişte) ablam uyuyamamış ____________________________________________________________________________ Elif Kz’ın Kaderi. Sayfa: 122. amma, inşallah sen uyumuştursun deyince, (Yusuf) da yok be Zekine, ablan gibi ben de uyuyamadım. Bir ara horladığımın farkına varınca, horlamıyam diye şöyle bir yanıma döndüm. Bir yanıma döndükten sonra uykum da kaçtı, Daha da uyuyamadım” Ama gene de uzanık vaziyette yattığım için, biraz olsun yorgunluğum geçti” diyordu. hani, zaman her şeyin ilacı derler ya, aradan yıllar geçtiği için, istemeyerek de olsa, geçmişte yapılan hataların çoğunu, aradan geçen zaman unutturmuştu. Yusuf un gönlü her ne kadar kırık olsa da, o’da her şeyin üzerine bir sünger çekmişti. Kendi kendine, bazen olur böyle işler, insan oğlu şaşar beşer, hatalar insan oğlu içindir. İş o hatayı yapanları affetmektir. Biri hata yapıp da, bir başkasıda affetmeyip üstüne üstüne giderse? İşte o zaman, hatayı yapan kadar, affetmeyen de o’nun kadar hatalıdır ve haksızdır” diye düşünen Yusuf, mütevazi bir insan olduğu gibi gönlü de engin olduğundan geçmişte olan hataların üzerine gitmiyerek bir sünger çekip bacanağı ve baldızının evine misafir olmuşlardı. Yusuf, Hatice, Zekine, gelini Pınar, kızı gamze ve torunu Ecem de olmak üzere hep birlikte, tatlı bir sohbet için de ve hemi de bir keyf ile çaylarını içiyorlardı. Bu arada akşam da yakındı, pek fazla da zaman geçmeden evin sahibi Hüseyin de eve gelmişti. Birbirlerine hoş geldin, hoş bulduk deyip sarmaş dolaş olup hal hatır sorulduktan sonra, Yusuf gil Malatya dan olsun çörma den olsun sorup süal ederken” Hüseyin ile eşi Zekine de Adana dan ve akrabalarından sorup süal ediyorlardı. ____________________________________________________________________________ Yusuf Aslan. Sayfa: 123. Tabi bu arada tabak tabak meyveler, çerezler, yiyecekler ve içecekler peş peşe gelip gelip gidiyordu. Hazır da bulunan cemaatin bir hayli konuşmalarından vakit te bir hayli geçmiş, gecenin bir vakti olmuştu. Derken yatacakları yerlerde hazırlandıktan sonra herkes birbirlerine hayırlı geceler dileyerek yerlerine düşüp yatarlar. Yusuf un bir huyu vardı ki” her zaman sabah erkenden uyanıp kalkar dı. Her zaman sabah erken den kalkan Yusuf, o günü de sabah erkenden kalkmıştı, erken den kalkmıştı” amma, bacanağı Hüseyin de işe gideceği için erkenden kalkmıştı” her iki bacanak da ellerini yüzlerini yıkadıktan sonra, biri işe gitmek için yola çıkmış bir digeri de” yani, Yusuf da tv’nin başına geçmiş o kanal senin bu kanal benim, kanal kanal gezip duruyordu. Yusuf bir müddet öyle kanal kanal gezip dolaştıktan sonra, pek de iç açıcı bir şey bulamadığı için, tv’yi kapatıp hemen oturduğu koltuğun üzerine uzanarak tekrar uyumaya başlamıştı. Demek epey uyumuş ki, kendisinin böğrüne dürtükleyen eşi Hatice tarafından uyandırılmıştı; uykusundan öyle bir anda dürtüklenerek uyanan Yusuf, eşi Hatice ye hayırdır hanım bir şey mi var - beni niye böyle alel aceleyle uyandırıyorsun diye bir heyecanla sorunca? Hatice hanım da, uyan herif uyan, gün öğlen oldu, aha sofra bile kuruldu, hadi kalkıp bir şeyler ye de biraz çarşıya çıkalım, sağı solu biraz gezelim / görelim daha sonra da anan gil in oraya gideriz” diyerek, Yusuf un kalkmasını sağlamıştı. O’da kalkınca doğruca lavaboya gider eli ni yüzü nü yıkadıktan sonra, oda nın orta yerine hazırlanmış olan sofraya oturarak o’da digerleri gibi ____________________________________________________________________________ Elif Kz’ın Kaderi. Sayfa: 124. kahvaltısını yapmaya başlamıştı. Daha sofra nın başındayken, Zekine eniştesi Yusuf a, (enişte) anan gil in oraya gidince burayı hemen unutmayın ha? Buraya gene gelin emi; diyerek, eniştesine ve ablasına geri gelmeleri için hatırlatma yapıyordu. Yusuf da baldızı Zekine ye, (valla) Zekine hele anam gile bir gidek bakalım, onlar ne alem de, (nasıllar) iyiler mi kötüler mi bir görelim onları, ondan sonra, bizim köylülerin dügünleri varımış” herhalde, belki o dügüne de gidebiliriz” diye böyle konuşurlarken gitmeleri için de ufak ufak hazırlanmışlardı. Yine her zaman ki olduğu gibi, Yusuf eline bir valiz, Hatice hanım da eline dolu bir poşet almışlardı – birbirlerine esenlikler dileyerek (uff puf ede ede zora ki çıktıkları merdiveni) bu sefer de (sanki de) impala taksi gibi rahat bir şekilde inmişlerdi. Her nerede olursa olsunlar, ya da her nereye giderlerse gitsinler, Yusuf ile Hatice hiç ayrılmaz ikililer gibi birlikte giderlerdi. Ancak ne belediye otobüsüne, ne halk otobüsüne ne de münübüslere hiç binmezlerdi; hep yaya giderlerdi. beşin ci kattan aşağıya indiklerinden sonra, hemen önlerindeki ana yoldan çarşıya çalışan dolmuşlar gelip geçiyordu; ama, ne Yusuf nede Hatice, ne gelip geçen dolmuşlara bakıyorlardı nede dolmuşların çaldığı kornalara kulak asıyorlardı. Yoldan gelip geçen dolmuşları hiç aldırmadan “Turhan Emeksiz”e doğru yola koyulmuşlar, beş on dakika geçmeden çevre yoluna gelmişlerdi. ama, çevre yolundan karşıdan karşıya geçmek bir hayli zordu. Karşıdan karşıya geçerken, dikkatli olmıyan insanlar için çok tehlikeliydi, hatta canlarından olmaları bile bir anlık meseleydi? ____________________________________________________________________________ Yusuf Aslan. Sayfa: 125. Çünkü trafik ışıkları dengesiz bir şekilde yanıyordu; orada ki dört lü bir kavşak da, bir taraftan yayalara geç diye yeşil ışık yanarken, başka bir kavşakda da araçlara yeşil ışık yanıyordu, yayalar kendine yanan yeşil ışığı takip ederken, öbür taraftan da araçlara yeşil ışık yandığı için, araçlar sağa ya da sola döneceklerinden dolayı yayaların yol hakkını gasp ediyorlardı. Bir taraftan yayalar geçerken, diger taraftan da araçlar seyir halinde oluyordu - işte o zaman o yolu karşıdan karşıya geçmek de fermana mahsus oluyordu; Allah muhafaza, ölümle her an burun buruna geliniyordu, zaman zaman da kazalar oluyordu, bu kazaların çoğu da ölümle sonuçlanıyordu. Trafik açısından, Malatya ‘nın en tehlikeli yeri burasıydı. Sanıyorum! Malatya yı yöneten yerel yöneticiler de bu keşme keş trafiğin farkına varmışlardı. Son dönemlerde belediye nin alt geçit gibi bazı çalışmaları var dı” diye, not defterine de not almayı ihmal etmiyen Yusuf, (hanımı) Hatice hanım ın elinden de tutarak sağa sola da dikkatlice bakıp – araçların gelmediğinden emin olduktan sonra, yine de dikkatli bir şekilde karşı taraf geçmişlerdi. Karşıya sağ salim geçtikten sonra, derin bir oh çekip Allaha da şükür etmeyi ihmal etmiyorlardı. Çevre yolundan karşıdan karşıya geçmenin korkusunu üzerlerinden atıp da rahat bir nefes aldıktan sonra, tekrar yollarına devam etmişlerdi. Malatya şehri, kendi, halkı için, halkı nın rahatı için halka hizmet adına pek çok güzellikleri mevcuttu. Bunlardan biride, aşağı yukarı her yüz metre de, (sebil olarak) halkın susadıkca içmesi ve (günün sıcağından) terledikce ellerini yüzlerini ____________________________________________________________________________ Elif Kz’ın Kaderi. Sayfa: 126. yıkamaları için su çeşmeleri vardı.. hatta bu çeşmelerin (hemen) yanı başında bir metre kadar zincire bağlı su tası da vardı. Bu çeşmelerde su içmek isteyenler elleriyle içtikleri gibi orada ki tas ile de içiyorlardı. Yusuf ile Hatice çevre yolu nu geçtikten sonra, yüz metre kadar ilerdeki su çeşmesine geldiklerinde “ eşi hatice ye, dur hele hatice hanım dur!... Dur da, Allah ın hayrına şu çeşmeden akan buz gibi suyundan hemi elimizi yüzümüzü yıkıyalım hemi de şu güneşin sıcağından, yanmış yüreğimizi soğutmak için buz gibi soğuk suyundan içelim” diye hatice hanımı da soğuk suyun başında eğlemişti; sebil olarak devamli akan su dan her ikisi de sırasıyla önce ellerini yüzlerini yıkadılar daha sonra da o güzelim kalaylı tas ile birer ikişer tas da su içtiklerinden sonra, birbirlerinin gözlerine bakarak, biraz olsun rahatladık (galiba) dercesine biri valizi bir digeri de çamaşır dolu poşeti ellerine alarak yollarına devam edip – önlerine çıkan renkli dügün salonu nun oradaki trafik ışıklarından’da karşıya geçip Turhan Emeksiz caddesine girmişlerdi. Hatice, Yusuf a şu poşet ile valiz i anan gil in oraya koyalım da ondan sonra, çıkıp biraz Malatya yı gezelim” olmaz mı? Diye düşüncelerini aktarıyordu” Yusuf da, olur hanım olur, sen nasıl istersen öyle yaparız. (Amma) önce, hele eve bir varalım, ev de varlar mı yoklar mı? Eger ev de yoklarsa, bu eşyalar ile Malatya yı nasıl gezecez” diye Yusuf da aklından geçenleri sıralarken, eve de gelmişlerdi. dış kapı nın ziline her ne kadar bastılarsa, bir türlü içerden birileri gelip de kapı yı açmıyorlardı. Yusuf da (eşi ne) aklıma gelenler başımıza geldi. ____________________________________________________________________________ Yusuf Aslan. Sayfa: 127. Bak ev de kimseler yoktur derken, Hatice hanım da (Yusuf a) aklıma yeni geldi” Fatma, belki biz ev de olmazsak kapı yı açarsınız” diye ,evin anahtarı nı bana vermişti. Ben de, valizde ki cüzdanıma koydum. Cüzdanımdan anahtarı al da kapı yı aç” diye, Yusuf a söylerken, Yusuf da anahtarı alıp kapı nın kilidini açtılar” amma, kapı arka taraftan sürgülü olduğu için bir türlü açılmıyordu. Yusuf, kapı nın sürgüsünü boşa düşürmek için pek çok metot uyguladı amma, bir türlü kapı yı açamadılar. Kapı aralığından içeriye baktıklarında (hemen) karşılarındaki ayakkabılığın üzerinde birde bayan çantasını gördüler, içeride birilerinin var olduğunu” hatta ilk akla gelen (acaba) bayan ın biri misafir gibi gelerek ev de hırsızlık mı yapıyor? diye, düşündüler, daha sonra bu düşüncelerinden vaz geçip – Şahin ile kız arkadaşının ev de olduklarına karar verdiler. Bir taraftan Yusuf, bir taraftan da Hatice, (ağızlarını) kapı nın o boşluğundan dayayıp içeriye doğru, Şahin, Şahin, Şahin eger içerdeysen şu kapı yı aç da, elimizdeki valiz ile şu poşeti içeriye koyup da geri gidelim” diye, her ne kadar bağırdılarsa da, o kocaman apartman ın her tarafından Yusuf ile Hatice nin yankılanmış sesleri geldi de, o içeriden “tık” diye hiçbir ses çıkmadı. İçeriden her hangi bir ses gelmeyince? Yusuf ile Hatice de (acaba) içerdekilerin başına kötü bir şey mi geldi de kapı yı açmıyorlar” diye, korkmaya da başlamışlardı. Yusuf, daha edemedi, içeriye seslenerek, bak şahin (beni) iyi dinle, eger ki kapı yı açmazsan, biz polise gideceğiz, polis de bir çilingir getirip kapı yı açarlar; peki, biz polise niye gidecez, ____________________________________________________________________________ Elif Kz’ın Kaderi. Sayfa: 128. Onu da biliyormusun? çünkü, biz senin hayatından endişe ediyoruz. Eger evdeysen , ben evdeyim, hemi de bir misafirim var de: bizim de içimiz rahat bir şekilde buradan çekip gidek” diyordu. ama nafileydi. Yusuf ile Hatice, saate baktıklarında çalışan memurların paydos saati olduğunu anlayınca – birbirlerine bakışıp“ hadi Fatma nın iş yerine doğru gidek” diye, yola düşerler; bir müddet yol gittiklerinden sonra, paydos etmişte evi ne doğru gelen, Fatma ile karşılaşıp – başlarından geçen onca olayları Fatmaya da anlata anlata eve gelirler; hep birlikte merdiven dairesine girdiklerinde, Fatma, abisiyle yengesine, aha bu koku Şahin in kendine sürdüğü kokusu, bu koku Şahin in kokusu olduğuna göre, Şahin de evdedir, deyip – merdivenlerden çıkıp da evin kapısına gelerek, yine o kapı aralığından ağızlarını dayayıp içeriye doğru, ula Şahin, Şahin eger içerdeysen gel de şu kapı yı aç diye, her ne kadar bağırdılarsada, bir türlü içeriden birileri gelip de kapı yı açmadı; içeriden birileri gelip de kapı yı açmayınca, Fatma nın da içine korku düşmüştü. Fatma, abisiyle yengesine, hele birde dışarıya çıkıp da oradan seslenem deyip – dışarıya çıkar. Yusuf ile Hatice, bir pişmanlıkla birlikte merdivenin basamağına oturmuş öylece bekiyorlardı ki - Fatma dışarıdan içeriye, abisiyle yengesinin yanına gelmişti. Gelir gelmez de abisi gile korkmayın, korkmayın kör olmıyasıca içeride, beni karşıda görünce” o’da balkona çıkıp – bana, siz buradan uzaklaşın da, biz de çıkıp gidek” diyor, utanmaz çocuk he; kız arkadaşını eve getirmişte, utandığından mı, ____________________________________________________________________________ Yusuf Aslan. Sayfa: 129. yoksa korktuğundan mı, size ses vermemiş” dedikten sonra, sözlerine devam ederek, (abisiyle yengesine) siz şu arka tarafda ki bahçeye geçinde, ben de o’nlara burada kimseler yoktur, hadi çıkın da gidin” diyem, diyerek, abisiyle yengesini arka taraftaki bahçeye yollar – kendiside evi nin kapısına yönelir. Bahçeye gidenler de, bahçedeki dut ağacından dut yemeyebile başlarları. Aradan beş on dakika geçtikten sonra, Fatma da bahçeye gelmişti. Abisi yle yengesi ne, (tamam) o utanmazları gönderdim, Şahine de, ulan utanmaz sen ne hakla bu kızı eve getirdin” diye, kızınca? Kız da, bana ne desin, biliyormu’su-nuz? Şahin beni getirmedi. Ben, Şahinle geldim” diyor, duyunca aklım şaştı, kuruyup kaldım. Demek ki zamane kızlar hep böyle başı boş ve serbest oluyorlarmış” deyip, yine, abisi yle yengesi ne, siz de burada dut mu yiyorsunuz, bu ağacın dutu da çok şireli oluyor” deyip – tekrar abisi gile, Şahin gil gittiler, (hadi) biz de yukarıya eve gidelim dedikten sonra, hep birlikte yukarıya evlerine giderler. Her üçü de eve girdikten sonra, Yusuf, bu dürzü bu içerilerde ne yapıyordu (acaba)” deyip – odaları bir bir kontrol ettiğinde, oturma odasında ki, sehpa nın üzerinde tabaklara konmuş iki tabak pasta ile bir şişe fanta bulur. Şahin gil ne pasta dan yeyip ne de fanta dan içmişlerdi. Yusuf, fanta ile pasta yı görünce, eşi Hatice hanım ile kız kardeşi Fatma ya, eyy ahali, hele buraya gelin bakalım, ben neler buldum, burada neler var neler diyerek, o’nları da yanına çağırır; Hatice ile Fatma, Yusuf un yanına gelince, o’da sehpadaki pasta ile fanta yı gösterir; bu arada Fatma söze girerek, ____________________________________________________________________________ Elif Kz’ın Kaderi. Sayfa: 130. hele bakın şunlara ki daha pastalarını bile yiyememişler” dediğinde, Yusuf da kız kardeşi Fatma ya, biz kapı nın zili ni çaldığımızda, Şahin gelip de bize, (dayı) içeride benim misafirim var. Siz şimdi gidin de, daha sonra gelirsiniz deseydi? Biz de çeker giderdik. Yani, biz bu kadar mı cahil ve görgüsüzüz, biz esasında, içeriden ses çıkmayınca işte o zaman korktuk. (acaba) içeride her hangi kötü bir durum mu var” diye, buradan uzaklaşamadık” deyip – (hemen) oradaki çekyat a oturan Yusuf, eli ne çatalı da alarak, tabaktaki pastadan bir parça alıp yerken, vay vay vayyy çok da güzel pastaymış, siz de buyurun oturun da, Şahin in hayrına hemi pasta yeyin hemi de birer bardak fanta için” diyordu. kendisi de ha bre pastayı yerken, eşi Hatice de o’nun yanına oturup - o’da o bir tabaktaki pastayı yemeye başlamıştı. Abisi yle yengesi nin pasta yediklerini gören Fatma da, ben de mutfağa gidem de akşam yemeğini hazırlayam bari deyip – o’da mutfağa gider. Bu arada Yusuf, iki bardağa da fanta doldurarak bardağın birini eşi ne verip diger bardağı da kendisi alıp havaya kaldırarak, hadi hanım, Şahin ile o kızın şerefine içelim. Hemi o’nların şerefine içelim hemi de şu güzelim pastayı afiyetle yiyelim diyordu. Fantayı birlikte içtiklerinden sonra, Hatice hanım da pasta dan bir iki lokma yeyince” (pasta) o’nun da hoşuna gelmişti – her ikisi de birlikte pasta yı yeyip fantayı da içip bitirmişlerdi. Bu arada Yusuf, yegeni Şahin in arkasından duasını da hiç eksik etmiyordu; her ikisi de yeyip içtikten sonra, bulaşık tabaklarını da toparlayıp mutfağa götürdükleri sıra; ____________________________________________________________________________ Yusuf Aslan. Sayfa: 131. Fatma da bir yandan cıgarasını tüttürüyor bir yandan da akşam yemeğini hazırlıyordu. Abisi’yle yengesi nin bulaşık tabakları nı tezgahın üzerine koyduklarını görünce, Fatma (yine) abisi’yle yengesine, şu Şahin in yaptığını görüyormusunuz? Ömründe ilk defa bir kız arkadaşını eve getirip de keyf li bir zaman geçireceklerken, (senin) onca planların suya düşsün rezil rüsva ol?. deyip – kendi kendine hemi üzülüp hemi de hayıflanarak sözlerine devamla birlikte, ulan eşşek Şahin, (duydun ki) evin zili çalıyor, hele var kapıya da bir bak; o gelenler kim, baktın ki gelenler dayın gil… o zaman da (dayı na) dayı, benim evde misafirim var; şimdi gidin de sonra gelirsiniz” dersin, dayın da sana, (yok) ille kapıyı aç da bizde mi gelek diyeceklerdi sanki” diye, kendi kendine söylendikce; Yusuf da, he vallahi, (Şahin) kapı nın ağzına gelip de, (dayı) benim misafirim var; deseydi, he vallahi de billahi de, biz de çeker giderdik. Öyle değil mi hanım” deyip – Hatice hanım ın gözlerine bakarak, sen de bir şeyler söylesene” yav, deyince, Hatice hanım da, he vallahi kapı açılmayınca (acaba) içeri de kötü bir şey mi oldu” diye, ben de çok korktum, amma o’nun yerinde Hasan olsaydı? hiç böyle meşakkatli ve korkulacak bir durumla karşı karşıya kalınmazdı. Zaten, Hasan ın kız arkadaşı hiç kimseden çekinmeden / korkmadan buraya gelip gidiyor; diye, söyleyince, Yusuf da he vallahi o kız buraya serbest ce gelip gidiyor, hemi de geçen günü (bana) bir fincan kahve pişirip getirdi. Kızcağız bana kahveyi verip gittikten sonra, (hemen) Hasan yanıma gelerek, kahven iyi pişmiş mi dayı; diyordu, ____________________________________________________________________________ Elif Kz’ın Kaderi. Sayfa: 132. birde bana, dayı ma bir kahve pişir hemi de bol köpüklü olsun kız; dedim diyor, ben de sağol Hasan ım, sen de sağol o kız arkadaşın da sağ olsun, kahvesi de çok güzel olmuş, hemi de bol köpüklüydü, ellerine sağlık, o’na da ayrıyeten teşekkür ederim dediğimde, o’da bana, sen de sağol dayı; afiyetle iç kahveni dedikten sonra, çekip öbür tarafıya kızın yanına gitti. Bak ne güzel bir davranış; işte hasan ile Şahin in arasında ki fark burada, biri çok utangaç, bir digeri de onun tam tersi, çok rahat. Hasan pek çok şeyi anlayıp bildiği gibi bazı durumları da idare etmesini biliyor; bak, ne alaa, keşke Şahin de Hasan gibi böyle rahat biri olsaydı” ama, olamıyor işte!... Çocuk, çok utangaç bir çocuk; korkam ki yarın, Hasan askerliğini yapıp gelsin de? Şahin daha askere gidecek olsun: Yusuf, böyle deyince, (Fatma) da he vallahi abi ya, aha bu şahin var ya, çok utangaç olduğu için her şeyden geri kalıyor. Hasan da alacağını, söke söke alıyor. (onun hesabı) Hasan, Şahin den önce askere gider de gelir” diyordu. Yusuf ile Fatma nın konuşmalarını duyan, Hatice hanım da Şahin in utangaç ve çekingen haline hemi gülüyor hemi de (çocuğa) yazık oldu” diyordu. nitekim akşam olmuş hatta aradan hayli bir zaman geçmiş, gecenin de bir vakti olmuştu. Ama, Şahin hala eve gelmemişti. Şahin eve gelmeyince, Fatmayı da bir korku bir heyecan sarmıştı. Fatma kendi kendine konuşarak; görüyün mü şu oğlan ın (bize) yaptığını, aha gece nin şu saati oldu da hala eve gelmedi” diyordu ki, tam o sıra da dış kapı sessizce açıldı. ____________________________________________________________________________ Yusuf Aslan. Sayfa: 133. Balkon da oturanlar da duydukları kapı sesi ne kulak misafiri olmuşlardı; kapı açılıp da içeriye birinin girdiğine, daha fazla dayanamayan Fatma, Şahin geldi herhalde” deyip – hemen kalkıp kapıya doğru gidip bakar; Şahin mi geldi” diye,” evet” Fatma nın tahmini doğruydu, çünkü her anne kendi çocuğunu iyi kötü tanırdı. Fatma da kendi çocuklarını iyi kötü tanıyordu. Ve koridora çıktığında oğlu Şahin ile karşılaşır. (Fatma) Şahine, sen her ne kadar sessizce” tavşan gibi gelsen de? Ben bir anne olduğum için, sizlerin en ufak tıkırtılarınız bile kulağıma gelse, sizin ne yaptığınızı hatta eve ne zaman gelip de ne zaman gittiğinizi (hep) bilirim. Hadi, şimdi doğruca yatak odasına git de yat uyu. Biz (daha) dayın gil ile oturuyoruz” deyince, Şahin de “ey ey tamam anladık” deyip – balkon tarafına bile bakmadan doğruca yatak odasına gidip ağzı üstü yatağa uzanır. Şahin, yatmak için yatak odası na gidince, Fatma da içi rahatlamış bir halde (geri) balkona gelir. Fatma balkona geldiğinde, Yusuf da kız kardeşi Fatma ya, o gelen Şahin di değil mi” diye soruyordu. Evet, yanıtını alınca o’nların da içi rahatlamıştı. Nitekim bir hayli vakit geçtiği için, Yusuf da kalkıp giderek o’da yerine yatar. Ertesi günü, (Şahin) yiyemedikleri pasta yı her ne kadar aradıysa da bir türlü bulamaz. Bir müddet sonra annesi uyandığında, (Şahin) dünkü yiyemedikleri pastayı annesine de sorar; annesi de, (oğlu na) dün siz evden çıktıktan sonra, o pasta yı dayın görünce oturup bir güzelce yemeye başladı. ____________________________________________________________________________ Elif Kz’ın Kaderi. Sayfa: 134. Dayı nın pasta yediğini gören yengen de oturup öbür tabakta ki pasta yı yedi, hatta her ikisi de pasta yı yerken, birde fanta dolu bardağı havaya kaldırarak” hadi, Şahin ile o kızın şerefine içelim” diyorlardı. Yani, senin anlıyacağın o pastayı da fantayı da dayın ile yengen, senin ile kızın şerefine bir güzelce yeyip içtiler” deyince, Şahin in yüzü iyice asılmaya başlamıştı. Kendi kendine, yahu bu adam bizi şuracıkta rahat bırakmadığı gibi birde pastamızı yemiş. Üstüne üstlük fantamızı da içmiş”deyip – devam ederek, ben o pasta yı özel olarak (kız arkadaşım için) yaptırmıştım. O güzelim ve özel olarak yaptırdığımız pastamızı yediğiniz de vicdanınız rahatmıydı acaba? Diye, dayısı Yusuf ile yengesine sitem ediyordu. Annesi Fatma da (oğlu na) hey akılsız adam, farzet ki dayın gil değil de bir başkası gelip kapının zili ne bastıy’dı? Sen (gene de) o kapı ya bakmayacakmıydın; tabi ki, kapıya varıp o gelenin kim olduğunu (en azından) soracaksın. Bu gelenlerinde dayın Yusuf ile yengen olduğuna göre, (sonuçta seslerini de duydun) sen gidip de dayına, dayı benim misafirim var” dedin de, (o’nlar da) yok illa kapı yı aç da içeri mi girek dediler. Tabi ki demezlerdi. Hatta çekip giderlerdi. Ama, sen bu kadarcığı bile düşünemiyorsun. Sen boşuna dayın gile bahane bulma. Adamlar bir iki yıl da, bir - şuraya geliyorlar, bırakın da adamlar şurada birkaç gün rahat etsinler” dedikten sonra, Şahin in yüzüne doğru eğilip gözlerine de bakarak, beni anladın mı Şahin im” diye de nasihatta bulunuyordu. Şahin de boynu nu sağa sola bükerek - ayağa kalkıp dışarıya giderken de ey ey anladık, ____________________________________________________________________________ Yusuf Aslan. Sayfa: 135. hanım efendinin abisi ya, hiç de toz kondurmaz” dediği sıra dışarıya da çıkmıştı bile; bir müddet sonra, Yusuf ile Hatice de uykularından uyanmış / kalkmışlardı. Birbirleriyle günaydınlaştıklarından sonra, (Fatma) abisiy’le yengesine, niye erkenden kalktınız, biraz daha yatıp uyusaydınız ya” diye, o’nların sabah ın erken satin de kalktıklarını söylüyordu. Yusuf ise sabah erkenden kalkmak benim her zaman ki halim olduğu için, bu gün de öyle erkenden kalktım işte” deyip – sözlerinin devamında, Fatma ya sormak suretiyle? Köylülerin burada dügünlerimi var” öylemi diye öğrenmeye çalışıyordu; o’da, (he abi) belediye başkanı nın (herhal de) dügünleri varmış, duyduğuma göre oğlunu everecekmiş” diye yanıtlayınca, Yusuf da dügünün ne zaman ve nerede olacağını soruyordu ki (Fatma da) bize dügün davetiyesi gelmediği için, dügünün ne zaman ve nerede olacağını bilmiyorum” diye yanıtlıyordu. Ancak, sözlerine devam ederek, dügünün ne zaman ve nerede olacağını bilse bilse bizim Hasan bilir dedikten sonra, (abisi ne) sen de o dügüne gidecekmisin” diye soruyordu. Yusuf da kız kardeşine, (valla) Fatma, bu adam” yani, belediye başkanı olacak bu zat, bizim akrabamız. Benim de akrabalık kavramından anladığım ise, akrabalar birbirine sıkı sıkıya bağlı olurlar / birbirlerini sayar severler / birbirlerinin karını, kimsini, çıkarını gözetirler? Benim bildiğim akrabalık böyle olur; oysa, bu adamdan bize karşı hiç bir ilgi ve alaka yoktur. Onlar ile bizler akraba olduğumuz halde, her nedense bizlerden uzak ve çok çok da mesafeli duruyor. Bizlerin de akraba olduğumuzu bilmeyenler ise. ____________________________________________________________________________ Elif Kz’ın Kaderi. Sayfa: 136. (bizlere) herhalde bunlar ayrı ayrı köylerin insanları derler. Bizlerin akraba olduğumuzu bilenler de, yahu, bunlar nasıl akrabalar” demezler mi? Tabi ki derler. Eee, onun ötesinde, arada çeşitli dedikodu yapanların da haddi hesabı bilinmez, dedikodularıyla her iki tarafında yüreklerini kabartıp – onlar ile bizlerin aramızda ki soğukluğun devam etmesini sağlarlar. Hee şimdi aklıma geldi. (Sen) bana bu dügüne gidecekmisin diye soruyorsun. Evet, ben de bu dügüne gideceğim, ancak bir el gibi gideceğim. Aslında bir akraba gibi gitmek istiyorum? Ama, o’nun la ben bir akraba olarak yan yana gelemeyiz ki? Sen, bana diyeceksin ki” niye yani, bir akraba olarak yan yana gelemezsiniz? İşte, ben de sana diyorum ki - biraz evvel söylediğim gibi, o’na yakın olan o yağcılar / yardakçılar” var ya, işte o’nların yüzünden bizler bir akraba olarak yan yana gelemeyiz diyordum, diyordu. Yusuf, bu söylediklerinden sonra, kız kardeşine, yahu Fatma bu gibi olumsuzlukları ben düşünüyorumda, o düşünmüyormu? Birde üstüne üstlük kocaman belediye başkanı” dediğinde, Fatma da (abisi’ne) amaaan abi sende, akıllı olmak, adam olmak, mevkide makam da değil ki; adam olmak “var ya, yani, adamlık insan ın için de olacak / özün de olacak; kim olursa olsun, özü sözü çürük olan dan adam mı olur. Kim görmüş öylelerinden adam olanı” diye, Fatma da kendi görüşlerini açıklıyordu. Yusuf ile Fatma birlikte konuşurlarken çalan telefonu kaldıran Fatma, telefonda konuşurken (abisine de) biraz evvel ki lafı nı ettiğimiz bizim Hasan” diyordu. Yusuf da, telefondakinin hasan olduğunu öğrenince ____________________________________________________________________________ Yusuf Aslan. Sayfa: 137. (Fatma ya) belediye başkanının dügünü ne zamanmış, onu da öğren diyordu. Fatma ile Hasan biraz konuştuktan sonra, dügünün ne zaman ve nerede olacağını soran Fatma ya kardeşi Hasan ın cevabı ise, o’nların dügünü filanca tarihte, Elazığ yolu üzerinde filanca dügün salonunda olacakmış; eger ki, o tarihten önce abim gil köye gelirse buradan birlikte gideriz. (Yok) eger ki, abim gil köye gelmemiş olurlarsa? O zaman da biz Malatya ya geldik mi, akşama kadar sizinle bir arada olur, akşam da hep birlikte dügüne gideriz” diye konuşarak, Fatma ile Hasan fikir mutabakatına varmışlardı. Fatma dan sonra da, Yusuf- biraz olsun Hasan la sohbet etmişti; Yusuf, Fatma ya daha bir hafta var dügüne; o güne kadar kim öle kim kala” yani, öyle ki, bir hafta da nice iktidarlar yıkılıp – yerlerine de nice iktidarlar kurulur? Yani her şey nasip kısmet, (o zaman) burada da olabiliriz, köye de gitmiş olabiliriz. Eger ki, burada olursak (dügüne) buradan gideriz. (Yok) eger ki köy de olursak - Hasan gil ile (oradan) gideriz“ deyip – sonra da, Amaaan sen de Fatma, yeter ki Allah can sağlığı versin. “Hani derler ya, “gelin ata binmiş, ya nasip demiş” (onun hesabı) her şey nasip – eger ki o dügüne gitmeyi bizleri yaratan Allah nasip ettiyse, bunun önü ne hiçbir kuvvet çıkamaz. (yok) eger ki bizim o dügüne gitmemizi cenabı Allah nasip etmemişse? biz her ne kadar gayret edersek edek, (yine de) o dügüne gitmemiz bize nasip olmaz. yani, anlayacağın her şeyin sonu gider Allah a dayanır. Yeter ki cenabı Allah yaratığı kullarından yüzünü çevirmesin. Eger ki o yüce Allah kullarından yüzünü çevirirse “var ya, ____________________________________________________________________________ Elif Kz’ın Kaderi. Sayfa: 138. o insan ne yaparsa yapsın? Bir şeyin iki ucunu bir araya getiremez” diye, kız kardeşine Allah ın ilahi kudretinden söz ediyordu. Günlerden ( o günü) cumartesi günüydü. Fatma devlet işin de çalıştığından dolayı hafta da iki gün” yani, cumartesi Pazar günleri tatil yapıyordu. İşte bu sebepten dolayı Fatma ev de olduğu için abisi’yle bol bol sohbet ediyordu. Zaman zaman da konuştuklarına gülüşüyorlardı; Neyi konuşmamışlardı ki.? Fatma, daha çocukken oda da ki sobayı devirmişti de sobanın içindeki ateşler – yerde serili olan halı nın üzerine dökülmüş, ateşin döküldüğü yer de tamamen yanmıştı. Fatma da abisi’nden korktuğu için halı nın yanan yerini gizlemeye çalışıp üzerine minder koymuştu ki, (abisi) halının yanmış olduğunu görüp de kendisini dövmeye… ancak, devrilmiş olan sobayı, tekrar kurarlarken, “Hani, derler ya, (güneş balçıkla sıvanır mı)? Yusuf da halının yanmış olduğunun farkına varır. Kız kardeşleri olan Esengül ile fatma’ya, (sizler) mutlaka dikkat etmedinizde, birde bu halıyı mı yaktınız” Diye, habre kızıp dururken, hersini alamayan Yusuf, daha edemeyip, halıyı ateşten koruması için soba’nın altına koyacağı elinde ki o kocaman yassı taş ile fatma’nın kafasına kafasına vurmaya başlar. Birde ağzının için de mırıldanarak, bir daha bu sobayı devirip de bu halı yı yakacakmısın “diyordu. bu arada, her nedense Esengül e hiç bir şey demiyordu. Çünkü, soba devrilip de halı yandığı zaman o ev de yoğumuş da ondan bir şey demiyormuş. En küçükleri ise Zekine’ydi, o’da daha küçücük çocuk olduğu için, o’na bir şey demiyordu. Yusuf ile Fatma böyle konuşarak, ____________________________________________________________________________ Yusuf Aslan. Sayfa: 139. geçmişi bir hayli irdelemişlerdi. Konuştukca laf’da lafı açıyor - hayli derinleşip gidiyordu. Fatma abisi ne bakarak? he yav abi, o zaman sen beni ne kadar dövmüştün. Hele de elinde ki o kocaman taş ile kafama kafama vurdukca, ben de (korkumdan) sana bir şeyde diyemiyordum. ertesi günü bile kafamın ağrısı dinmediği için, elimi başıma attığımda birde baktım ki, (senin) o taş ile vurduğun yerler aha böyle gülle gibi şişmişti. (diyerek) abisine sitem ettiğinide gizlemiyordu. Daha sonra, Fatma nın aklına, (inekler için) ekin tarlalarına ot toplamaya gittikleri gelmişti. Fatma, (abisi ne), yav abi, bir keresinde anam, Gülüzar abla, Satı abla, Saadet abla, ben ve Evren hep birlikte, eşekleri de alıp dilber bağı tarafına doğru ot toplamaya gitmiştik. Tarla nın birinde de öyle bir güzel ekin vardı ki, o ekinlerin içine girdiğimizde (sanki de) boyumuzu aşıyordu. Ayrıyeten ekin tarlasında bir sürüde ot çıkmıştı. Bu Otların bolluğunu gören kadınlar da bir keyfi’nen bir zevki’nen ot toplamaya başladılar ki, keyflerine diyecek yoktu; (hemen) az bir zaman da çuval çuval ot toplanmıştık. Hee şunu da söylemeyi unuttum? Deyince, Yusuf da, hiçbir yeri atlamadan inceden inceye, güzel güzel anlat şu ot macerasını ki heyecanı bol ola diyordu ki, (Fatma) yav abi, benim unuttuğum bizim eşeklerdi eşekler. Bende de de öyle bir akıl var ki (kocaman) eşek kadar eşekleri nasıl unuttum “deyince, Fatma nın bu komik konuşmasına karşı -Yusuf da ha ha ha “diye, gülmeye başlayınca, (Fatma) abisi ne, yav abi durup dururken (şimdi) niye gülüyorsun? Sorusuna karşılık, Yusuf da, ilahi Fatma sen çok yaşa emi, ____________________________________________________________________________ Elif Kz’ın Kaderi. Sayfa: 140. (ben) niye güldüm biliyormusun; hani, yav abi ben bir şeyi söylemeyi unuttum “yani, eşek kadar eşekleri unuttum, dedin ya, (işte) ben senin o lafı na gülüyorum deyip - ardından da, amaaan Fatma, boş ver benim güldüğümü. Eşekler aklına geldiğine göre, (unutmadan) o eşeklerden başla hele, eşekleri ne yaptınız* diye sorularını peş peşe sıralayıp lafı derinleştirmek istiyordu. Ama, Fatma da, yav abi benim ile dalga geçme şimdi!... o zaman, biz ekin tarlasına girmeden tarla nın sınırına kazık çakarak eşeklerin yularını sıkıca kazığa bağlamıştık hemi; Gülüzar abla, Satı abla, Saadet abla, anam ve ben topladığımız çuvallar dolusu otları ekin in içinden sınıra kadar getirerek sınırda da eşeklere yükleyip de eve gelek; yani, her zaman ki yaptığımız gibi yapıyorduk. Otları topladıktan sonra, Satı abla ile (ben) birlikte eşekleri çözmeye gitmiştik, oraya vardığımızda” Evren de eşeklerin yanındaydı. Satı abla nın eşeği de biraz inat ve çifteli olduğu için, (Satı abla) eşeğine, aman da benim kara gözlü güzel eşeğim” diye, severek yaklaşmaya çalışıyordu ki? Güya, eşek te (Satı abla nın) kendisini sendiğini anlaya da, kazıktan yuları çözülünce tepinip de çiftelenmeye… Satı abla, eşeğini severek yaklaşırken, Evren de o’nun diline öykünmesin mi; vay Evren öykünmez olaydın. Satı abla aman da benim kara gözlü eşeğim” diye, sevdikce, Evren de Satı abla nın diline öykünmeye devam ediyordu. (Oysa), Evren, Satı abla nın diline öykündükce, o’da içinden içinden, Evren e kızarmış. Satı ablanın o’na kızdığını anlasam, ben Evren i ikaz eder ayıktırırdım, biz ne bilelim ____________________________________________________________________________ Yusuf Aslan. Sayfa: 141. Satı abla nın Evren e kızdığını: demek ki Satı abla yı kızdıracak en son noktaya getirmişki. Satı abla, bu sefer içinden değil de, eşkere / aşikar olarak kızmaya başlamıştı. Evren in de aklı iyice ermiyor ki sesini kese, o Evrene kızdıkca, evren de o’nun diline öykünmeyi daha da fazlalaştırdı, “derken, Satı abla yerden bir taş alıp Evrene attı, attığı taş da Evren in ayağına değince, bu sefer de Evren, yerden bir taş alıp Satı abla ya atınca, taş geldi geldi Satı abla nın başına değmesin mi. (taş) Satı abla nın başına değince, oyy başım” deyip de - elini başına atarken, Evrene de ula Evren, senin baba’yın sakalına şey ederim, hele sen dur bakam “deyip - eşeğini de topladığı otu da bırakıp Evren in peşine düşmesin mi. adam boyu ekinlerin içinde, Evreni kovalıyor amma, (hiç) Evren o’nun eline geçer mi, eger ki bir yakalasa” var ya, Evren i çiğ çiğ yiyecek (sanki) öyle hırslanmıştı. bu arada, anam olsun, Gülüzar abla olsun, Saadet abla olsun, o’nlar da, Satı abla ile Evren in haline hemi gülüyorlardı, hemi de Bir yandan (O’nlar) Satı abla ya, gız gel anam gel de şu eşeğine otu yükleyek de eve gidekin. Sen (niye) Evreni karşına alıp da kocaman adam yerine koyuyorsun. O’nun daha ne aklı eriyor ne de başı eriyor. O daha çocuk” Diyorlar, (ama) o’nların yapma, etme, ayıptır demeleri, Satı abla yı yola getirmiyordu. Satı abla, Evreni kovaladıkca; o’da hala o’nu kızdıracak hareketler yapıyordu. Evren baktı ki, Satı abla kendisini kovalamaktan vaz geçmiyor, (eger ki o’nu yakalayıp da eli ne bir geçirse” var ya, o’nu çiğ çiğ yiyecek) Evren, daha edemedi köye doğru ____________________________________________________________________________ Elif Kz’ın Kaderi. Sayfa: 142. kaçmaya başladı. Satı abla da o’nun peşinden koşuyor ama, Evrene yetişemiyor da, arada bir de Evren geriye dönüp elleriyle (nanik) yapınca, Satı abla da iyiden iyiye ifritlenip – dinden imandan çıkıyordu. Daha edemeyip Yerden aldığı taşları o’na atıyordu ama, şans eseri hiçbir taşı da o’na isabet etmiyordu. Eger ki o taşların biri Evrene değse “var ya, o anda o’nu oraya sererdi. Bizler / hepimiz ekin tarlasında kalmıştık. Hani, Evren kaçtığında, o’da o’nu kovalıyor ya” derken, mezarlığın oradan köye girerler. Ekin tarlasındayken, yazı nın yüzünde (Satı abla) Evreni görüyordu. Ama, köye girince evlerin duldasından olacak ki (daha) göremez olur. Evren de gizli gizli Satı ablayı takip eder, Satı abla hangi evin oradaysa, Evren de başka bir evin köşesinden (Satı abla ya) seslendi mi, o’da hemi sövüyor hemi de kucağına toplamış olduğu taşlar la bir bir taşlıyordu. Derken, Evren ile satı ablanın bu serüvenleri, taa ki bizim köye gelmemize kadar sürmüştü / hala da sürmekteydi. Biz de, eşekleri önümüze katmışız ço ço çoo” diye, sürüyoruz; onun ötesinde anam olsun, Gülüzar abla olsun, Saadet abla olsun taa mezarlığın oradan, gız Satı, Satı, senin eşeğinle otunu da getirdik. Hele gel de şu eşeğini götür, eşeğini götür de otu nu içeriye koy” diye, bir sürü bağırdılar / çağırdılar amma, anam gil her ne kadar bağırıp çağırsalar da Satı abla (o’nları) hiç duymuyordu bile. (Evren, İstemiyerek de olsa bir kere Satı ablayı kızdırmıştı) Anam, daha edemedi, kendi eşeğiyle otu nu bırakıp – Satı abla nın eşeğini kapılarına götürerek ot çuvallarını yere indirdikten sonra, ____________________________________________________________________________ Yusuf Aslan. Sayfa: 143. eşeğini de ahırlarının kapısına bağlayıp eve geldi – bu sefer de bizim ot çuvallarını indirmeye başladı. Herhalde Evren, Satı abladan korkmuş olacak ki bizim yanımıza bile gelemiyordu. Bu arada Satı abla kendi evleriyle bizim evin arasında ha bre mekik dokuyordu; güya, Evren eve gelecek olursa tuta da o’nu döve… amma, Evren de taa ede Hüsov gil in oradaydı. Arada birde, Evreni gördümü, o’na doğru elini kaldırıp sallayarak, elbette seni elime geçiririm Evren. Bak sen o zaman, dünya nın kaç bucak olduğunu sana gösteririm” diyerek, öyle de bir tehdit ediyordu ki, tam o sırada Gülüzar abla ile Saadet abla da geldi. O’nlar da Satı abla ya, gız ayıptır Satı, ayıptır bu yaptığın. Yönünü çevirde gel şu evi ne gir, senin karşındaki bir çocuk, eger ki bir gören / mören olsa “var ya, sana gülerler, sana; dedilerse de. Satı abla, Nuh dedi de Peygamber demedi. Satı abla nın bu umursamazlığına karşı, Gülüzar abla da Saadet abla da, gız sen ne utanmaz bir avratsın, tırnak kadar çocuğu karşına almışsında bayrak açmışsın” diye kızarlarken anam da o’nların yanına gelerek, gız anam sen utanmayıp da, şu Evreni karşına alıp olmadık malamatı, olmadık rezaleti çıkarıyorsun. Hemi de Baya ciddi ciddi kavga edip o’nu dövmeye çalışıyorsun. Hadi, bizden utanmıyorsun, bari kendi kendinden utan, hey utanmaz kadın” diyerek, Gülüzar abla bir elinden anam da diger elinden tutarak – hadi anam hadi evi ne gidek de, şu oğlan da eve gelsin. Aha akşam oldu, herkes evi ne çekilip girerken, senin yüzünden çocukcaz kapılarda mı kalacak” deyip de, anam ile Gülüzar abla ufak ufak ____________________________________________________________________________ Elif Kz’ın Kaderi. Sayfa: 144. yürüdükce, her ikisinin arasındaki Satı abla da ister istemez yürüyordu. Ama, gene de zora ki bir şekilde evi ne götürdüler. Satı abla yol da giderken, Evren e doğru da dönerek, ula Evren aha (ben) şimdi eve gidiyorum. Sen de ye iç aha bu kadınlara dua et. Ama, seni bir gün elime geçirip bir güzelce hışnıyacam / dövecem. Eger ki, ben seni bir güzelce dövmesem içim rahat etmiyecek, hemi de ben senin bu yaptıklarını hiç unutmuyacağım? diye diye evi ne girmişti. Satı abla evi ne girdikten sonra, Evren de ede Hüsov gil in oradan (gizlice) eve geldi. Eve gelirken de (gene)de bir gözü Satı abla gil in oradaydı. Çünkü Evren, Satı abla dan korkmuştu? Evren eve geldikten bir müddet sonra da anam eve gelince, birde anam Evreni fırçaladı. Derken anam ın fırçasını da savuşturdu. Zaman zaman, Satı abla tenci ye giderken bizim kapı nın önünden geçtiği sıra, eger ki Evren kapıdaysa hemen içeriye kaçıyordu. Satı abla da Evren in çeriye girdiğini gördüğü zaman, elini havaya kaldırıp parmağını sallıyarak, sen görürsün Evren” deyip- geçip gidiyordu. Derken kurban bayramı geldi. Anam, Gülüzar ablayı, Saadet ablayı da alıp (Evren de yanlarında olmak kaydıyle) Satı abla gile gittiler; Evren o’nun eli ni öptü, o’da Evren in yüzünü öptü, birbiriyle öpüştülerde, ancak o zaman ateş kes olup - barış sağlanmış oldu; diyerek, o ara da sözünü bitiren Fatma. Amaaan abi, demekki o zaman Evrenin de hop hop” yani tam da çocuksu zamanıymış? Deyip ayağa kalkarak ocağın üzerindeki çaydanlığı alıp masanın üzerindeki bardaklara çayı koyduktan sonra, yerine (geri) oturarak hep birlikte çay keyfi ediyorlardı. ____________________________________________________________________________ Yusuf Aslan. Sayfa: 145. Eee, sabahtan beri o kadar lafı konuşmuşlardı. (sanki de) lafı nan dünya nın altını üstüne getirmişlerdi. Ama, Fatma bir kere laf çuvalı nın ağzını açmıştı? Çayı nı yudumlarken, kendisi’nin-de, çocukken yaptıkları bazı çocukca hareketleri aklına gelince, abisi ne yav abi, benim de anam ile Sivas a gitme maceramız var; hani, laf lafı açıyor ya” ben de lafa başlamışken (birde) şu Sivas a gitme maceramızı anlatam” deyip- söze başlamıştı. Hani (bizim) Sivas ta “Hasan göğ” gil diye bir akrabamız” var ya, dediğinde, Yusuf da, hee öyle bir akrabamız var” diye, yanıtlıyordu. Fatma da, hah işte o Hasan göğ emmi’mi-zin hanımı ölmüş, o’nun öldüğü haberi de köye gelince, köydeki akrabalarıda hazırlanmışlar ki sivasa gideler. O’nların, Anov bibi’nin (Anov hala’nın) cenazesi için sivasa gideceklerini duyan anam da hazırlandı “mesala yani” diyelim ki, yarın ki güne sabahleyin Yazıhan a gidecekler, orda da tren gelene kadar, az bir şey beklediklerinden sonra, Malatya dan gelen tren e binip Sivas a gidecekler. Fatma, abisi ne Sivas a gittiklerini anlatırken, çocukken yaptıkları o maceraları da aklına geldikce kendi kendine gülüyordu. Gülmesi geçtikten sonra, (gene) abisi ne laf vermeye çalışan Fatma; ertesi günü sabah olduğunda anam erkenden kalkmıştı. Hani, Sivas a gidecek ya, anam erkenden kalktığı için ben de erkenden kalktım. Benim erkenden kalktığımı gören anam, bana, sen niye erkenden kalktın gızım, biraz daha yatsaydın ya, diyordu. ama, yatmak kimin umurunda ki… birde baktmı ki, anam trene gitmek için (çarşıya) dolmuşların oraya gidecek. ____________________________________________________________________________ Elif Kz’ın Kaderi. Sayfa: 146. Anam, daha dışarıya çıkmadan ( ben)de anama, ana beni de Sivas a götür dedim. Ben öyle deyince, anam da bana kızar gibi yaparak, yok yok olmaz, sen gidemezsin hemi de çocuklar öyle her yere gidemezler” dediyse de, ben de hiç aldırmayıp – anama, ana ben de sizinle birlikte o Sivas a gideceğim “diyordum, anam da (benim) kendine söylediğim lafa aldırmayıp gülerek, de anam, şuna iyi mi diyesin (yoksa) kötü mü diyesin, de gel de şuna ne diyesin? Otur oturduğun yerde, dedikten sonra, yol da ekmek yerim diye hazırladığı azık çıkınını da eline alıp – dikine aşağı, çarşıya doğru gidince, ben de evden çıkıp anam ın peşine takıldım. Anam geriye dönüp de her ne kadar gelme gızm, etme gızım, geri dön eve git gızım” dediyse de, ben anamı hiç aldırmadım. Biz o şekilde çarşıya bi vardık ki – Ooo orada kimler yoktu ki, Dallik Satı bibi var, Maççiğin Hasan ın avradı Bağdat abla var, Hüseyin emmi min avradı Yeter abla var, Ümmühan abla var, şu an isimlerini unuttuğum pek çok kişi var dı. Yani, senin anlıyacağın, köyde ki bütün çamurcular Sivas a gitmek için çarşıda toplanmışlardı.Sivas yolcuları dolmuş un yanında toplu olarak dururlarken, ben de kel Mehmet in dükkanı nın köşe de bekliyordum. O zaman da hava öyle soğuktu ki, demek ki kış günüymüş: anam, benim üşüdüğümün farkına varmış ki; ta oradan, (bana) eve git gızım, eve git” diye, bana bağırıp duruyor du amma, (ben) anamın bana bağırmasını bile hiç aldırmıyor, dükkan ın köşe de ha bre bekliyordum. Derken Sivas yolcuları dolmuş a bindiler, dolmuş un şöförü de bindikten sonra hareket ettiler. ____________________________________________________________________________ Yusuf Aslan. Sayfa: 147. O’nlar hareket edince, ben de o’nların arkasından koşmaya başladım. Dolmuş, köyün petrolünü geçip – körpınar a aşağı inmeye başlayınca, o sıra da, ben de petrole gelmiştim. Dolmuş, Datça ya vardığında, ben de körpınar a varmıştım. Bir kere kafaya koymuşum? Hiç yolu yok, ben de o Sivas a gidecektim. Peki, ben niye bu kadar gayret ediyorum? Çünkü, ben o Sivas ı hiç görmemiştim, onun ötesinde trene de hiç binmemiştim. Eger ki, gösterdiğim bu gayretimden dolayı Sivas a gidersem. İşte o zaman hemi trene binecektim hemi de Sivas ı görecektim. Bu da çocukluk aklı işte, ne diyesin” yav abi, (ben) körpınara aşağı öyle bir hızınan koşuyordum ki, arkamdan bir atlı gelse bile bana yetişemezdi. Ben o hızınan koşarken, Datça yı geçmiş olan dolmuş? Bir baktım ki, gittiği yerde durdu. Birde geri geriye bana doğru gelmesin mi. Dolmuş geldi geldi yanımda durdu. Dolmuş yanımda durunca, ben de durdum, amma kalbim de gümbür gümbür atmaya, döşüm de bir körük gibi şişip şişip inmeye başlamıştı. Derken, bir baktım ki kapı açıldı, kapı açılınca dallik Satı bibim, (bana) gel Fatma gel, gel de bin şu dolmuşa, anan götürmese bile, ben seni götüreceğim” diyordu, amma ben de dolmuş a binmek için hemi anam’a bakıyorum hemi de o’ndan korkuyordum. Derken, anam da beni çağırınca, hemen koşarak dolmuş a bindim. Dallik Satı bibim, hele bak kızcağıza donmuş donmuş” deyip- beni yanına aldı. Oradan biri de hemen hırkası nı verdi ki giyem. Aldığım hırka yı hemen giydim. Yol da giderken, (anam) ben bu kıza ardıma düşüp de gelme ha” dedim, amma gene de ____________________________________________________________________________ Elif Kz’ın Kaderi. Sayfa: 148. beni dinlemeyip ardımız sıra koşarak geldi. Şimdi ben bu kızı bir güzelce dövmiyem mi, Ne diyorsunuz? Diye de dolmuşun içindekilere sorduğunda. Dallik Satı bibi de hemen beni kayırıp- anama, dee çok söylenme Yeter, zaten kızın eli ayağı buz kesmiş soğuktan… kıştan kıyametten donmuş. Sen de, ben bu kızı bir güzelce dövem mi diyorsun” dedikten sonra, anama’da ne dedi biliyormusun abi? Deyince, abisi de (sanki de) sinema film i seyreder gibi, Fatma nın anlattığı hikayesine dalmış bir vaziyette, Eee, Satı bibi anama ne dedii, diye şaşkın bir vaziyette soruyordu. Fatma da, Satı bibi anama , bana bak Yeter, biz Sivas a gidip gelene kadar bu kız benim mahiyetimde, sakın ha? Fatma ya bir şey mirşey deyip meme’ye-sin deyince, anam da, ey bacı ey senin dediğin olsun diyordu ki, (hemen) ordan Ümmühan abla laf a girdi, (Satı bibi’me) gız bacı biz yas yerine gidiyoruz, yas yerine. Bu kızın yas yerinde ne işi var, hemi de bizinen taa Sivas a, olacak şey mi yani” diye, hersli hersli konuşunca, Satı bibim de Ümmühan abla ya, tamam Ümmühan, tamam gayrı, kızcağız Sivas a gitmek için bir kere heveslenip peşimize düşmüş. Daha ne diyorsunuz gayrı; kızcağız peşimize düşme bahanesiyle yazı da yabanda mı kalsın” deyince, Ümmühan abla da sesi ni kesti. Zaten, o sıralar” Satı bibim’in-de tam hüküranlık zamanı ki hiç kimse, o’na bir şey bile diyemiordu” diyen Fatma, yav abi, o’nca kadınlar Sivas’ta-ki cenazeyi unutmuş gibi hep benim lafımı ediyorlardı. Ben de o’nların ne dediklerini takip ederken, birde baktım ki (hemen) ____________________________________________________________________________ Yusuf Aslan. Sayfa: 149. Yazıhan a / tren istasyonu na gelmiştik. Tren istasyonu’nda indikten sonra, dolmuş da çekip gitti. Biz de hep birlikte tren garı’na girdik. Kafilede, Aşağı yukarı yedi sekiz tane kadın var dı. Bu kadınlardan biri olan, tabi o’da Satı bibim, diger kadınlardan tren bileti parası nı toplıyarak bilet gişesinden biletleri aldıktan sonra, daha, bizler peron’a çıkmadan tren (hemen) gelmiş istasyon da durmuştu. Derken, bütün kadınlar tren e bindiklerinde, ben de tren’e binmiştim. Tren’e binerken bile sevincimden kuşlar gibi havalar da uçasım geliyordu. Peki, ben niye bu kadar çok seviniyordum, biliyormusun abi” deyince. Abisi de, bilmiyorum amma, tahmin ediyorum. Çünkü sen, tren’e hayatın da ilk defa biniyordun da ondan dolayı seviniyordun. Öyle değil mi Fatma” diye tahmin yürütünce, Fatma da abisi ne, he vallahi abi, ben işte o zaman ilk defa tren’e binmiştim’de onun için seviniyordum. Yani, sen de benim kalbimi okumuş gibi oldun” diyordu ve sözlerini bitirmeden devam ediyordu, ben tren’e binerken, o ayak basamağına ayağımı bastığımda olsun, ayağımı bastıktan sonra, o üst tarafta ki el tutacağından tuttuğumda olsun, tren’e bindikten sonra, koridor boyunca, bir o tarafa bir bu tarafa koşarak gidip geldiğimde olsun, koridorda ki pencerelere yaslanıp da başımı dışarıya çıkararak sağa sola bakmam olsun, hatta kompartman ın içine girip de koltukların üzerinde oturmam olsun, velhasılı bunların hepisi benim sevinmemi gerektiren bir sevinç kaynağıydı. Öylece bir müddet yol gittikten sonra, ben acıkmıştım, ben acıkmıştım da (sanki) o kadınlar acıkmamış’lar-mıy-dı. ____________________________________________________________________________ Elif Kz’ın Kaderi. Sayfa: 150. Tabi ki o’nlar da acıkmışlardı. O kadınların içlerinden biri, vallahi ben acıktım” deyip de kendi ekmek çıkını’nı açınca, diger kadınlarda o kadına, yalnız sen acıkmadın ya, bizler de acıktık, bir sen çıkını nı açıp da orta yere serme, hepimizde çıkınlarımızı açıp orta yere serelim de yemeğimizi öyle yiyelim, geri kalan’ıda kaldırıp - daha sonra, ileri de bir yerler de yeriz” deyince, bütün kadınlar da ekmek çıkınlarını açıp orta yere sermişlerdi. Serilen sofrada yemek çeşitleri haddinden fazla boldu, maharetli kadınlar neler neler hazırlamamışlardı ki? Ne ararsan sofra da vardı. Ben de (hemen) kapı nın ağzında oturmuş kadınları seyrediyordum. Bu arada, bana sahip çıkan (gene) Satı bibim olmuştu. Hemen oradan bir yufka alıp içine bir şeyler koyarak, bir dürüm yapıp – şu dürümü al da ye Fatma” demişti. Eee, ben de öyle acıkmışım ki* Satı bibim’den dürümü alır almaz hemen giriştim. Dürümü yeyip de birde üstüne biraz su içtikten sonra, karnım doymuştu, karnım da doyunca (gene) koridora çıkarak bir o yana bir bu yana koşup oynamaya başlamıştım. Benim tahminime göre bir hayli yol katetmiştik. Hele o tunellerden geçerken tren’in içi bile zifiri karanlık oluyordu. Tren, tunel,den çıktığında ise, o zaman da tren’in içi kendi dumanıyla dopdolu oluyordu. Velhasılı, biraz evvel de söylediğim gibi – bir hayli yol katetmiştik. Kadınlarda, burası “kangal, artık bundan sonra yolumuz pek fazla sürmez, az bir zaman sonra, Sivas a varırız diyorlardı. Yine, kadınlar kendi aralarında konuşarak, içinizde karnı acıkmış olanınız var ise, hemen şuraya çıkınımızı açıp da az çok, Allah ne verdiyse yiyelim deyince? ____________________________________________________________________________ Yusuf Aslan. Sayfa: 151. Oradan, Bağdat abla da açın şu çıkınları da, karnımızı bir güzelce doyuralım, gittiğimiz yer dügün bayram yeri değil ki, önümüze (hemen) çeşit çeşit yemekleri dizeler… bizlerin’de, gittiğimiz yer cenaze evi olduğuna göre, o evden her hangi bir şey bekleyebilirmisin? Tabi ki bir şey bekleyemezsin. Çünkü, gittiğimiz yer bir cenaze evi. Hatta o evin, acı sı var, kederi var, üzüntüsü var, var da var. işte bu sebepten dolayı? Açın şu çıkınlarımızı’da karnımızı bir güzelce doyurak, bir güzelce doyurak da - oraya da vardık mı? hiç bari iki ağıt eder de, iki göz yaşı dökeriz” deyince, gene orta yere çıkınlar açılarak (iyi kötü) herkes bir şeyler yemeye başlamışlardı. Bir kere daha (herkes) karınlarını tıka basa doyurmuşlardı. Orta yerde ki çıkınlarını da toparlayıp – ortalık da temizlendikten sonra, bazıları pencereden dışarıya baktığında, aha Sivas’a-da geldik diyorlardı. Ben de o heyecanla pencereye koşup baktığımda? Güzel bir şehir görünümünde olan Sivas ı, (karşımda) o muhteşem güzelliğiyle görüyordum. İkindi vaktinden sonra, saat “dört, gibi Sivas ın tren istasyonu na girmiştik. Tren’den indikten sonra, Anov bibi gil in oturduğu o mahleye çalışan dolmuş’lara binip doğruca oraya gittik; dolmuş’ta giderken, dolmuş un şöförü bazı durakların isimlerini söyleyip – o durak da inecek yolcuları uyarıyordu. bir ara’da, Alibaba’da inecek “var mı, diye söylediğinde, Satı bibim’de, şöföre, he gurban he, bizi Alibaba durağında indiresin diyordu ki? Tam o sıra da dolmuş’da durmuştu. Dolmuş durunca hep birlikte aşağıya indik. Bizim indiğimiz yerin tam karşı tarafında da Anov bibi gil in evi ____________________________________________________________________________ Elif Kz’ın Kaderi. Sayfa: 152. varımış / hemen karşıdaymış; biz, yolu geçip’de eve gireceğimiz sıra da, Satı bibim in kızı” Zekine abla, elini kulağına atıp - hemi söylemeye hemi de ağlamaya başlamasın mı. Zekine abla nın sesi de öyle yanık öyle güzelmiş ki? İçerdekiler de (o’nun) sesini duyunca (onlardan) bazılarının kapıya kadar gelerek bizi karşılıyorlardı. İçerden çıkanlar, dışarıdan gelenler hep birbirlerine sarılıp bir ağıt tutturdular ki; deme gitsin… o kadar kadınların içinden birileri çıkıp da, de yeter, gayrı susun demiyorlardı. Zekine abla’nın-da o dokunaklı sesi ve ağıdı, oradakileri bir hayli ağlatmıştı. Derken, Ümmühan abla, de yeter Zekine, yeter gayrı, şu soğuk’da dışarıda kaldık, Hele bir içeriye girekin” deyince, Zekine abla, Ümmühan ablayı dinliyerek türküyü de ağıdı da kesip içeriye girmiştik. İçeriye girdikten sonra, herkes bir yerlere oturdular. Dışarıda sesleri kesilmiyen kadınlar, içeriye girince bu sefer de sus pus oldular. Ben de bir baktım ki herkes kendi yanındaki kadınla hal hatır ediyorlardı. Daha sonra da derin bir fiskosa düşmüşlerdi. artık hal hatırmı sorup süal ediyorlardı, yoksa dedikodu mu ediyorlardı? İşte onu bilmiyorum. Sivas’ın-da öyle sert kışı varmış ki, dışarı’sı buz gibi, hava çok soğuk, evlerin saçaklarında akan sular donunca (sanki) kılıç gibi buzlar oluşmuştu. Dışarıya hiç çıkılacağı yokturdu; ama içeri de ateş gibiydi, sobayı yakmışlar - gürül gürül yanarken, bir taraftan da ha bre içine odun atıyorlardı. O fiskos eden kadınlardan bazıları “yani, Fethiye’den gelen kadınların üzerlerinde (demek ki) yol yorgunluğu” var ki, içerinin sıcağına daha fazla dayanamayıp kirpit gibi ____________________________________________________________________________ Yusuf Aslan. Sayfa: 153. geçmişler, hepsi de oturdukları yer de uyumaya başlamışlardı. Bir ara ben de, o uyuyanlar gibi uyumaya başlamıştım. Yine, o ara da birileri, içeriye tepsiyle çay getirp de orada ki millete dağıtırken, yanımdaki kadın da (başımı okşayıp) beni uyandırarak, hadi kızım, bir bardak çay’da sen al, uzak yoldan geldiniz, tren de üşümüştürsün; hadi, bir bardak çay’ı al’da iç’ki için ısına” diyordu. ama, o uyku “var ya” çay’dan daha tatlıydı. İçim den kendi kendime söylenerek, keşke de beni bu çay için uyandırmasaydı: ama bir kere uyanmıştım. Yine, kendi kendime, uyandığına göre (Fatma) sen de, gayrı bir bardak çay’ı alda iç diyordum ve çay dağtan bayan ın elinden bir bardak çay’ı alıp içmeye başladım. Çay’ı bitirip de bardağı mutfağa götürdüğümde (gene) bana bir bardak çay verdiler. Orada ki kadı’nın biri de, (bana) iç kızım iç de üşümeyesin. Sivas’ın soğuğu da, kışı da pek yaman olur” diyordu. ben, daha çayı’mı içmeden birde duydum ki, anam eli’ni kulağına atmış’da öyle bir türkü çığırıyı ki, anam’ı dinliyen kadınlar bir kere daha ağlaşmaya başlamışlardı. Onlar içeride ağlaşırken, mutfaktaki kadınlarında bazıları ağlaşmaya başladılar. Anam türküsünü çığırıp’da daha bitirmeden (hemen) peşinden” Zekine abla türkü’ye başlamıştı. Bu sefer’de hemi Zekine abla hemi’de anam, bir o çığırıyı, bir o biri türküsünü çığırıyı. bunların türküleriyle bütün kadınlar ağlayı ağlayı hış hamur olmuşlardı (bitap düşmüşlerdi). Derken, içlerinden (gene) biri anam ile Zekine abla’yı susturdularda, diger kadınlarında ağıtları kesildi. Fatma, (abisi’ne), biz oraya vardığımız günü, gecenin bir vaktine ____________________________________________________________________________ Elif Kz’ın Kaderi. Sayfa: 154. kadar - kadınlar, zaman zaman hep ağlaştılar. Hele’de, Anov bibinin kızı, hiç durmadan, anam anam, deyip deyip ağlıyordu. Gecenin bir vakti olmuştu - ama, yatmak için ne yataklar serildi ne de kadınlardan her hangi biri, gayrı gecenin bir vakti oldu, artık yerimizi hazırlayıp’da yatalım demiyorlardı. Bazı kadınlar hala otururken, onların haricinde, diger bazı kadınlarda sağa sola kıçlarını devirmişler horul horul uyuyulardı. Eee, benim’de uykum gelmişti, ben’de oturduğum yer’de uyuyunca, Anov bibinin kızı’da gelerek beni uyandırıp (başka bir oda’da uyuyan çocuklar varmış) beni tutup o çocukların uyuduğu oda’ya götürdü – benim’de onların orada yatıp uyumamı sağlamıştı. Daha, sabahın erken saatin’de bir türkü, bir ağıt sesiyle uyandım. Ooo, birde baktım ki, o ağıt yakan kadınlar “var ya, türküler söyleye söyleye, ağıtlar yaka yaka dışarıdan içeriye doğru giriyorlardı. Ben’de bir hayrete düşerek, sabahın erken saatin’de bu kadınlar nereden geliyorlar” diye, orada’ki birinden sordum. Öğrendim ki, kadınlar, sabahın erken saatin’de (mezarlığa) Anov bibinin mezarına gitmişlerde, mezardan geliyorlarmış; bizim köylü’lerin-de öyle bir huyları “varki, bir ev’den bir cenaze çıktı mı, o cenaze’nin 40,ı çıkasıya kadar o ev’de ağıt olsun, figan olsun hiç dumaz. Gece gündüz ağıt eder, figan eder dururlar. Ayrıyeten, o cenaze evindekilere, köylülerden hiç kimse yemek yaptırtmazlar. Sabah, öğlen, akşam yemeklerini köylüler getirirler. Zaten, yemek götürenleri köylüler takip ettiği için? diyelim ki, bu gün iki üç komşu yemek götürdüyse, yarın’da diger komşular yemek götürüyorlardı. ____________________________________________________________________________ Yusuf Aslan. Sayfa: 155. Sivas’ta-da öyle olmuştu. Her gün bir köylümüz yemek getirmişti. Bu husutan yana bizim köylülerin üzerinde hiç kimse olamaz. Ölü’de olsun, dügün’de olsun, (sağ olsunlar) bizim köylüler – hemen yardımlaşırlar, işte bu huyları çok güzel, bu huylarının üzerine diyecek yoktur. Her neyise, kadınlar mezardan gelip içeriye girdikten sonra, birde baktım ki birileri bir koyun getirmiş, dışarıda kesmeye çalışıyorlardı. Oysa, o günü Anov bibinin üçüymüş. İçeriye giren kadınların birkaç tanesi (geri) dışarıya çıkarak öğlene kadar üç dört çeşit yemekleri yapıp – hazırladılar. Sağa sola, çevredeki tanıdıklara haberler salınmıştı … öğlen’e yemek var” diye. Öğlen vakti’de hemi bizim köylüler hemi’de diger Sivas’lı komşular gelmişlerdi. Anov bibinin üç yemeği yendikten sonra, yemek’te hazır bulunan dede’de, Anov bibinin ruhuna Kur’an-dan sureler okuduktan sonra, pek çok’da dualar okudu – Hz. Muhammed’in şefaatin’den mahrum eyleme ya rabbi, ve Hz. Ali’nin velayeti’ne bağlı’lık-la birlikte, günü vakti saati geldiği zaman, Hz. Muhammed’in ve Hz. Ali’nin etrafında haşr ve cem eyle ya rabbi. Deyip - Anov bibinin ruhu’nun şad olması için dualar edip bitirdikten sonra, onca gelen millet de, dede’de dağılıp gittiler. Gerçi, dede Kur’an-ın haricinde çok’da dua okudu amma, o zaman ben çocuk olduğum için ancak bu kadarını aklımda tutabildim. Esasında, bir cenaze’nin üçün’de koyunlar kesilip’de üç dört çeşit yemekler yapılıp’da verilmesine gerek’de yoktur” yani, diye düşünüyorum. Mevlüt okunup’da helva dökseler daha iyi olmaz mı acaba? Diye’de düşünüyorum amma, (acaba) bu ____________________________________________________________________________ Elif Kz’ın Kaderi. Sayfa: 156. mevlüt okutma’nın-da Kur’an-da yeri var mı, duyduğum kadarıyla, (mevlüt’ün) Kur’an-da yeri yok. Onun ötesinde, bir cenaze namazında, (hoca) hazırda bulunan cemaate, ey ahali, bu er kişiyi, yada bu hatun kişiyi nasıl bilirsiniz” diye, soru sorar. Cenaze namazında hazır’da bulunan ahalide, iyi bilirdik, derler. Ama, O cenaze namazında hazırda bulunan cemaatin çoğu (belkide), musalla taşında yatan o meftayı tanımıyordu. (Hasbel kader) o cenaze namazında hazır bulunmuştu. Bu gibi iyi bilirdik sözünü’de çok yanlış buluyorum. Çünkü, bu er,ya da hatun kişiyi nasıl bilirsiniz sözü’nü? Hazırda bulunan ahali’nin-de iyi biliriz demeleri / bu sözler, tamamen gayb’tır, gayb’ı-da ancak ki bizleri yaratan o yüce Allah bilir. Her neyise, bizler o günü’de orada kaldıktan sonra, ertesi günü sabah ile birlikte tren istasyonu’na gelip –oradan’da tren’e binerek yazıhan’a gitmek için hareket etmiştik. Daha ikindi vakti olmamıştı,ki yazıhan’a gelmiştik, yazıhan’da indikten sonra, orada bir traktör vardı. O traktöre’de binerek köye geldik. İşte, benim Sivas maceram’da böylece son bulmuştu. Deyip- sözlerini bitirdikten sonra, abisi yusuf’da, fatma’ya vallahi’de billahi’de sana aferin, benim bir aferin’im” vardı, aha onu’da sana verdim. İşte böyle olmalı… yani, bir insan tuttuğunu çekip koparmalı,ki hayatta kalabile, (yani) yaşaya bile. Başka bir deyimle, hedefine ulaşa bile. İşte ben bunu sen’de gördüm. Eger ki, sen gayret edip azimkar olmasaydın? Ne o tren’e binebilirdin, ne de Sivas’ı görebilirdin. Senin tren’e binmen’de, senin Sivas’ı görmen’de, senin o azimkarlığıyın yüzünden olmasıdır. “deyip - ardından, ____________________________________________________________________________ Yusuf Aslan. Sayfa: 157. bu kadar sohbet yeter artık. hele ben çarşıya gidem’de biraz dolaşam. Yarın bir gün belki köye’de gideriz” derken, Hatice hanım’da yusuf’a, Yusuf, Yusuf, hele biraz bekle’de beraber çıkalım. Daha sonra yol,da ayrılır, sen çarşıya ben’de Öznur gile giderim” deyip – üç beş dakika sonra, her ikisi’de birlikte çıkıp – biri çarşıya bir digeri’de, Urkuya ablasının kızı Öznur gile giderler. Aradan bir iki gün geçtikten sonra, (gene) çamaşır valizleriyle poşetlerini ellerine alıp – köyün dolmuşlarının durak yeri olan, “Çavuşoğlu” mahlesindeki arasa’ya doğru giderler. Saat 12. De hareket edecek olan Hüseyin Koç’un dolmuşu’yla köye hareket ederler. Köye vardıkalarında Yusuf, kardeşi Hasan’ın demirci dükkanı’nın önünde iner. Yusuf’la birlikte bazı köylülerde inerler. Ancak, köyün pınar mahlesinde oturan köylülerin eşyaları ağır olduğu için, Hüseyin Koç, önce pınar mahlesine gidip yolcularıyla eşyalarını indirdikten sonra, tepeye doğru sürüp – Hatice hanımı’da evlerinde indirir. Hatice kendi evlerine, Hüseyin Koç’da kendi evine giderler. Yusuf, çarşıda indikten sonra kardeşi Hasan’la sarım görüm olup – hal hatır ederler. Daha sonra, yusuf’da ufak ufak tepedeki evlerine doğru giderken, yol’da kaşılaştığı köylüleriyle hoşbeş edip – birbirlerinin halını hatırını sorup süal eyleye eyleye evlerine varır. Yusuf, eve vardığında, (herkesten önce) yegenleri Murat ile Serhat karşılamışlardı. Murat ile Serhat, amcalarının elini, amcaları’da yegenlerinin yüzlerini öptükten sonra, gelinleri Elmas’la-da hoşbeş edip – çekyat’ın birine oturduktan sonra, Murat bir tarafına Serhat’da diger ____________________________________________________________________________ Elif Kz’ın Kaderi. Sayfa: 158. tarafına oturup – Amcalarına, “amca yav, eger ki bir daha ronam yazarsan, benden’de bir şeyler yaz, olur mu; hatta yazacağın roman’a tamamen beni yaz, emi” deyip – birde, amcanından sağlam söz almaya çalışıyordu. Amcası’da Murat’ın ısrarlarından kurtulmak için, tamam Murat tamam” diye, o’da o’na söz verdiğinde, bu sefer’de Serhat, (amcası’na) amca beni’de yaz emi… diye, o’da rica ediyordu. Amcası yusuf’da, o yegenini’de kırmayarak, tamam Serhat tamam, seni’de yazarım” deyip – o’nun-da gönlünü hoş tutmaya çalışıyordu. Aradan üç dört gün geçtikti ki, bir Pazar günü ikindi’den sonra, Hasan, garaj olarak kullandıkları bodrum katındaki taksi’si-ni dışarıya çıkarmıştı. Evdeki, ev halkı’nın-da üzerlerine yeni yeni elbiselerini giyindikleri gözden kaçmıyordu. Hallerinden Belli ki, misafir olarak bir yerlere gidilecekti; bir taraftan Murat, bir diger taraftan’da Serhat, anneleri Elmas’a, anne bu gömlek bana güzel olmadı, anne bu pantolon üzerime yakışmadı” diye , çeşit çeşit pantolon,u gömleği giyinip giyinip çıkaran çocukların haricinde, anneleri Elmas’da, yav bu gölek sana güzel oldu Murat: deyip – oğlunu ikna etmeye çalışırken, diger oğluna’da dönerek, Serhat bu pantolon’da sana güzel yakıştı. Daha ne panyolon deneyin nede gömlek deneyin: biraz beni rahat bırakın’da, ben’de kendime göre bir şeyler bulup’da giyem” laaa, diyerek, Elmas gelin’de kendine göre elbise bakınıyordu. Derken, bir saat için’de bütün herkes üstlerini başlarını değiştirmiş, yeni yeni elbiselerini giyinmişler, Malatya’da-ki dügüne gitmeleri için tam tekmil hazırlanmışlardı. Bütün ahali hep birlikte dışarıya ____________________________________________________________________________ Yusuf Aslan. Sayfa: 159. çıktıktan sonra, dış kapı’yı-da kilitleyip – yine hep birlikte arabalarına binip (dügüne gitmek için) Malatya’ya doğru yola çıkmışlardı. Bir saat gibi bir yolculuktan sonra, Malatya’ya, oradan’da Elazığ yolu üzerindeki dügün salonu’na varmışlardı. Dügün salonu’nun yeri’ni şöyle bir tarif edecek olursak? salon, bir yamaç bölge kısmında inşa edilmişti. Dügün salonu’nda, araba parkından tutun’da yazlık kışlık olmak üzere, büyük büyük salon’ları mevcut olup – hatta bu dügün salonları’nın birkaç katlı locaları’da mevcuttu. Yani, göz kamaştıracak cinsinden bir dügün salonuydu, böyle bir dügün salonu’nu kiralayıp’da dügün yapmak her babayigidin karı değildi. Böyle bir dügün salonu’nu kiralayıp’da dügün yapanların, ya sırtları kalın olacaktı yada sırtlarını bir yerlere dayamış olmaları lazım’dı. Eger ki öyle olmasa bu yükün altından nasıl kalkılırdı ki?” diye, böyle durum muhakemesi yapıyordu Yusuf… Hasan, Elazığ yolunda giderken bir müddet sonra, bir yol ayrımından sağ tarfıya doğru sapıp – dügün salonunun olduğu bölgeye girdiğinde, köylülerinden bazılarının gönüllü trafik elçisi olarak, dügüne gelen misafirlere gidecekleri mahali / yeri tarif ediyorlardı. Tarif edilen istikamete doğru gidildiğinde ise (hemen) önünüze araç parkı çıkıyordu. Araç parkına daha girmeden, orada (gene) gönüllü hizmetliler vardı. Bu tanıdık gönüllü hizmetliler’de, dügüne gelen misafirleri, dügün salonu’na yönlendiriyorlardı. Dügün salonu’na girildikten sonra, (gene) bu sefer’de salon’un içinde tanıdık simalar (insanlar) dügüne gelen misafirlere, oturmaları için yer gösteriyorlardı. ____________________________________________________________________________ Elif Kz’ın Kaderi. Sayfa: 160. Dügün salonu ise çok çok muhteşemdi. (hiçbir kusuru yoktu) dügünün olacağı yer, yazlık bir dügün salonu‘ydu. Ancak yapılan hizmetlerde kayda değerdi; Yani, çok muhteşemdi. Ben, o dügünü, o dügünden yıllar sonra, seyrettiğim bir tv dizisinde olan, “Muhteşem Süleyman”’ın kız kardeşi için yaptığı dügüne benzettim. Yani, her şey mükemmeldi. Her şey yerli yerince oluyordu. Ancak, benim kanımca orada bir şey eksik gibi görülüyordu? O eksik olarak gördüğüm şey’de özgürlüktü” galiba? Evet, orada ki hizmet eden tanıdık simaların, kendi insiyatiflerini kullanarak yetki sahibi olmadıklarını sandığımı, ya da kendi arz ve istekleri doğrultusunda hareket etme şanslarının olmadığı kanısına varıyordum?” diyen Yusuf, aile efratı’yla ana yola bakan bir yere’de oturmuşlardı. Orada biraz oturunca, hemi çocukları hemi’de kendileri üşümüşlerdi. Dügün salonu’nun yeri’de biraz yüksekte olduğundan ve birde akşam olduğundan olacak ki esen rüzgara daha fazla dayanamayıp – yerlerinden kalkıp orta yerlerde bir yere giderek oradaki masalardan birine geçip oturmuşlardı. Yusuf gil yerlerine oturduktan sonra, sağlarına sollarına bakınarak tanıdıklarına olsun, köylülerine olsun, ellerini kaldırıp birbirlerine hemi selam verip hemi’de hal hatır soruyorlardı. Bir başka tarftan’da, dügün sahibi olan şahıs, masa masa dolaşarak, dügününe iştirak eden bütün misafirlerine hoş geldiniz” diyerek, bir örf ve adeti yerine getirmiş oluyordu. Masaları tek tek dolaşan dügün sahibi, Yusuf gil’in-de oturduğu masa’ya gelmiş, Yusuf ile Hasan’a hoş geldiniz, şeref verdiniz akrabalarım” ____________________________________________________________________________ Yusuf Aslan. Sayfa: 161. diyerek, birbirlerine sarılıp öpüştükten sonra, hanımlara’da dönerek, sizlerde hoş geldiniz” deyip – dügün sahibi olması’nın dışında, birbirlerine akraba olduklarından dolayı, Yusuf gil’i sıcak ve samimi duygular için’de karşılamıştı… Yusuf gil’de bu sıcak ilgiden dolayı çok memnun olmuşlardı. Biraz evvel’de anlattığım gibi, dügün salonu, yazlık dügün salonu olduğu gibi çok’da büyük’tü. Tahminen bin kişi’den fazla misafir alabilecek bir kapasiteye sahipti. Yusuf gil, salona geldiklerinde, salon aşağı yukarı yarı yarıya dolmuştu. Ancak aradan bir saat kadar zaman geçmişti ki, bu sefer’de ağzına kadar hınça hınç dolmuştu. Onun ötesinde, dügün’de şaşalı bir şekilde başlamış – pist’te oyun oynayan ahali / millet’de tek sıra halinde piste sığmadıklarından dolayı, üçer dörter sıra halka oluşturup oyunları’yla dügünün hakkını veriyorlardı. Bu arada masa’lara-da servisler yapılmaya başlanmıştı. İlk önce bir güzelce yemek servisi yapıldı. Yemek yeme faslı bittikten sonra, soğuk mezeler ve onun yanında çerezlerinde servisi yapılırken, içki servisi,de yapılıyordu. İçki servisi’nin dağıtımını ve sorumluluğunu, dügün sahibi’nin (her konu’da) çok samimi arkadaşı olan bir arkadaşı üstlenmişti. Ve bu kahyalığa soyunmuş olan şahsın emrinde’de beş altı kişi, köylü gençlerden tahsis edilmişti ki, o genç çocuklar verilen emirleri yerli yerince, harfiyen yerine getiriyorlardı. Bu durum’da, yusuf’un gözlemleri arasındaydı. Kahyalık yapan şahıs ile yanında’ki hizmetli gençler, hep birlikte bütün masaları tek tek gezip - ona göre etütlerini yapıyorlardı. Etüt’leri bittikten sonra, yemek servisini yaptılar, yemek servisinden ____________________________________________________________________________ Elif Kz’ın Kaderi. Sayfa: 162. sonra, bütün masalara soğuk mezeler ile çerezleri servis yaptılar, daha sonra, kahya olan o şahıs, bir kere daha bütün masaları, fır döndü dolaşarak, kendi’nin eksik veya noksanlarını gözden geçiriyordu, daha sonra, yanında ki hizmetli gençlere bir takım emirler vererek, bütün masalara şişe şişe içki ve meşrubatları dağıtmaya başlamışlardı. Dügün salonun’da, ben “diyem, yüz masa, sen’de iki yüz masa “var dı, dügüne iştirak eden misafirler, (olanca) bütün masaları doldurmuşlardı. Ancak, Üzerime farz olan bir başka önemli konuya’da açıklık getirmek gerekiyor” diye düşünerekten, “örnek verecek olursam” diyelim ki, dügün salonunda iki yüz masa varsa; bu iki yüz masanın yüz doksan dokuzuna, meşrubat çeşitleriyle birlikte her masaya büyük şişe olsun, küçük şişe olsun, ikşer üçer şişe’de rakıları koymuşlardı. Bazı masa’lara-da viski şişeleri koyuyorlardı. Tabi bu organizasyonu, dügün sahibi’nin yakın arkadaşı ve kadim dostu olan o malum şahıs yapıyordu. Her masa’ya konulan rakıları, misafirler bardaklarına koyduktan sonra, bir keyf ile yudumladıktan sonra, soğuk mezeler’den-de üzerine alıp – ağız tadlarına bir başka tat daha katarak şapur şupur yediklerinden sonra, bir karış’da dillerini dışarıya çıkarıp dudaklarını yalıyarak bulaşmış olan mezeleri (böylelikle) temizliyorlardı. Yusuf, Hasan, Hatice ve Elmas o dügünde (sanki, bir Fethiye’li değiller’de) birbirlerini tanımıyan bir yabancı gibilerdi. Ancak, birbirlerini tanımıyan yabancıya bile, saygı gösterirler, bizim örf ve adetlerimizde? Konuyu biraz daha açmak gerekirse? Yusuf gil oturdukları masada adeta yalnız bırakılmışlardı. ____________________________________________________________________________ Yusuf Aslan. Sayfa: 163. “Sanki’de, birileri bir umursamazlıkla birlikte, (belki’de) kendi kendine kişiselleştirdiği anormal düşüncesinin semeresi olan içindeki kini’ni nefreti’ni ve hınç’ını adeta kusuyordu. Masalarda oturan bütün misafirler, büyükler olsun, hatta küçükler olsun, fark etmeksizin, meşrubatlarını, şaraplarını, biralarını hatta rakılarını bir keyf ile yudumluyorlardı. Sadece, masalarında adeta yalnız bırakılmış olan, Yusuf gil’in masasında içilecek bir yudum su bile yokturdu. Kenar masalarda oturup’da içkilerini yudumlayan tanıdıkları olsun hatta köylüleri olsun, Yusuf gil’in masasında içilecek her hangi bir şeyin olmadığının farkına vardıklarında, dügün sahibini ve o’nun, idareci olarak atadığı kahyasını kınıyarak, işaret dili’yle, sana bir bardak rakı gönderem mi” diye, işaret eden köylülerine olsun tanıdıklarına olsun, yusuf’da işaret dili’yle, yok, sağolun, teşekkür ederim” diyerek, yanıtlıyordu. Yusuf, bu yakın dostlarına teşekkür ediyordu” ama, “esasına’da, burada bir yanlış, bir hata vardı, daha doğrusu edepsizce yapılan kasıtlı bir durum vardı. Yani, bütün masalara alkollü olsun, alkolsüz olsun, içilecek içkiler konuyor’da, yusuf’un oturduğu masaya, büyük şişe değilse bile bir küçük şişe rakı neden konmuyordu / konmamıştı. (acaba) içki mahseni’nin kahyası / görevlisi, Yusuf gil’in masasını, hasbel kader unutmuşmuydu, ya da gözlerine inme inmişti,de / kör olmuştuda görmüyor’muy-du. Yine, örnek verecek olursak? diyelim ki, iki yüz masa’dan yüz doksan dokuzu’nu gören o malum zat, iki yüz’ün-cü masa’yı” yani, Yusuf gil’in oturduğu masayı’mı görmüyordu? ____________________________________________________________________________ Elif Kz’ın Kaderi. Sayfa: 164. Tabi ki görüyordu. bir ata sözü var, “palu’dan geçen mektubu okurum” derler, işte o malum zat, palu’dan geçecek olan o mektubu okuyacak kadar akıllı olduğuna, ve akıllı olduğunu gösterecek kadar’da kendini halka lanse eden, o malum şahıs, o masayı’mı görmüyordu; tabi ki, görüyordu, ama işine gelmiyordu. Yani böyle yapmakla, içine bir rahatlık / bir ferahlık mı geliyordu. Ama, o yapılan durum tam bir saygısızlıktı. Bu saygısızlığı, Yusuf’un, çevresinde oturan misafirler bile farkına varıyorlarda. O, koskocaman adam olan dügün sahibi’de- mi farkına varamıyordu. Eger ki, Yusuf’un masası’nın boş olduğunun farkına varamayan - o, kocaman adam, nasıl oluyordu’da bağlı olduğu bir kutsal görevi yapabiliyordu? Tabi ki o’da, o masa’nın boş olduğunun farkındaydı, ama, (belki’de) arkadaşını kırmamak adına o’nun’da işine (öyle) geliyordu. Çünkü o kahya ile dügün sahibi aynı kategoriye mensup şahıslardı. Yani, al birini, vur o birine, çünkü, zihniyet aynı zihniyetti. Esasına bakılacak olunursa, onların vereceği bir şişe içkilerine Yusuf’un ihtiyacı’da yokturdu. Eee, Yusuf yıllarca çalışmış emekli olmuş, sırtını Türkiye Cumhuriyeti devletine dayamıştı. Ancak kaz’ın ayağı öyle değildi. Ortada kocaman bir saygısızlık vardı. Öteden beri, Yusuf’un içki içmesine karşı gelen Hatice hanım, bu saygısızlığa sinirlenerek, masalara içki servisi yapan hizmetli gençlerden birini, yanına / masaya çağırarak, o hizmetli genç’e, dügün salonundaki bütün masaları göstererek, (yine) o genç’e, bak, bütün masalarda içilmek için türlü içiki şişeleri var” deyince, o genç’de ister istemez bütün ____________________________________________________________________________ Yusuf Aslan. Sayfa: 165. masalara bakarak, “evet ablam, her masada içiki şişeleri var; dedi, (hizmetli genç) var deyince, bu sefer’de Hatice hanım, o hizmetli genç’in yüzüne bakarak, peki birde bizim masaya bak; içilecek her hangi bir şey varmı, yada bir bardak bile su var’mı? Diye sordukca… o hizmetli genç’de bir mahçubiyetlik içinde ezilip bozulsa,da, bir kere iş işten geçmişti, (gene’de) Hatice hanım’a bakarak, abla, bize nasıl talimat veriliyorsa, biz’de o talimata uyarak, öyle yapıyoruz. Benim, ne hasan’a nede Yusuf abi’ye karşı her hangi bir saygısızlığım olamaz, hatta ben saygısızlık yapamam; sizler – benim canımsınız cigerimsiniz” diyordu. Hatice hanım’da, öyleyse hadi git’de bir küçük şişe rakı getir; dediğinde, o hizmetli genç’de, tamam abla hemen şimdi getiririm, deyip çekip gitmişti. İki üç dakika sonra, bir küçük şişe rakı’yı getirip (hemi buyurun deyip hemi’de özür diliyerek) masaya bırakmıştı. Ama, yusuf’un-da bu rakıyı içecek ne halı kalmıştı ne de mecali kalmıştı? İçmiyordu. Bu arada takı merasimi’de başlamıştı, Hasan’da takısını takmak için herkes gibi, o’da gelin ile damadın yanına gittiğinde, Hatice hanım’da o rakı şişesini masanın üzerinden alıp çantasına koydu. Hasan, takısını takıp’da geri geldiği sırada, “Sevcan Orhan” hanımefendinin sahne alacağı anons ediliyordu. Ancak, Yusuf gil gitmek için bir kere ayağa kalkmışlardı. Ayağa kalkmışlardı ama, Hatice hanım’ın, “Sevcan Orhan” hanımefendiyi dinliyelim demesi ağır bastığı için, (yusuf’da) masadan bir kere kalktık, kalktığımıza göre şu yukarıdaki loca’ya çıkalımda “Sevcan Orhan” hanımefendiyi, ____________________________________________________________________________ Elif Kz’ın Kaderi. Sayfa: 166. yukarıdan kuş bakışı seyredelim” diyerek, dügün salonu’nu ufak ufak terk ediyorlardı. Daha sonra, üst tarafta’ki loca’ya giderek” oradan, Sevcan Orhan hanımefendi’nin o güzel türkülerini bir müddet dinledikten sonra, Yusuf gil, locayı’da terk ederek fethiye’ye doğru araçlarını sürüp gitmişlerdi. Ancak, Yusuf gil’e yapılan bu saygısızlık, ve bu ahlaksızlık? Yusuf’un gücü’ne geldiği gibi, kardeşi Hasan’ın-da, Hatice hanım’ın-da gücüne gelmişti. Malatya’dan çıktıklarından sonra, dilek kasabası’nı-da geçmişler – Malatya, Sivas kara yoluna girmişlerdi. Ama, (Yusuf), dügün salonun’da (kendilerine) yapılan o aymazlığa üzgün olduğundan, sessiz sedasız bir vaziyette, (koltuğuna oturmuş) onca olanlara bir anlam veremiyordu. Ancak, digerleri’nin-de keyfi bin beş yüz’müy’dü? Hayır hayır, bütün herkes sus pus içindelerdi, adeta solmuşlardı. ortamın sessizliğini” yine, Yusuf bozdu. Döş cebinden çıkardığı kalem ile kağıda, bir şeyler yazam” diye, (gene) bir şeyler yazmaya başlamıştı. Eger ki, Yusuf kalemi kağıdı çıkarmış’da bir şeyler yazmaya başlamışsa, mutlaka bir düşündüğü vardır? Yine, o yazdığı yazısı’da” var ya, (büyük ihtimalle şiirdir) dügün salonun’da, bütün herkesin masasına ilgi ve alaka gösterilip’de, bizim masamıza bakmayan o aymaz’a yazıyordur büyük ihtimalle? eger ki, o’na yazıyor ise, (işte o zaman) dünya durdukca, Hz. Ali’nin çatal kılıcından kendini kurtaramıyan kafirin, zalim komutanı” Amr – gibi, o’da kendini, Yusuf’un kaleminden ve o kalemin yazdığı yazılarından kurtaramaz? Diyordu Hatice hanım: ____________________________________________________________________________ Yusuf Aslan. Sayfa: 167. Yusuf, elindeki kağıda bir şeyler yazmaya başlayınca, kardeşi Hasan’da o ne abi, (gene) aklına bir şeyler mi geldi’de yazmaya başladın” diye, daha sormaya başlamadan, (gene) yengesi Hatice hanım laf’a girerek, o yazar Hasan’ım, o yazar” diye, aklından geçeni söylemek isteyince, bu sefer’de Elmas gelin laf’a girerek, (abim) dügün salonunda’ki o saygısızlığı yazıyor” herhalde, diyordu. öte taraftan Hasan’ın oğlu Murat’da, yaz amca yaz. Dügün salonunda bizim masamıza bakmayan o saygısızlarıda yaz, diyordu. Tekrar (amcasına) yazdığın şiir’in adı ney” amca, diye sorduğunda? O’da, Murat’a, yazdığım şiir’in adı “Adam gibi oturduğum masa’ma / gelip’de bakmadı, körün birisi” yani, “Körün Birisi” diye söyleyince, hemi Murat hemi’de arabanın içindekiler, şiir’in adı hakkında görüşlerini dile getirirken, o saygısızlara göre, tam’da yerinde bir şiir ismi diyorlardı. Böyle bir sobet içine girdiklerinden dolayı, Yazıhan’a geldiklerinin bile farkına varamamışlardı. Yazıhan’a gelmeye gelmişlerdi; ama, Murat’ın-da eline öyle bir fırsat geçmişti ki? amcasına, yav amca şu yazdığın şiiri’ni hele bir oku’da bir dinliyek, şiir güzelmi olmuş, yoksam kötümü olmuş” diye, yakasına yapışınca, yusuf’da, Murat’ın ısrarlarına daha fazla dayanamıyarak yazdığı şiiri’ni okumaya başlamıştı. KÖRÜN BİRİSİ. Adam gibi oturduğum masama Gelip'de bakmadı erin birisi Adam olmadık vicdansız, şahsıma Dönüp'de bakmadı körün birisi Ne uçarsın gök yüzünde havada Dağılırsın bir nefeslik rüzgarda Bu işler insana yakışmaz amma Görüp'de bakmadı şerin birisi Dostlar, Adem gibi ben'de bir erim Bu gün varsam, yarın çeker giderim Düşman değilim ya, bir misafirim Bilip'de bakmadı kerin birisi Kul Yusuf der limon sıkam aklına Ne insanlık kalmış nede bir haya Ölü'de düğünde hemi bayramda Küsüp'de bakmadı itin birisi. ____________________________________________________________________________ Elif Kz’ın Kaderi. Sayfa: 168. Yusuf şiiri’ni bitirdikten sonra, hemi Murat hemi’de Serhat, hay Allah’ına kurban amcam. Senin bu şiir’in “var ya, tam yerli yerince güzel bir şiir olmuş: yine söylüyorum, senin bu şiir’in “var ya, bizim masamıza bakmayan sadece bir o saygısız adam’a değil haa, dünyada’ki bütün saygısızlara ibret olsun” deyip – her ikisi’de amcalarının boynuna sarılıp yanaklarından öpüyorlardı. Yusuf, her ne kadar sağolun varolun çocuklar dediyse de bir türlü Murat ile Serhat’ın elinden kurtulamıyordu. Nihayet, gece’nin bir vaktinde evlerinin önüne gelmişlerdi. araba kapının önünde durduğunda (ancak o zaman) amcalarını serbest bırakmışlardı. Dügünün gürültüsünden patırtısından olacak ki, kafaları bir hayli şişmiş olan Yusuf gil, evlerine girdiklerinde (hemen) yatacak yataklarını hazırlayıp düşüp - yerlerine yatmışlardı. Bütün herkesin uyumuş olmalarına rağmen, Yusuf hala uyuyamamıştı. Yattığı yatağının içinde sağa sola döndükçe, dügün salonunda olan o saygısızlık (aklından) hiç çıkmıyor - bir film şeridi gibi gelip geçiyordu. Böyle düşündükçe’de kahroluyor - hatta kendi kendine söylenerek, Ula siz görürsünüz? Allah büyük Mevlam Kerim’dir; aradan nice yıllar geçse bile? Ben, bize yapılan bu saygısızlığı hiç unutmuyacağım. hatta gün gelecek sizlerin bu yaptıklarınızı dünya kamuoyu’yla paylaşacağım / yazacağım. Sizler için yazdığım aha bu türkü’yü-de kamuoyu’yla paylaşıp / yazacağım. Deyip – kendi kendine kederlenen Yusuf, el,mi yaman bey’mi yaman (siz görürsünüz)? yeri ve zamanı gelince, bu yaptıklarınızın mükafatını mutlaka alacaksınız” ____________________________________________________________________________ Yusuf Aslan. Sayfa: 169. diye, kafası’nın içinde kurgu kura kura kendiside diger uyuyanlar gibi uyumuştu. Uyumaya Uyumuştu ama, her zaman ki olduğu gibi (gene) sabah erkenden uyanmıştı. Yattığı yerde biraz yatak keyfi yaptıktan sonra, daha fazla yatamıyarak yattığı yerden usulca kalkıp - doğruca lavaboya giderek elini yüzünü bir güzelce yıkadıktan sonra, oradan’da balona çıkar; zaman zaman özlem duyduğu, taşının toprağının kokusuna hasret kaldığı köyü’ne doğru” yani, Fethiye’nin o muhteşem güzelliğine doğru, hatta 1500,lü yıllarda zamanın padişahı tarafından asimile edilmek için “yani, Alevileri, Alevilikten Sünniliğe çevirmek için, (yine) yani, 12. İmamların, Ehlibeyt’in, Hz. Ali’nin, Hz. Muhammed’in, Kur’an-ın ve Allah’ın yoluna / Sıratülmüstakim yoluna sımsıkı bağlı olan Alevileri bu hak ve Hakk yolundan ayırıp – yezidin zihniyetini benimsetmek adına? Alevileri Sünniliğe çevirmek için zora ki olarak (köye) yaptırılan eski ve tarihi Cami’ye-de bakarak, bütün köyü seyredip duruyordu. Gene akşam ki gibi, Yusuf malihülya-lara dalmıştı. Köyü’nü seyrettik-ce, köyü’nün insanları bir bir gözünün önüne geldik-ce? Yine, kendi kendine söylenen Yusuf; köyümüz çok güzel bir köy - hatta, şu Malatya coğrafyası dahilinde en güzel topraklara sahip olan köy, bizim köyümüz. Eee, imarı’yla iskanı’yla-da bakımlı bir köy, köyümüz. İnsanlarına gelince, insanları’da çok saygı deger – çok münevver - hatta, (yardımlaşmayı sevdiklerinden olacak ki) bütün iyilikleri ve insaniyetlikleri kendilerine ilke edinmişlerdi. Onun ötesinde, Atatürk’çü, Cumhuriyet’çi, ____________________________________________________________________________ Elif Kz’ın Kaderi. Sayfa: 170. özgürlükten ve barıştan yana oldukları bilinmekle birlikte, saygıya layık ve asil bir millet oldukları (ortada) gün gibi aşikardı. Hatta benimseyip’de bağırlarına bastıkları bu hakikatı, bu yolu bütün dünya aleminin’de bildiği aşikardı. Yani, bir başka şekilde’de bunun izahi edilecek olunursa? Yüz yıllardır süre gelen, ne o zulme karşı, ne de o zulüm edenlerin şeytanice yaptıkları / uyguladıkları baskılarına karşı boyun eğmiyerek – Türkmen soyundan olup (dini bakımından olsun, ya da özel yaşamlarında olsun) kendi gelenek ve göreneklerini, kendi örf ve adetlerini yaşamışlar / yaşatmışlar ve yaşamaya / yaşatmaya’da devam etmektelerdi. “diye, düşünen Yusuf… olabilir; bir ağaç’da, her zaman sağlam meyve verecek değil, bazı bazı’da içinden çürükleri çıkacaktır? Deyip – “bir başka örnekle” devam ederek, bir rüzgarın esintisine kapılıp’da gelen bir ayrık otu tohumu misali, (düştüğü yer’de) toprağa kök salıp’da filiz verdimi? Bütün her tarafıya kol atar – etrafına kol attığı zaman’da sağına soluna zarar verirler. İşte Kerbela olayında’da, yezit ve o’nun taraftarı olanlar (aynı) ayrık otu misali, kendilerine boyun eğmeyen Cennet varislerinden biri olan Hz. Hüseyin’i şehit ederek – taa o zaman’dan beri yer yüzüne kin ve nifak tohumlarını ekmişlerdir. Yusuf, karşısında gördüğü, hemi o cami’nin hemi de kendine yapılan o yanlış’ın hakkında yorumlar yapıyordu. Hatta, bu dünya var oldukca her zaman yezit gibi çürük meyveler olacaktır” diye, kanaat getiriyordu: nihayet, o günü’de köyde kaldıktan sonra, ertesi günü (gene) Hüseyin Koç’un dolmuşu’na binerek ____________________________________________________________________________ Yusuf Aslan. Sayfa: 171. Malatya’ya giderler. Üç dört gün’de Malatya’da kaldıktan sonra, bir otobüs şirketinden bilet alıp, bir Pazar sabahı saat on’da otobüse binerek (ver elini) doğruca, Adana’ya hareket ederler. Yusuf ile Hatice sabah kahvaltılarını pek öyle ahım şahım misali yapmadıkları için, karınları’da pek acıkmıştı. Otobüs’ün içinde her ne kadar, kek, meşrubat ve çay verdilerse’de, Yusuf ile Hatice hanıma hiç bir fayda vermemişti. Otobüs, Pazarcık’ta durup’da yemek molası verince (hemen) Yusuf gil kendilerini lokanta’ya atmışlardı – (acele tarafından) karsonu yanlarına çağırarak, iki kişilik kuru fasulye ile pilav istediklerinden sonra, (çocuk) karson siparişleri getirmek için mutfağa giderken, yusuf’da arkasından (şöyle) bağırıyordu. Bu yemekler kuru soğansız yenmez ha? Yemekleri getirirken kuru soğan’da getir. Birde ekmeği’de bol getir” emii, diyordu. karson çocuk, aceleyle mutfağa giderken, yusuf’un sesini duyunca, aniden geriye dönerek, (tamam abi tamam) iki baş kuru soğan’la ekmeği’de bol getireceğim” dedikten sonra, gene bir acele’yle mutfağa doru yönelmişti… Malatya’dan gelip’de Adana, Mersin istikametine giden otobüs’ün yolcularıyla lokantanın içi tıka basa dolmuştu. Demek ki sabah’ın erken saatinde, bir Yusuf ile Hatice hanım değil, otobüs’ün bütün yolcuları kahvaltılarını az yapıp yola çıkmışlardı. Yusuf gil gibi, diger yolcularda ısmarladıkları yemeklerini bekliyorlardı. Nihayet, karsonlar bütün müşterilerinin yemeklerini getirdikleri gibi, Yusuf ile Hatice’nin-de yemeklerini getirmişlerdi. ____________________________________________________________________________ Elif Kz’ın Kaderi. Sayfa: 172. Yusuf, türüm türüm tüten yemeğin o nefis kokusunu bir güzelce içine çektikten sonra, bir lezzet, bir tat vermesi için, baharat çeşitlerini’de katarak, yemeğini kaşıklamaya başlamıştı. Aradan on dakika geçmişti ki, her ikisi’nin-de karınları doymuştu. Yemeklerini yediklerinden sonra, Yusuf eli,ni sema’ya doğru açarak, ya ilahi ya’rabb-im hiç kimseyi, ama hiç kimseyi açlık ile terbiye eyleme, bir ekmeğe muhtaç olan bütün kullarını gözet, o’nlara bol bol, gani gani rızıklar ver Allah’ım” diyerek duası’nı-da ettikten sonra, (eşi) Hatice hanıma’da, hadi hanım gayrı kalkalım deyip’de kalkacakları sırada, karson’un biri gelip’de boş tabakları toparlarken, yusuf ile Hatice’ye-de, çaylarımız yeni çıktı, sizlerede çay getirelim mi / çay içermisiniz” sorusuna, yusuf’da, vay senin Allah’ına kurban emi, (demin) benim’de aklımdan çay geçiyordu, (sanki’de) benim aklımı okumuş gibi oldun. tabi ki içeriz yegenim, de hadi çaylarımızı’da getir, gelirken hesabımızı’da getir” diyordu. karson’da tamam abi başım üstüne deyip (hemen) aceleyle geri gider – karson gittikten iki üç dakika sonra, hemi çayları ve hemi’de yedikleri yemeğin hesabını getirmişti. Gelen hesabı ödeyip’de gönül rahatlığıyla çaylarını’da içen Yusuf ile hatice, hadi kalkalım’da yerimizi alalım, şimdi biraz’dan otobüs’de hareket eder” diyerekten, yerlerinden kalkıp dışarıya çıkmışlardı. Üç beş dakika’da dışarıda gezindikten sonra, otobüse binip yerlerini aldıkları sırada, lokanta’nın içinde karson’un biri eli,ne mikrofonu alarak; Malatya’dan gelip’de Adana, Mersin istikametine gitmekte ____________________________________________________________________________ Yusuf Aslan. Sayfa: 173. olan “Beydağı” turzim’in sayın yolcuları, yerlerinizi almanızı rica ederiz” diye, anons yapıyorlardı. Bu anonsu duyan diger yolcularda birer ikişer binerek yerlerini aldıktan sonra, otobüs’te Osmaniye, Ceyhan, Adana ve Mersine istikametine doğru yola çıkmıştı. O günü saat dört sularında Adana otogarı’na giren otobüsten, Adana yolcuları inerek evlerine gitmek için, orada hazır bekleyen şirketin servis aracına binip otogar’dan ayrılmışlardı. Yusuf gil’in ise eşyalarının çokluğundan servise aracına binemiyerek, oradan bir piyasa taksi’si çağırıp – o’nlar’da evlerine gitmek için, taksiyle hareket etmişlerdi. O günü akşamleyin, oğulları, kızı ve torunları, (o’nlara) hoş geldine gelerek birbirleriyle bolca hoş sohbet edip hasret gidermişlerdi. Yusuf’un, torunları Doğukan ile Yusuf Kaan, (dedelerine) dede, bundan bir iki ay önce hep birlikte Malatya’ya giderken, (sen) bize yaşanmış bir hikaye’yi anlatmıştın. O zaman, yol’da giderken anlattığın o hikaye” var ya, çok güzeldi. Hatta karnımız acıkıp’da bizim ağlamamıza rağmen” yine’de, senin anlattığın o hikaye’yi zevkle dinlemiştik” dediklerinde. Dedeleri’de, (torunlarına) madem ki anlattığım o yaşanmış hikaye’yi can kulağınızla, can’la baş’la hemi’de zevkle dinleyip - hala, ama hala o günden bu güne kadar unutmadığınıza göre sizleri’de canı gönülden kutlar, her ikinizin’de gözlerinizden öperim” diyordu. Daha edemedi, elini cebine atarak para cüzdanı’nı çıkartıp her iki torunu’na-da bir miktar harçlık verince, “deyim yerindeyse” çocukların gözleri fal taşı gibi parıl ____________________________________________________________________________ Elif Kz’ın Kaderi. Sayfa: 174. parıl parlamaya başlamıştı. Dedelerinden bir miktar harçlığı alan çocuklar’da o sevinç ile birlikte, fırsatı değerlendirerek dedelerinden” yine, o hikaye’ye benzer yaşanmış bir hikaye daha anlatmasını istiyorlardı. Dedeleride, torunlarının ısrarlarına daha fazla dayanamıyarak, Tamam çocuklar tamam, (ben) sizin o gül hatırınızı hiç kırarmıyım… benim bildiğim, hatta tanık olduğum, “Vayloğ dede’nin” kerametlerinden birini (gene) size anlatam” deyip- torunlarının yüzüne doğru’da bakarak, bakın çocuklarım, çok eskiden, bir zamanlar bizim ellerde “Vayloğ dede” diye, bir ulu zat” var’dı, deyip sözlerine başlar. VAYLOĞ DEDE’NİN KERAMETLERİ. Zannedersem, Yıllardan 1967. yılıydı. Bir kırmızı kamyon yükünü yükledikten sonra, uzun bir yolculuğa çıkıp - Vıııın diye ses çıkararak yükünü zamanın’da yerine yetiştirmek için yoluna devam eden kamyon sürücüsü ve sahibi gecenin bir vaktine kadar yol gittiklerinden dolayı, her ikisi,nin-de hallerinden belli oluyordu ki yorgunluktan göz kapakları ağırlaşıp zaman zaman da ( Rezil uyku dedikleri ) O tatlı uyku ile uyumamak arasında gözlerini yumup yumup açıyorlardı. Ancak, kamyon’un sahibi bu duruma daha fazla dayanamıyarak göz kapakları yumulmuş derin bir uykuya dalmıştı. “Hani, uyku uykuyu getirir “derler ya, kamyon sahibinin horultusuna dayanamıyan şöförün,de göz kapakları yumulmuş sanki,de ölüme davetiye çıkarmışlardı. Direksiyon hakimiyeti olmayan kamyon da yoldan çıkarak çukurlara düşüp tümseklerden hoplayıp - bir uçurumdan aşağıya düşecekken “Allah’tan olacak ki, ____________________________________________________________________________ Yusuf Aslan. Sayfa: 175. bir mucize eseri o gürültüye şöför uyanarak frene basıp kamyonu durdurur. uçurumdan aşağıya düşmekten ve mutlak bir ölümden kurtulurlar. kamyon durduğunda kamyonun sahibi,de o tatlı uykusundan uyanır; uyanır uyanmaz’da, (kendi kendine söylenerek), Dedem, aha senin niyazın” deyip - kendi eline niyaz eder. Sabah olmasına da az bir zaman kalmıştır. bir iki saat sonra, gün ışıyınca kamyonun sahibi gözle görülen birkaç evin bulunduğu yere doğru giderek, oradan bir traktör getirip kamyonu gerisin geriye çektirip yola çıkartırlar; daha sonra, traktörcününde el emeğini ( ücretini ) verip tekrar yollarına devam ederler. Kamyon, Malatya ya sağ salim gelir; yükü’nü boşaltacağı yere’de yükünü boşalttıktan sonra, daha başka bir yük almıyarak, (doğruca) Fethiye’ye giderler, Fethiye’ye geldikten sonra, kamyon’un sahibi, kamyonun’dan inerek hiçbir yere uğramadan doğruca, “Alhasın Yusuf’un, evine gider, misafir odasın’da olan, Vayloğ dede, Alhasın Yusuf’un ablası, Alhasın kızı Elif ve o’nun 12. yaşlarında olan, torunu Yusuf vardı, bundan sonrasını’da Yusuf’un gözleri önünde cereyan eden olayları o’nun ağzından dinliyelim der: ve yusuf’da, Gıjjik bibi’nin oğlu “Hüseyin abi, misafir odasından içeriye girip doğruca Vayloğ dede’nin yanına gelerek, eğilip elini öptü, dede’nin dizine eğilerek’de, (dedem) Allah Allah deyip - bir dua etde ceddiyin hayrına işimiz rast gide” dedi. Vayloğ dede’de bir dua etti ki “sanki de yer gök iniledi, orada hazır bulunan hepimizin gözlerimizden göz yaşlarımız akmaya başladı, dua bittikten sonra, ____________________________________________________________________________ Elif Kz’ın Kaderi. Sayfa: 176. Hüseyin abi cebinden yüz türk lirası çıkararak Vayloğ dede nin oturduğu minderin altına koyup başlarından geçen olayları aynen şöylece anlatıyordu. Dedem, (biz) kamyona yükümüzü yükleyip’de yol,da gelirken, gecenin bir vaktinde ben’de uyumuşum, kamyonu süren (aha bu Elif bibim’in oğlu) Hüseyin de uyumuş, her ikimiz’de uykunun içindeyken direksiyon hakimiyeti olmayan kamyon,da yoldan çıkıp çukurlara düşerek, taştan tümsekten hoplayarak, bir uçurumdan düşecekken “demek ki, Allah tan bir mucize oluyor’da” kamyon duruyor. Ancak, ben’de o uykunun içinde rüyam,da Vayloğ dede mi, “yani, seni gördüm. Dedem, “sen var ya, bana hiç korkmayın, ne size nede arabanıza hiçbir şey olmıyacak, gün ışıyınca,da karşı ki evlerin birinden bir traktör getirin arabanızı’da çekip çıkarın, ben de, Fethiye de kirvem Alhasın Yusuf un evindeyim dediğinde, işte tam o esnada kamyonun o gürültüsüne, uykudan uyandım, sabah olunca da (rüyam’da) dedemin dediklerini bir bir yapıp – kamyonu, o düştüğü yerden çıkarttık, Malatya ya gelip yükümüzü boşalttıktan sonra, bir aceley’le bir gayret,le köye geldik. benim aklım’da hep o gördüğüm rüyam vardı ( dedem, bana ben kirvem Yusuf un evindeyim demişti ) ben’de köye gelir gelmez, hiçbir yere uğramadan doğruca buraya geldim. ve dede’min-de dediği gibi, kendisini Yusuf ağanın evinde buldum” diyen, Hüseyin abi’nin başından geçen olaylara ve Vayloğ dede nin de göstermiş olduğu kerameti duyduğuma bizzat canlı şahit oldum. Bende bir Şah İbrahim Veli talibi olarak, Allah’tan dileğim, ____________________________________________________________________________ Yusuf Aslan. Sayfa: 177. Vayloğ Dede nin Ceddi bizleri ve inananları darda koymuya, cümlemize erişe İnşallah Allah Allah. Deyip – birde, Vayloğ dede için yazdığı şiir’ini okumaya başladı. VAYLOĞ DEDEYE. Mezirme elinde bir ulu zattır Hediyeli gider vayloğ dedeye Muhammed Aliye aslı dayanır Sediyeli gider vayloğ dedeye Onun yeri Şah İbrahim ocağı Her yerde çağrılır o güzel adı Dört bir yandan gelir hastası sağı Eseryeli gider vayloğ dedeye Sıtkı candan çağırsalar adını Her can alır ondan her muradını Lokması helaldir bilmez haramı Fethiyeli gider vayloğ dedeye Der Yusuf tanırım vayloğ dedemi Yüzüne söylerdi içindekini Bilen bilir onun kerametini Türkiyeli gider vayloğ dedeye.? Yusuf, Vayloğ dede’nin kerametlerinden anlattıkca anlatır. Yusuf, (anlattıkca) torunları’da bir öğretmen’in sınıfta ders anlattığını dinler gibi, can kulağıyla dedelerini dinliyorlardı. Çocuklar, zaman zaman dedelerine, Vayloğ dede nasıl dede olmuş, ya da herkes’de o’nun gibi dede olabilirmi? Diye, soru soruyorlardı. Dedeleri’de torunlarına, benim güzel çocuklarım, öyle her önüne gelen, ya da her isteyen dede olamaz. Bir örnek verecek olursam; dede olmak için, birinci şart, Ehlibeyt soyundan olması gerek, Ehibeyt soyundan olan bir zat’da “Ehlizikir” gibi Kur’an-ı Kerim’in ahkamını bilmeli, ancak ki Kur’an-ın ahkamı’nı “ Ehlizikir” bilir ve o’nun soyundan gelenler bilir. Dede olmak için işte bunları bilmek şart. Ayrıyeten bir başka şart olan şeyi’de (sizlere) anlatam. Ahiri zaman Peygamberi, Muhammed Mustafa’nın Peygamberliğine ve diger bütün Peygamberler’in ____________________________________________________________________________ Elif Kz’ın Kaderi. Sayfa: 178. Peygamberliğine iman edip – şehadet getirmeleri - Allah’ın ve Hz. Ali’nin velayetine iman etmek, “yani, Allah’ın, kulpu sağlam kopmaz ipine sımsıkı sarılmaları lazımdır. Allah’ın kulpu sağlam kopmaz ipi ise, Hz. Ali’dir. Allah’ın, kulpu sağlam kopmaz ipine sarılanlar’da cennet ehlidirler. Dede olmak için bunların yanı sıra Allah (cc) Kur’an-ı Kerim’de-de belirttiği,” Ehlibeyt’imi her mekruhtan arındırıp temiz ve pak kıldım”. Dediğinden yola çıkarsak? Dede olacak, Her can taşıyan bir can’ın Ehlibeyt ve 12. İmamların soyundan gelmeleri ve yukarıda saydığım, Allah’ın “Sıratülmüstakim” yolunu bilmeleri halinde “dede, olabilirler. Ve işte böyle dedelerin’de, Cedlerinin yüzüsuyu hürmetine, bu yola bağlı insanların dilek ve temennileri, Allah katında kabül görür. Çocukların aklına, “Cedlerinin yüzüsuyu hürmetine” dediği sözü takıldığından, (dedelerine) dede, senin demin ki dediğin “ced” ne demek” diye, soru sorurlar? Dedeleri’de torunlarına, hay aferin size çocuklarım. Söylediğim sözlerime harfiyen dikat ederek, güzel bir sözü anlamak adına ve bilgi dağarcığınızı’da genişletmek adına “Ced” ne demek” diye, soru soruyorsunuz. Bir kere daha sizlere aferin. Ancak, “Ced’din” ne demek olduğunu biraz önce’de anlattığım sözlerden yola çıkarsak? Allah (cc) den başlıyarak,o’nun dört kitabına ve peygamberlerine inanmakla beraber “ Kur’an-ı Kerim-i” kendisine indirdiği ahiri zaman Peygamberimiz olan, Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) e ve o’nun soyu / nesli olan Ehlibeyt-i ve 12.İmamları olan ve o’nların neslinden / soyundan ____________________________________________________________________________ Yusuf Aslan. Sayfa: 179. gelen dedelerin geçmişlerine” yani, şu yukardaki saydıklarıma “Ced” denir. Bir başka deyişle “örneğin” benim “Ced’dim” Hakk, Muhammed, Ali’dir. Zaten bu üç mübarek isme bağlı olup’da – velayetine bağlı kaldınızmı, hemi doğru / hak yol a, hemi’de Hakk yol a bağlı kalmış olursunuz. Aslı, soyu, sopu, Ceddi olmıyanın’da, ne geçmişi olur ne de gelecekleri olur. O’nlar’da Allah (cc) katında kafir olmuşlardır, çünkü, o’nlar münafıklıktan geri kalmazlarda ondan? ve cehennem ehlidirler. Deyip – “Ced” konusunu’da bir bir izah edip / anlatarak torunlarını ikna ettikten sonra, işte biraz evvel ki söylediklerim “var ya, o Vayloğ dede’nin Ceddi’dir” deyip – tekrar, kaldığı yerden sözlerine devam etmeye başlamıştı. Bir müddet daha anlattıktan sonra, Vayloğ dede’nin kerametlerini bitirdiğinde, çocukların’da yüzünde (Vayloğ dede hakkında) bir güven duygusu oluşmuştu / belirmişti. Ve dedelerine, ağzına sağlık, çok sağol dedeciğim” dedikleri sıra’da hatice hanım, mutfaktan seslenerek, yemeğinizi hazırladım, yemek soğumadan hadi gelin’de yemeğinizi yeyin” diyordu. Hatice hanımı duyan, Yusuf ile torunları, Doğukan ve Yusuf Kaan, her üçü’de kalkarak mutfağa giderler. Bütün ev halkı yemeklerini yedikten sonra, çocuklar dedelerini bırakmış, bu sefer’de biri’nin babaannesi, bir digeri’nin-de anneannesi olan, Hatice hanım’ın yakasına yapışmışlardı. Dedemin bize anlattığı hikayeleri sona erdi / bitti. Şimdi bir hikaye’de sen anlat” diyorlardı. Hatice hanım, torunlarının o ısrarlı yalvarışlarına daha fazla dayanamıyarak, ____________________________________________________________________________ Elif Kz’ın Kaderi. Sayfa: 180. tamam çocuklar tamam. Aha şu bulaşık kaplarımı yıkıyam’da, ondan sonra, size bir güzelce hikaye anlatam” diyordu. aradan birkaç dakika geçtikten sonra, Hatice hanım’da içeriye, torunlarının yanına gelerek, Adana’ya gelmezden önceki keni yaşamlarından, kendi geçmişlerinden anlatmaya başlamıştı. Hatice hanım, torunlarına, benim güzel çocuklarım, hemi bana bakın ve hemi’de beni iyi’den iyiye, iyice dinleyin. Benim anlatacaklarıma iyice kulak verin. Bizler durup dururken, kendi elimzi, kendi yurdumuzu, kendi köyümüzü, kendi memleketimizi, birde üstüne üstlük keni hısımımızı / akrabamızı. Ve hemi’de kendi köylülerimizi, oralarda atıp’da boşuna “taa, buralara gelmedik? Mutlaka bir sebebi vardı’da, dengimizi / göçümüzü yükleyip – elin garip / gurbet ellerine geldik. Adana’ya neden göç (hicret) ettik biliyormusunuz deyince, (çocuklar’da yook, bilmiyoruz) diye yanıtlamışlardı. Çocuklardan, sözü alan Hatice hanım, (çocuklara) benim güzel çocuklarım, biz “var ya, bir zamanlar çok zengin değilsek’de, çok’da fakir değildik. O zamanlar iyi kötü elimizde paramız pulumuz’da” vardı. Bu konuya şuradan devem etmek istiyorum. Bizim köylülerin hemen hemen hepisi almanya’da-lar, dedenizin teyzesi” Fattey gil’de Almanya’da-lar. Bir keresinde izine geldiklerinde, İşte bu Fattey teyze’nin kızı Fadime’yi-de Allah’ın emri Peygamberin kavliyle, kaynım Ali’ye istedik” niye istedik, çünkü, Ali’yi-de Almanya’ya götürelerde, o’da bu yoksulluktan, bu rezillikten kurtula” diye. Biz, Allah’ın emri Peygamberin kavliyle, her ne kadar istesek’de, ____________________________________________________________________________ Yusuf Aslan. Sayfa: 181. Fattey teyzemizin, kızı vermekten yana gönlü oluyor” ama, kızın babası, Alirıza emmi, kızını vermekten yana, hiç mi hiç yanaşmıyor. Ayağına götürdüğümüz (deve dişi) gibi kaç kişi adam var sa, hepsi’de ısrar ettiler amma, İnadının üzerine düşenler gibi “Nuh der’de Peygamber demez” misalinden, kızı Fadime’yi kaynım Ali’ye vermez. Bu arada kaynanam Yeter ile bacısı Fattey teyze, zaman zaman bir araya geldiklerinde; demek ki kendi aralarında konuşup anlaşmışlar ki. Eger ki, Alirıza, Fadime’yi Ali’ye vermezse, kızı / Fadime’yi Ali’ye kaçırttıracaklar. Eee bu arada Alirıza emmi gilin’de izinleri bitip’de Almanya’ya geri gidecekleri için, hazırlıklarına başlamışlar – bavullarını / valizlerini tutmuşlar – yani, yarın ki güne yola çıkmaları gerekiyor. Amma, tuttukları / dengi terazi ettikleri bavullarının / valizlerinin içindeki’ler-de ney’di biliyormusunuz” deyince, çocuklar’da biz ne bilek bavulların içindekileri? Peki neymiş” diye’de sorduklarında. Hatice hanım’da, hiç ney olacak ki, her zaman ki yediğimiz şeylerden, bulgur, tarhana, mercimek, domates salçası, işte bunun gibi şeyler… eskiden, bizim köylüler, Almanya’dan geldiklerinde bol bol beyaz gömlek’le kadınların, kızların başlarına bağladıkları naylondan eşarp – birde kocaman bir teyp getirirlerdi. Daha sonra, izinleri bitip’de“ Almanya’ya geri gidecekleri zaman, işte böyle bol bol’da bulgur, tarhana, salça, biber kurusu gibi, ne bileyim” işte bunlara benzer yiyecekleri götürürlerdi. Alirıza emmi gil’in-de izinleri bittiği için, böyle bir hazırlık içindeler,ken, Fattey teyze’miz, ____________________________________________________________________________ Elif Kz’ın Kaderi. Sayfa: 182. su getirmesi için kızı Fadime’yi büyük pınar’a gönderir. “Tabi, bu su getirme işi, o’nun için bir bahaneymiş, Fadime büyük pınara gittiğinde, Fattey teyze’miz-de bacısı olan, kaynanam yeter’e, Fadime’yi büyük pınar’a bir kova su getir diye yolladım; amma, su getirme işi bir bahaneydi. Kız, Büyük pınar’dan size doğru gelecek, (hemen) Fadime’yi karşılayıp – oğlan ile kızı bir oda’ya koyun’da otursunlar ki Alirıza’nın dili, mili çıkmıya” diye, haber salmıştı. Bu haberi duyan kaynanam’da, gitte şu Fadime’yi karşıla” diye, kızı Fatma’yı pınar tarafına doğru gönderir, üç beş dakika sonra, Fatma ile Fadime, her ikisi’de birlikte gelip, Alhas’ın Yusuf’un evi’ne girerler. daha sonra, Fatma koşarak tepedeki / şimdi ki evlerine gelip – anası’na ve hala yatağında yatmakta olan” Ali abisi’ni-de uykusundan uyandırarak, o’na-da, Fadime’nin Ali’ye / “yani, kendisine kaçtığını söyleyip / durumu vaziyeti bir bir arz eder. Hemen, o telaş içinde, bir acele’yle, apar topar Ali’yi-de kaldırıp - Alhas’ın Yusuf’un evi’ne gönderirler. Ali, Fadime’nin yanına vardıktan sonra, taa ahıra, ineklerin oraya kadar gidip – “güya, saklanmışlardı. Ali, Fadime kızın yanına gidince, abi,si Yusuf’da, o zaman ki muhtar olan, Yusuf kargın’ın yanına giderek, durumu ve vaziyeti bir bir anlatıp – biran önce, Ali ile Fadime’ye yıldırım nikahı kıymak istediklerini ve yazılıp mühürlenmemiş olan, elindeki (boş) bir evlenme beyannamesi kağıdını, muhtar Yusuf’a uzatarak, bir an önce yazılıp mühürlenip – daha sonra’da Malatya’da-ki nüfus müdürlüğüne gidip – mameleyi resmiyete geçirmek istediğini söyler. ____________________________________________________________________________ Yusuf Aslan. Sayfa: 183. kız kaçırma işini duyan muhtar Yusuf’da, bu duruma çok sevindiğini belirtmekle birlikte yusuf’un elindeki kağıdı alıp – hemen yazıp mühürlemiş, Yusuf’a-da, hadi oğlum, hadi bir an önce Malatya’ya gitte bu işleri hallet” diye, yollamıştı. Yusuf’da, dayılarının oğlu Vayloğ (Mustafa) ile birlikte Malatya’ya gitmek için birlikte yola çıkarlar. Yusuf ile Vayloğ (Mustafa) malatya’da nüfus müdürlüğüne varıp (hemen), on dakika’da Ali ile Fadime’nin yıldırım nikahını yapmışlardı. Malatya’dan geri dönüp - köye gelirlerken, kırkgöz’ü geçtikten sonra, yeniköy’ün karşı tarafında, Malatya Sivas yolunun üzerinde olan “yıkıkhan” denilen mevkinin orada bulunan tarla’nın birinde pancar sulaması yapan, babası Murtaza’yı-da, bu olaylardan haberdar etmek için bir kenarda dururlar. Yusuf, tarlada pancar sulayan babasına, baba baba “diye, her ne kadar bağırdıysa’da bir türlü sesi’ni işittiremez. Üff amaan, Babam beni duymuyor bile “deyip – köye gitmesi için, bir acele’yle gelip’de taksiye binecekken, Fethiye istikametinden Malatya’ya gitmekte olan bir taksi’nin içinde’de Yusuf’un teyzesi oğulları, Battal ile Bayram var imiş; ancak, dedeniz Yusuf, o giden taksi’nin içinde’ki teyzesi oğullarına baktığında, o’nlar’da, (sanki’de) fellik fellik madator’unu arayan kızgın boğalar gibi burunlarından soluyorlarmış. Yusuf’un teyzesi oğulları geçip gittikten sonra, yusuf’da kendi araçlarına binerek, (Vayloğ’a-da) sür dayı oğlu sür, babam’ın ne duyacağı var, ne de geleceği var, sür’de köye gidek” diyerek, köye doğru sürüp giderler. ____________________________________________________________________________ Elif Kz’ın Kaderi. Sayfa: 184. Fadime, Ali’ye kaçtıktan ve Ali’nin abi’si yusuf’da Malatya’ya gittikten sonra, Fadime kız’ın babası ve ağabeyleri Battal ile Bayram, köy’de “sanki’de, terör” estirmişlerdi onca olan kavgayı, onca rezaleti’de, (gene) Hatice hanım şöyle anlatıyordu. Fadime kendi gönlü’yle Ali’ye kaçtıktan sonra, dedeniz Yusuf’da, hemen muhtar Yusuf’a giderek, bu olayı baştan sonuna kadar bir bir anlatır, anlattıktan sonra’da, Ali’yle Fadime’nin nikahlarını kıydırmak için elindeki kağıdı muhtar Yusuf’a mühürletip imzalatıp – ordan’da (Malatya’ya) nüfusa gitmek için bizim Vayloğ ile birlikte giderler. Buraya kadar her şey normal seyrinde gidiyor. Ama, o’nlar Malatya’ya gittikten sonra, Alirıza emmi gil, Fadime’nin Ali’ye kaçtığını duyarlar. Alirıza emmi Fadime’nin Ali’ye kaçtığını duyunca, oğulları Battal’a, Hıdır’a ve Bayram’a haber gönderir. “Şimdi, Allah var, Hıdır, karşımıza çıkıp’da benim bacımı niye kaçırdınız demedi; hatta köye bile gelmedi. Ancak, Battal ile Bayram, (o’nlar’da) Hıdır’ın yaptığı gibi yaptılar diyemem. Fadime, Ali’ye kaçtığı için, “nolur n’olmaz diye, kaynanam gil bir komşunun evine gittiler – evde bir ben var ım, benim ile birlikte’de bir iki tane çucuk var, çocuklarla birlikte evdeydik, zaten çocuklarında hiçbir şeye akılları ermiyordu. Kayın babam’ın ise kız kaçırma işinden hiç mi, hiç haberi yokturdu. Adamcağız, sabah’ın erken saatinde kalkmış – Yazıhan’ın alt tarafında, yıkıkhan denilen bir yer var; orada bir tarla’da pancar sulamaya gitmişti. Kaynanam ise ( biraz evvel söylediğim gibi) bizim Fattey’in uşakları gelir melir’de eve baskın yaparlar” ____________________________________________________________________________ Yusuf Aslan. Sayfa: 185. diye, o’da bir komşunun evi’ne gitmişti. Ev’de kala kala, işte o çocuklar ile bir ben kalmıştım” yani, “kada’ya kalkan, belaya bekçi” hesabından. Sonuç itibariyle, kaynanam’ın düşündüğü gibi olmuştu. Ben ve çocuklar evdeyken, (birde baktım ki) nerde varlar nerde yoklar, “şora’dan” Battal ile Bayram çıka geldiler. Ağızlara alınmıyacak küfürleri saya saya eve girip – bütün evi’in altını üstüne getirdiler; bacılarını bulamayınca, bu sefer’de Bayram, bana yönelerek hemi sövüp hemi’de beni dövmeye yeltenince; (Allah razı olsun o’ndan) Battal, hemen bayram’ın önüne geçerek, Hatice’ye” niye bağırıp çağırıyorsun… o kadın’ın ne suçu var ki, deyip - Bayram’ın beni dövmesinden ve hakaretinden kurtarmıştı. Sonuç itibariyle, evde kimse’nin olmadığını öğrenince” çekip gittiler. Ama, çarşı’da-da bir sürü olaylar çıkmış; Alirıza emmi olsun, Battal olsun, Bayram olsun, Alhas’ın Yusuf’un evi’ne doğru seğirderek olmadık küfürleri sayıp / söylemişler. Ama, bunun burası, koskocaman Alhas’ın Yusuf. O’nlar kalkıp’da Alhas’ın Yusuf’un evi’ne seğirdip’de sövüp sayacaklar” öylemi? Köyde ki, köylüler olsun, Alhas’lılar olsun, bu duruma hiç müsaade ederler mi? Tabi ki müsaade etmezler. Hatta, Alirıza emmi’nin kendi kendine bağırıp çağırdığı bir sırada (sağolsunlar) köylüler olsun, Alhaslılar olsun, Zaten, köyün yarısı Alhaslılar Alirıza emmiye hemen müdahale ederek, “yahu, senin kızını, Ali zoraki mi kaçırdı? Aslında, Ali’yi senin kızın kaçırdı” deyip – kaçmış kızı / Fadime’yi vermedikleri gibi, Alhas’ın Yusuf’un evi’ne bile yaklaştırmamışlardı. ____________________________________________________________________________ Elif Kz’ın Kaderi. Sayfa: 186. O tantanadan / kavgadan sonra, biraz olsun ortalık durulmuştu. Hee unutmadan, Bir konuyu daha anlatam, hemi’de üstüne basa basa anlatam” size, çocuklar deyip – kaldığı yerden sözlerine devam ederek, Fadime’nin Ali’ye kaçtığı sırada, ben üç aylık hamileydim. Fadime, Ali’ye kaçtıktan sonra,, Battal ile Bayram’ın-da bize gelip – zor kullanarak (cebren) eve baskın yaptıklarında, işte o zaman, ben çok korktuğum için çocuğumu düşürmüştüm” diyordu, ve gözleri dola dola, ekliyordu. Ali evlendi, Fadime’de gelin oldu; amma, olan benim hamile olduğum o çocuğumuza oldu; “yine, aradan bir hafta geçmeden, elimizdekini avucumuzdakini harcayarak, davullu zurnalı, üç gün üç gece çala oynuya dügünlerini’de yaptık. Dügünden sonra’da, Ali’nin pasaport’u-nu çıkartarak Ali ile Fadime’yi, (kavurmalığın Aliseydi) diye’de bilinen “ Aliseydi Özdemir’in” izini bitip’de Almanya’ya geri gideceğini öğrenince, (o’nları’da) o’nun arabasıyla birlikte yolcu eyledik. Ve böylece, başımıza gelen bir tufanı’da savuşturmuş olduk. Fadime, Ali’ye kaçtı diye, (burada) bizim ile kavga / döğüş edenlerin hepisi’de (oysam) yalandan / numaradan kavga / döğüş ederlermiş. O’nların Almanya’ya vardıklarında (hemen) göre kapa içeriye / evlerine almışlar. Daha on onbeş gün önce, o’nların yaptığı onca rezilliğe ne demeli” yani, “bir başka deyimle, (tarla’ya / ekine) ne dana girmiş ne de ziyan olmuştu. O’nlar Almanya’ya vardıktan bir müddet sonra’da, Ali’ye çeşitli baskılar uygulamaya başlamışlar… hatta, hacı, hoca dolaşıp - çeşitli muskalar yaptırarak, ____________________________________________________________________________ Yusuf Aslan. Sayfa: 187. adeta, kendilerine köle eylemişler. Ali’yi, kendi anasından, babasından,” yani, kısaca anlayacağınız, o’nlar ellerinden geldiğince, Ali’yi kendi aile efratından uzak tutmaya çalışmışlar… hatta, bu uyguladıkları muska konusunda başarılı’da oldular. İşte böyle, Ali Almanya’ya gitti” ama, (sanki’de) pir gitti. Anasından, babasından, bacısından, gardaşından, yani, bütün ailesinden koptu gitti. O zaman bizim’de elimizde olan üç beş kuruşumuz “var dı, o üç beş kuruşu’da o’nların dügünü,dür, pasapor’tu-dur, hatta, Almanya’ya gitmeleri için, yol parası’dır. “Derken, elimizde’ki-ni avucumuzda’ki-ni, o’nların ardı öğü süre harcayınca, biz’de, şora’da parasız pulsuz / beş parasız kaldık. Zaten, kaynanam ile kayınbabamın durumları belli / iyi değil, o’nlar’da perişan bir haldeler… bizim, o kadar eziyeti çekerek, bir o kadar’da masraf ederek, düğün dernek yapıp’da Alamanya’lara gönderdiklerimiz, (bir gün olsun) bir mektup yazıp’da halimizi hatırımızı sormadılar. Bu arada, “hani, kaderin kötü gelecek, ya da şansın kırık gidecek” ya, ne olduysa oldu, aslan gibi dedeniz Yusuf, birden bire hasta olmuştu. Hasta olduğu için her hangi bir işe’de bakamaz / çalışamaz olmuştu. Dedeniz çalışamaz olunca, bizim halimiz / durumumuz daha’da kötülemişti. Öyle ki, ekmeğimize çalıp’da yiyecek bir katıklığımız bile yoğudu… Allah razı olsun, Ümmühan abla’yla, Hasso’nun Hasan’ın hanımı Nazife abla, az’da olsa, o’nların bize getirdikleriyle, zaman zaman karnımızı doyurduğumuz oluyordu. Eyy - ben’de hiç boş durmuyordum, hep el işlemesi işlerdim. ____________________________________________________________________________ Elif Kz’ın Kaderi. Sayfa: 188. Ondan’da iyi kötü elimize üç beş kuruş para geçiyordu. Elimize geçen o para’da, dedeniz hasta olduğu için, o’nun doktor parası oluyordu. Dedeniz, bir taraftan ilaçlarını içerken, ben’de bir taraftan, gece gündüz süt, pekmez içiriyordum ki iyi ola” derken, iyi kötü biraz iyileşti. Köyde’de daha fazla kalıp’da rezil rüsva bir hayat yaşamanın ne kadar acı olduğunu anladığından olacak ki… köyünü terk etmenin tam’da zamanının olduğunu düşünerek? Acaba, nereye / hangi memlekete göçer’de orada refah içinde yaşarız” diye, durum muhakemesi ede ede en sonunda (hep birlikte) Adana’da karar kılmıştık. “Peki niye, Adana’da karar kıldık? Hemen, o’na-da bir açıklık getirem. Benim, Adana’da abim Aliseydi’yle benim küçüğüm olan, Hüseyin gil var’dı. Hüseyin daha küçük,tü ama, o neyse’de; Aliseydi abim çoktan beri Adana’da olduğundan dolayı, sağı solu, etrafı tanıdığı için, bize bir iş bulur’da, buralardan göçer gideriz” diye (ilk önce), dedeniz yusuf’u Adana’ya göndermek istedik; ama, elde avuçta beş kuruş paramız yok ki, dedenizi gönderek… yol parasını kimden bulabiliriz” diye, dedenizle konuşurken, aklımıza Fatma abla geldi. Fatma abla bizim komşumuzdu, o’nun’la-da diyaloğomuz gayet iyi’ydi. Şimdi, “Allah var, o kadıncağızın elinde bir ekmeğide olsa – o ekmeği yanındakilerle bölüşüp birlikte yer; öyle iyi niyetli, yardım sever bir kadın. Dedenizle bu konuyu konuşurken, (ben) hemen ayağa kalkarak, şu “Fatma abla’nın yanına bi gidem hele, eger ki, o’nun parası “var sa, hiç esirgemez, ____________________________________________________________________________ Yusuf Aslan. Sayfa: 189. hemen çıkarıp verir. Deyip – Fatma abla’nın giderek, Fatma abla’ya, Yusuf’u, çalışması için Adana’ya göndereceğizde,, elimizde avucumuzda hiç paramız yoktur. Biz’de kimden borç para alabiliriz diye düşünürken, aklımıza sen geldin. Sen, aklımıza gelince, ben’de kalkıp senin yanına geldim. Eger, kıyı da köşe de paran var’sa, bize on bin lira verde, Yusuf’u Adana’ya gönderek dediğimde; o kadıncağızda hiç ikilemeden hemen yerinden kalkıp başka bir odaya giderek, on bin lirayı getirip bana verdi. Bu arada, dedeniz’de Adana’ya gidecek her hangi bir araba varmı” diye, bakmak için çarşıya gitmişti. Ben’de parayı alıp’da eve geldiğimde, dedeniz’de çarşıdan eve gelmişti. Eve Gelir gelmez, hemen (o’na) Adana’ya gidecek araba “var mı, yok mu, diye, sorduğumda, dedeniz’de (bana) Adana’dan bir adam gelmiş’de (çoban cüme’nin) Cumali Işıkbay’ın koyun sürüsünün tamamını satın almış. Hüseyin Öksüz’ün (cici baba) ve Mehmet Ali Güneş’in kamyon’larını-da kiralamış. Yarın sabah’ta koyunları yükleyip Adana’ya gidecekler. Ben’de, hemi Mehmet Ali abi’ye hemi’de cici baba’ya, siz Adana’ya giderken ben’de sizinle gidem, gideceğiniz zaman beni unutmayın” ha, diye, döne döne’de tembih ettim. “İnşallah, yarın sabah o’nlar’la birlikte gideceğim. Oraya gittiğimde, iş bulup çalışırımda, hiç bari şu çocuklarımızı aç susuz bırakıp’da perişan etmeyiz diyordu. daha sonra, (bana) sen ne ettin, Fatma abla’dan para alabildin’mi” diye, sorunca? ben’de (o’na) he he, aldım aldım deyip – Fatma abla’dan aldığım ____________________________________________________________________________ Elif Kz’ın Kaderi. Sayfa: 190. on bin lira’yı cebimden çıkarıp dedenize avucuna saydım. “deyince, çocuklarda, Eee o’ndan sonra n’oldu? Diye, soru sormaya başlamışlardı ki, (ben’de) çocuklara, benim güzel çocuklarım. Ben “var ya, o günü, dedenizin değişik elbise giyinmesi için çamaşırlarını hazırlayıp - bir valize yerli yerince yerleştirdikten sonra, bir, onsekiz Nisan sabahı, dedenizi köyden Adana’ya gitmesi için yolcu eylemiştim. Dedenizi köyden uğurladıktan yıllar sonra, o’da bana, başından geçenleri aynen şöyle anlatmıştı. Kamyonlara, koyunları yükledikten sonra, ben’de Mehmet Ali abi’nin kamyonuna binerek, Adana’ya gitmek için yola çıkmıştık. Ama, ben sadece Mehmet Ali abi’nin kamyonuyla gitmedim* arada birde Cici baba’nın kamyonuna binip (o’nun’la-da) birlikte sohbet ede ede gittim demişti. Ancak, dedeniz sözlerine devam ederek, şimdi üstümüzde “Allah var, Mehmet Ali abi’yle, Cici baba, hangi lokantanın önünde durup’da hep birlikte yemek yedikse, Benim eli’mi cebime attırmadılar? benim’de yemek paramı verdiler. Sağolsunlar Varolsunlar” diyordu. Adana’ya vardıktan sonra, oradan’da “Tok otobüsleri-yle Mersin’e gider. Mersin’de, dedenizin bir akrabası vardı? “yani, Adana’dan önce Mersin’e gider. O akrabası’yla birlilkte iş aramak için bazı iş yerlerine giderler” ama, nafile, boşa düşerler, orada bir iş bulamayıp - kör pişman bir vaziyette Mersin’den ayrılarak – Atatürk’ün çocuklara armağan ettiği” bir, 23. Nisan bayramının olduğu günü” yine , Tok otobüsü’yle Adana’ya gelir. Adana’ya gelir” amma, ( içinde’de) ____________________________________________________________________________ Yusuf Aslan. Sayfa: 191. iş bulamama korkusu git gide çoğalır. Nihayet, Adana’ya geldikten sonra, doğruca Aliseydi abim gile gider. Bir hoş beş sarım görüm’den sonra, dedeniz, Aliseydi abi’me, burada / Adana’da bana’da bir iş bulunda, ben’de çalışam… biliyorsununz ki, yıllardan beri işsiz gücsüzüm, boşu boşuna evde yatıyorum. Ben çalışmayınca, çoluk çocuk olsun, bacınız olsun perma perişan, eve bir ekmek dahi götüremiyorum, bu gidişle daha’da kötü durumlara düşeceğiz. Çocukları (bile) okul’da okutacak kudretimiz kalmadı? Eger ki, bana bir iş bulurda (çalışırsam), eve bir parça ekmek götürürümde (çoluk çocuk’da kurtulur, bacınızda kurtulur) hemi’de ben, bu muhannetin kapısından kurtulup rahat bir hayat yaşarım” der: dedeniz, Aliseydi abi’me, halini vaziyetini, durumunu anlatınca; Aliseydi abim’de, anam’da bizim halimize çok üzülürler” ama dedenize iş bulmak için’de ellerinden gelen gayreti göstereceklerini söylerler. Hatta anam, Aliseydi abi’me, Yusuf için bir iş bul’da, hiç barim kızım’ın sofrasında bir parça ekmeği ola, eger ki, bir iş bulamazda, bu’da (köye) geri giderse işte o zaman kızım yoksulluktan perma perişan olur – öylece’de ölür gider. O’nun için elim yakandadır – ne et ne etme, bir an önce yusuf’a bir iş bul, (yoğusam) şu göksümden (sana) içirdiğim sütümü helal etmem” der: anam’ın böyle demesi abi’mi biraz olsun dopinklemiş olur… ancak, abim’de bir iş bulmak için elinden gelen gayreti ve çabayı gösteriyormuş; bu arada, aradan bir ay kadar zaman geçmiş olmasına rağmen, ____________________________________________________________________________ Elif Kz’ın Kaderi. Sayfa: 192. hala bir iş bulunamamışlar” derken, adamın biri birkaç tane dokuma tezgahı alır. Bu tezgahları alan adam’da abi’min usta başı’sıy-mış, bu usta başı’da abi’mi çok severmiş, abim’de usta başısı’na, ustam, benim (Malatya’da) bir eniştem var. Orada işsiz gücsüz, avare gezdiğinden dolayı, iş bulmak için buraya geldi. Senin şu iş yerine el öğünden bir işçi lazım, muhakkak ki birini alacaksın, alacağın o işçi’de bizim enişte olsun, bizim enişte olsun’da, bari (o’nlarda) bir parça ekmek yesinler, hatta o’nun bütün her şeyine kefilim” der. O adam’da, abi,me zaten el öğünden bir işçi alacağız, bu işçi el olacağına senin enişten olsun, hemi’de yarın sabah’tan tezi yok al getir enişteni” der. Abim iş’den paydos edip’de eve geldiğinde, dedenize, Yusuf, hadi gözün aydın, gözün aydın, sana iş bulduk, yarın sabah işe gideceksin” der. Ve, aylardır beklenen o müjdeyi verir. Dedeniz olsun, anam olsun, bütün evdekileri bir sevinç alır. Sanki’de bayram ederler. Sonuç itibariyle, “ yine, Atatürk’ün, gençliğe armağan ettiği 19. Mayıs Gençlik ve spor bayramının olduğu bir gün, dedeniz, düz işçi olarak, o dokuma atelyesinde işe başlar. Hatice hanım’ı can kulağıyla dinliyen çocukların aklına takılan bir soruyu’ sormadan geçmemişlerdi. Soruları’ysa, dedemiz bir 19. Mayıs günü işe başlamış’da, sen (bize) düz işçi olarak işe başlamış” dedin. İşçi işçi’de, bu düz işçi dediğin ne demek” diye, (gene) soru soruyorlardı. Hatice hanım’da torunlarına, bakın çocuklarım beni iyi dinleyin? ____________________________________________________________________________ Yusuf Aslan. Sayfa: 193. Bir iş yerinde hemi kalifiye işçiler vardır, hemi’de düz işçiler vardır. Bu kalifiye işçiler, iş yerinde yetişmiş elemanlardır. Bunlar, usta olmuş işçilerdir. Düz işçi’lere gelince, bu düz işçiler’de / acemi işçilerdir. Bu acemi işçileri / öyle her işe vermezler. Çünkü, bu düz veya acemi olan işçiler, Fabrikada ki ince işlerden anlamazlar. Anlamadıkları için’de, bunları kaba taslak işlere, hatta ağır işler’de hamal olarak kullanırlar. Hamal olarak çalışan bu işçilerden, bazı kafası çalışanlar kalifiye işçiliğe özen göstererek hemen bir meslek öğrenmeye çalışırlar. Belli aşamalardan geçerek, İyi kötü bir mesleği öğrenen düz işçiler kalifiye işçiliğe adım atmış olurlar. Ve, o meslekte daha’da ilerleyerek (orada) usta bile olurlar. “evet, benim güzel çocuklarım (siz) şimdi anladınız mı? Düz işçi nedir, kalifiye işçi nedir… çocuklarda, “evet, derler. Biz, düz işçilerin nasıl bir iş’te çalıştıklarını, kalifiye işçilerin’de hangi işlerde çalıştıklarını öğrendik” diyorlardı. Hatice hanım, torunlarına, dedeniz o iş yerinde işe başladıktan sonra, o iş yeri yeni kurulduğu hatta muamele yaptırma aşamasında olduğundan, dedenizden başka işçisi’de olmadığından olacak ki, işçi’ye maaş vermek söz konusu değil’miş. “yani, sizin anlayacağınız, dedenize aylık maylık yok, sadece günlük yövmiyesini verirlermiş. “derken, aradan on onbeş gün geçtikten sonra, dedeniz kazandığı para’dan, bir kenara on bin lira koyar, aradan bir on gün daha geçtikten sonra, anam gil Malatya’ya gelecek olurlar, bu arada, dedenizin artırdığı o para onbeş bin lira’yı bulur - anam gil,de ____________________________________________________________________________ Elif Kz’ın Kaderi. Sayfa: 194. Malatya’ya gelirken, dedeniz o onbeş bin lirayı anam gile vererek bize gönderir. Anam gil bize gelip’de o parayı verdiğinde, öyle bir sevinmiştim ki. Hemen o para’nın on bin lirası’nı Fatma abla’ya götürüp verdim. Sağolsun Varolsun O zaman o kadıncağız bizim elimizden tutmuştu. O gelen para’dan bir miktar para’da bize kalmıştı. Ben’de, ev’de bitip / tükenmiş olan şeker’e, çay’a, pirinç’e, yağ’a, mercimeğe, tüp’e, velhasılı kelam ev’de eksik olan pek çok şeye harcayarak, eksiklerimizi almıştım. Hatta, o aldıklarımızdan dolayı hemi keyf edip hemi’de rahat bir nefes almıştım. Ancak, ben diyorum ki? bizleri yarata o yüce “Allah, kimseyi, ama hiç kimseyi muhannete muhtaç edip’de açlığınan / yoluğunan terbiye eylemesin. Şu an ki durumumuz az çok iyiyse’de, o’da geçmişin acı tecrübesindendir. Bizler geçmişte, hemi var günü yaşadık, hemi’de dar günü, gram gram yaşadık. Sonuç olarak, bir gün dedeniz’den (bize) Babam gil ile Abbas emmi’me söyleyin’de, Adana’ya gelecek olan bir kamyona göçü yükleyip gelin” diyordu. ben’de, hemi kayınbaba’ma, hemi’de “Abbas emmi’me söyleyince, zaten o’da o zaman birinin kamyon’un-da şöförlük yapıyordu. Abbas emmim’de, (bana) Yusuf’a söyle mazotumu alsın’da, evinizi mazot parasına, Adana’ya ben götürem” dedi. Emmim öyle deyince, kayınbabam’da, kaynanam’da, ben’de tamam / olur dedik. Böylece mutabık kaldık. Bir kaç gün sonra, emmim bize haber salmıştı. Evi toparlayıp hazırlansınlar’da, yarın gelip’de göçü yükleyip Adana’ya götürem” demişti. ____________________________________________________________________________ Yusuf Aslan. Sayfa: 195. Bu haberi alır almaz (hemen) o günü, evi barkı toparlamıştık. Ertesi günü’de emmim, bir kamyonla evin önüne gelip yanaşmıştı. O, gelip’de kapı’ya yanaşan kamyon, Eğribük’lü-lerin kamyon’uy-muş; bu arada bizim Adana’ya göçeceğimizi duyan komşulardan Ümmühan abla geldi, Nazife abla geldi, Döne – ebe hanım ile o’nun beyi Hüseyin abi geldi, hee şunu’da söyleyem aklımdayken? Döne hanım ile Hüseyin abi, Hekimhan’ın “Çanak Pınar, köyündenler, Döne hanım ebe olduğu için, bizm köy’de görev yapıyordu. Daha daha, katip Ali abi ile o’nun hanımı Satı abla geldi. zaten, kayınbabam ile kaynanam, kamyonun sesini duyunca hemen gelmişlerdi. yani, sizin anlayacağınız, bizi yolcu etmek için konu komşulardan bir sürü kadınlar’la bir sürü erkek,ler gelmişlerdi. erkek kısmı evi yüklerken, kadın kısmı’da çeneye dalmışlar, ne yapsın fukara Yusuf? Çocukcağız burada bir iş buldu’da çalışmadı mı? Zaten, buralarda oldukca perma perişanlık çektiler,( ne yapsın) daha edemedi, başını alıp taa Adana’la-ra, garip gurbet ellere bir iş bulurum umduyla çekip gitti. Allah’a çok şükürler olsun ki bir iş bulmuş’da çalışıyormuş. Hatice’ye-de gelince / o’ndan’da Allah razı olsun, o’da büyükleriyle büyük, küçükleriyle küçük oldu. ”diye, kadınlar birbirleriyle konuşurken, Ümmühan abla olsun, Nazife abla olsun, hatice’yi kendi kızımız gibi görüyorduk; “sanki’de, (bize) kendi evimizden göçüp giden biri gibi geliyor. Hatice varken hiç barim şuraya o’nun yanına gelip oturarak, iyi kötü zamanımızı geçiyorduk. ____________________________________________________________________________ Elif Kz’ın Kaderi. Sayfa: 196. “Şimdi, Hatice buralardan göçüp gittiğine göre, daha kimin yanına geleceğiz ki? Deyip – içten içe üzülüyorlardı. Ama, bir taraftan’da, göçsünler anam, göçsünler, göçsünler’de hiç bari şu yoksulluktan / şu rezillikten kurtulsunlar: “Yusuf, fukara çocuk iyi kötü bir iş bulmuşta çalışıyormuş. Bellimolur, yarın bir gün, belki Hatice’de bir işe girer çalışırda evlerine bir parça ekmek getirirler; bir parça ekmek getirirler’de çağası’nı çoluğu’nu ac susuz perişan etmezler. “diye, konuşurlarken, Ümmühan abla’nın aklına, dedenizin bazı anıları gelir. Hatta, aklına gelen anılarından birini, yanında ki komşularına açıklama gereği duyar. Komşularına, (ben) Hatice gile / buraya geldiğim zaman, eger ki, tesadüfen yusuf’da burada’ysa, bana dönerek, Ümmühan abla, sen Hatice’ye bi çay demle’de içek mi dedin, yoksa ben mi yanlış anladım. “dediğinde, ben anlıyordum ki, yusuf’un canı çay istiyor? ben’de Hatica’ye, hadi Hatice şu anahtarı al’da bize git, bir çaydanlık çay demle’de şura’da oturduğumuz yerde içek” diyordum. Sağolsun, Hatice’de beni hiç kırmıyordu. Anahtarı alıp sessizce gidiyordu. Eger ki, dolap’da pisküvi gibi birşeyler’de var ise, falan yerde şunu, şunu’da alıp getir” dediğimde, o’da çayı demleyip’de geri gelirken, ne söylemişsem hepisini harfiyen yapardı / alıp getirirdi. Hep birlikte yeyip içerdik. Şimdi, Hatice buradan göçüp gitti mi? Bir zaman… bir yitik yitirmiş gibi gelip gidip bu kapı’ya bakarız? “deyip – gözleride dolu dolu olan Ümmühan abla’nın o halini gören Nazife ablayı’da efkar basmıştı. ____________________________________________________________________________ Yusuf Aslan. Sayfa: 197. Nazife abla, O efkarlı haliyle ben’den söz ederken? Hatice, benim olsun, aha bu Ümmühan’ın olsun, bizim çocuğumuz gibiydi, bizim çocuğumuz yaşında olsa’da, o’nun aklı bir başka akıl’dı, O’nun aklı çocuk aklı değil, “sanki’de büyük aklıy’dı? O’nun aklı’yla bizim aklımız birbirine uyumluydu” işte… işte bundan dolayıdır’ki, Hatice’den ayrılmak bizelere zor geliyor” diye, birbirleriyle hemi dedenizden hemi’de ben’den söz ederlerken bizim göçtüğümüz için’de üzgün oldukları her hallerinden belli oluyordu. Ev eşyalarının’da yüklenip – bitmesine az bir şey kalmıştı, evin içinin boşaldığının farkına varan “kaynanam” yeter hanım’ın yüreği oynamıştı. İçini’de bir efkar bir heyecan bastığından olacak ki, elini kulağına atarak bir ağıttır bir türküdür tutturup – güzel güzel, yanık – yanık söylemeye başladı. Kaynanam, hemi türkü söyleyip hemi ağlarken orada ki bütün komşu kadınlarda kaynanamın başına toplanarak, o’nlar’da ağlamaya başladılar. Orada’ki bütün kadınlar türkülerle, ağıtlarla göz yaşlarını dökerlerken, erkek kısmı’da o an için ev yükleme işini bırakıp – kadınların ağlamasını seyrederken hemi hüzünlenip hemi’de yüz bin kere “soyha kalsın, işte böyle muhannetin kapısı çok çetin, insanı taştan kayadan atar. (Düşmanın olsa bile) yüce Allah, hiç kimseyi yokluğa / yoksulluğa düşürmesin. Allah, hiç kimseyi gördüğü günden geriye koymasın” diyorlardı. O’nların’da üzgün oldukları her hallerinden belli oluyordu. O ev’den ev göçü değil’de, “sanki’de, cenaze çıkıyormuş gibi bir hava vardı. Kadınlar, ____________________________________________________________________________ Elif Kz’ın Kaderi. Sayfa: 198. ağıtlarını uzatınca, erkeklerin bazıları, de susun gayrı, susun’da adamlar (şurada) güle oynaya gideler, gidecekleri yere” deyip – böylelikle kadınların bir kısmını susturmuşlardı. Bu sefer’de, O susan kadınlar, (kaynanama) de yeter gayrı, daha fazla ağlayıp’da şu çocukları üzme, çocukları üzme’ki yollarına güle oynaya gideler. Sen ye iç Allah’a şükret ki “Yusuf bir işe girmişte çalışıyor. Hiç barim, evi’ne bir ekmek götürecek parası vardır? Şimdi… Adana’ya gitmeden “Yusuf’un halini bir sen değil, bütün hepimiz biliyorduk? Onun için boşuna ağlayıp’da kendi kendini heder etme ki - bunlarda üzülmeyeler… hemi’de bunların buradan göçtüğü için ye - iç - gül oyna, bir’de üstüne üstlük iki de göbek at. “diyorlardı. bu laf’a, orada (hazır) bulunan hemi kadınlar hemi’de erkekler, hep birlikte gülmeye başlamışlardı. Gülüşmeleri bittikten sonra, iki’de göbek at, diyen kadın kaldığı yerden sözlerine devam ederek, (bunlar) buradan göçüp gidiyolar amma, “Allah korusun, ölüme gitmiyorlar” ya, önümüzdeki bayram’da, bak ki bayram iznine gelirler” buraya, diyordu. O konuşan kadın’da, herhalde (gene) Ümmühan abla’ydı. Ben, başka bir oda’da ev eşyalarını toparlarken o konuşan kadının sesi “taa, kulağıma kadar geliyordu. “evet evet, o konuşan kadın, kesinlikle Ümühan abla’ydı. Sonuç itibariyle, kaynanam’da ağıdını türküsünü kesmiş – başında’ki dolağıyla’da yüzünü gözünü sildikten sonra, derin bir düşünce içerisin’de malihülya’lara dalıp gitmişti. Ebe hanım’ın eşi Hüseyin abi, evi yükleyenlere, “de hadin ha, hadin. ____________________________________________________________________________ Yusuf Aslan. Sayfa: 199. Aha bitti bitecek, şunun şurasında geriye ne kaldı’ki - deyip - millete gaz verip koşuya koyuyordu’ki, biran önce eşyalar yüklenip’de yola çıkak. “derken, ev yüklemesi bitmiş, kamyonun’da çadırını örtüyorlardı. Abbas emmi,m kamyonun çadırını örterken, bizim’de / “yani, benim ile çocukların, Gültekin’in, Elif’in, Evren’in, oturmamız için kasanın içine bir güzelce yer’de yapmıştı’ki, (biz) Adana’ya giderken (orada) oturak” deyince? Doğukan ile Yusuf Kaan, (Hatice hanım’a), “siz niye, otobüse binip’de gelmediniz” gibisinden, soru sorunca. Hatice hanım’da ( torunlarına) bre yavrularım, o zaman, bizim otobüs bileti alabilecek paramızı” bırak’ta? Hele, Sor bakalım “acaba” bizim bir ekmek alacak kadar (cebimizde) paramız varmıydı’ki. Para nerdee, biz nerde. İşte o parasızlığın yüzünden değilmi’ki? Fethiye’den “taa, Adana’ya kadar işte o kamyon kasasının içinde gittik. Şöför mahallinde ise kayınbabam var, Abbas emmim var, birde kamyonun sahibi var. Şöför mahallinde bu üç kişi olunca? Benim ile çocukların kaderine / kısmetine’de kamyonun kasası düşmüştü… “bir ara, Hatice hanım torunlarına, nerede kalmıştım “diye, sorunca? Çocuklar’da, Abbas emmi,m kamyon’un çadırını çekip / örtmüştü’de kalmıştın “diye söylediklerinde; Hatice hanım’da, “he he, Abbas emmi,m kamyon’un çadırını örttükten sonra, aşağıya inerek orda’ki millete’de, çadır işi, tamam. Hatice’yle çocukların oturacakları yer’de tamam.. ____________________________________________________________________________ Elif Kz’ın Kaderi. Sayfa: 200. yola çıkmak için, (de hadin) birbirinizle helalleşin’de, (biz’de) biran önce (yola) çıkıp gidek. Daha bir sürü yolumuz var “diye, bizlerin biran önce helalleşip kamyona binmemizi istiyordu. Abbas emmi,m böyle deyince, (ben’de), orada’ki hazır bulunan bütün hısım akraba’yla, konu komşuyla helalleşip’de sıra kaynanam “Yeter’e gelince, “güya” o’nun-da elini öpüp helalleşecektim. Ben daha o’nun eline uzanmadan, o benim boynuma sarılıp’da (gene) bir türkü’yle bir ağı’da başlamasın’mı. O’nun agıdı’na / türküsü’ne, orada’ki bulunan bütün herkes’de, kaynanamla birlikte ağlamaya başlamasınlar’mı. “derken, ağlayarak biraz zaman geçtikten sonra, oradaki herifler olsun, ayrıyeten, ağlaması kesilmiş kadınlar olsun, kaynana’ma, de Yeter gayrı; daha fazla ağlayıp’da çağayı çoluğu üzme’ki güle oynaya yollarına gideler; ”diyen diyeneydi. Daha sonra, kaynanam’da benim yüzümü öp’üp – dönüp çocuklarında yüzlerini öptükten sonra, biz’de kendisi’nin eli’ni öp’üp kamyona çıkarak arka kapağın hizasında hep birlikte sıra sıra dizilip – aşağıda’ki milletin yüzüne pel pel bakıyorduk. Birde baktık’ki kamyon çalışıp –ardından birkaç kere’de korna çalarak azar azar yürümeye başlamıştı. Kamyon azar azar yürümeye başlayınca, aşağıdakiler bize, biz’de aşağıdaki “ bizi, yolcu edenlere, alağısmarladık / güle güle anlamında birbirimize el sallıyorduk. Bir iki dakika sonra hemi mahalleden hemi’de köyden çıkmış Yazıhan’a aşağı, Yazıhan’dan-da Malatya’ya doğru yol alıyorduk. Bir saat kadar sonra, Malatya’ya gelmiştik. Kamyon bir manav’ın ____________________________________________________________________________ Yusuf Aslan. Sayfa: 201. önünde durarak, (yolda yememiz için) ekmek, sebze meyve gibi yenecek şeylerden aldılar. Aldıklarının bir kısmını kendileri aldıkları gibi, bir kısmını’da (yukarıya) bize verdiler’ki, biz yiyek. Bu gibi alış verişlerde bittikten sonra, Malatya’dan-da Adana’ya Doğru yola çıkmıştık. Şansımızdan olacak’ki, o günü’de hava’da biraz rüzgar “vardı, ister hava’nın rüzgarından olsun, ister kamyon’un rüzgarından olsun, isterse korkumuzdan olsun, başımızı, çadırdan dışarıya çıkarıp’da sağa sola bile bakamadık. Ne zaman’ki gavur dağı’nı aşıp’da “Çukurova, bölgesine girdik? O zaman biraz rahatlamış olduk “amma, bu sefer’de bir sıcaklık, bir hararet, bir rutubet bastı. (San ki) başımızdan aşağıya sıcak su aktarılmış gibi, kan’ter için’de kaldık. Gavur dağı’ndan Adana’ya kadar, çocuklar (hemen) isilik oldu. “Deyince, oradan “Yusuf kaan, laf’a girerek, benim babam’da isilik oldumuydu? “Babaanne, diye, peş peşe sıralayınca, babaannesi’de “he Yusuf kaan hee, baban’da isilik olmuş’tu, deyip – yakasını o’nun elinden kurtarmış sansa’da, Yusuf kaan’ın hala peş peşe sorular sormasından iyice usanmış olacak’ki? Kendi kendine söylenerek, “üff amaan, de yeter artık, bak beni usandırdın “ha? Bak, anlatmaz kalkar giderim “haa… deyince, doğukan’la Yusuf kaan, tamam tamam, daha hiçbir soru sormuyacağız “diyorlardı. Çocukların söz vermeleri üzerine, Hatice hanım kaldığı yerden tekrar devam etmeye başlamıştı. Gavur dağı’nı geçtikten sonra, “sanki’de, bir ateşin içine düşmüşte yananlar gibi, biz’de o kavurucu sıcaktan ____________________________________________________________________________ Elif Kz’ın Kaderi. Sayfa: 202. yanmaya başlamış, kan’ter için’de buğur buğur terliyorduk. Bütün vücudumuz vıcık vıcık olmuştu. “sanki’de, hamam’a girmiş gibiydik, elimi’zi neremize atsak kat kat “kir - çıkıyordu. “Halbuki, yola çıkmadan önce (ben’de dahil) bütün çocukları banyo yaptırmıştım. Ama, bizim oralar serin memleket olduğu için, vücudumuzdan, böyle kat kat “kir, çıkmıyordu. “yani öyle’ki, çukurova’da, banyo yaparken (bile) keselenmeye hiç’mi hiç gerek yoktur. Eli’ni nerene sürersen hemen “kir, çıkıyor. Deyip – sözlerine devam ederek; işte o günü akşam, saat altı, yedi gibi Adana’ya geldik. Adana’ya geldiğimizde’de hemen Aliseydi abim gil’in kaldığı mahalleyi sorup araştırmaya başladılar; deyince, bu sefer’de Doğukan, (sanki) okul’da dersteymiş gibi parmak kaldırarak, anneanne / sana bir şey sorabilirmiyim? Diyordu. anneannesi’de, sor Doğukan sor, bir soru’da sen sor bakalım, deyip – çocuklara’da “hah işte böyle olun, Bir şey soracağınız zaman tek tek sorun, “dedikten sonra, (torunu’na-da) bir öğretmen edası’yla, doğukan’ım seni dinliyorum, “diyordu. (doğukan’da) o zaman, Aliseydi dayım gil hangi mahallede oturuyorlardı. “diye soracaktım, sorusuna, Hatice hanım’da, o zaman Narlıca mahallesinde oturuyorlarmış, biz’de, sora sora hemi Narlıca’yı hemi’de abim gil,in evi’ni bulmuştuk, (ama) biz, Aliseydi abi’min ikinci karısı “yadigar abla’nın evi’nin bitişiğinde, Yadigar abla’nın ablası olan, Fatma abla’nın iki göz evi varmış? İşte o zaman “biz, o iki göz eve konmuştuk. “her neyise, biz Narlıca mahallesini bulduktan sonra, ____________________________________________________________________________ Yusuf Aslan. Sayfa: 203. mahlede’de sora sora, Yadigar abla gil’in evini’de bulduk. “evleri’de dar bir sokağın içindeymiş? Abbas emmi,m, kamyonu o sokağın içine zorunan sokabilmişdi?!.. “Allah muhafaza, o sokağın için’de bir yangın mangın çıksa “var ya, ne itfaiye araçları ne de cankurtaran girebilir’di?!.. allah’a şükürler olsun’ki “öyle, yagın mangın gibi tehlikeli bir şeylerle hiç karşılaşmadık. Abbas emmi,m kamyonu stop ettikten sonra, Yadigar abla her ne kadar, buyurun bir çay kahve için dediyse’de, Abbas emmi,m-de, kayın babam’da, ben’de, çok sağolasın” deyip – teşekkür ederek, o an için oradan ayrılıp anam gil’in oraya gittik. Aman gile gittik’ki dedeniz’le Aliseydi abim, kamyon’dan göçümüzü indireler; biz, anam gile varınca, “Ooo, anam olsun, Güllü olsun, bizi göre kapa içeriye alıp / buyur ettiler. Anam ile Güllü, kayınbabama olsun, Abbas emmi,me olsun, birde kamyon’un sahibine olsun, (hepisine) hoş geldiniz deyip – hal hatır sorup süal ettikten sonra, anam, bize’de dönerek ”hani, sahipsiz, kimsesiz, mazlum, biçare insanlara acı’ma duygusu için’de bakıp’da “vah vah şunlara, deyip – bazan’da sarılarak, (o’nların acılarına, kederlerine) biz’de, sizin acınıza kederinize ortağız” derler “ya, işte onun gibi, anam olsun, Güllü olsun, bana ve çocuklara “aynen o şekilde sarılarak, ( bizleri) içlerinde’ki burukluğun kendilerine verdiği duyguyla öpüyorlardı. Hoş geldin beş geldin gibi fasıl’da bittikten sonra, önceden hazırlamış oldukları yemekleri getirip masa’ya dizdiler, birde yere sofra serilerek, erkekler masa’da, bizlerde yerdeki ____________________________________________________________________________ Elif Kz’ın Kaderi. Sayfa: 204. sofraya oturup hep birlikte yemeklerimizi yeyip bir güzelce karnımızı doyurmuştuk; ancak, meydan’da olsun, görünür’de olsun, ne dedeniz nede abim” vardı. Dedenizle abi,mi sorduğumuzda, anam olsun, Güllü olsun, her ikisi’de birlikte, bu gün saat dört’te işten geldikten sonra, (o’nları) bir arkadaşları davet etmiş’te, oraya gittiler. Ama, çok gec kalmaz, biraz’dan gelirler, diyorlardı. Bu arada, (sağolsun Güllü) çayımızı’da demleyip getirmişti. “yine, hep birlikte çaylarımızı içerken, bu herif nerede kaldı’da daha gelmedi “diye, içime bir kurt düşüp’de saat’a baktığım bir sıra’da, birde baktım’ki kapı açılarak dedeniz ile abim, her ikisi’de içeriye girdiler. İçeriye girdiklerinde bizleri karşılarında gördüklerinde şaşırıp kaldılar; şaşkınlıkları biraz geçtikten sonra her ikisi’de bizlere / hepimize hoş geldiniz deyip – o’nlar’da bir kenara çekilp oturdukları sırada kayınbabam olsun, Abbas emmi,m olsun, (dedenize) kamyon’dan evi indirmeden, gelin sizi geri (köye) götürelim, “diye, her ne kadar ısrar ettilerse’de? “Nuh deyip’de peygamber demeyenlerin hesabı” dedeniz’de, (o’nlara) ben ve aile efratım, ömrümüz’de hep rezil yaşadık? Bu rezilliklerden sonra, bir kurtuluş yolu aramak suretiyle, çekip Adana’ya geldim. Kaynım, Aliseydi gil’de “sağolsunlar” bana sahip çıktılar; sahip çıkmalarının haricinde birde iş buldular. Allah’a çok şükür, şimdilik iyi kötü çalışıyorum, hatta cebimde bir ekmek alacak kadar ekmek parası bile var. Onun ötesinde, başımızı sokmak için / oturmak için, iyi kötü birde ev buldular. “Hatta, ev sahipleri, ____________________________________________________________________________ Yusuf Aslan. Sayfa: 205. biz’den ev kirası bile istemiyor. “Diye durumu açıklayınaca, Abbas emmi’de, bu adamlar niye ev kirası istemiyorlar’ki? Şimdi’ki zaman’da bu kadar iyi niyetli insanlar’da varmıymış? Hemi’de hısımın değil, akraban hiç değil? “diye, fikrini ortaya koyunca; dedeniz’de o’nlara, gördüğünüz o iki göz ev “var ya, işte o evi’in sahibi Halil abi’dir, Halil abi ise, Aliseydi’nin müsahip kardeşi’dir, onun ötesinde, birde bacanak oluyorlar. O yüzden, bizden ev kirası almıyorlar. “yani, biraz’da halimize acıyorlar?!.. “diye, ev konusunda duruma açıklık getirince, hemi Abbas emmi, hemi’de digerleri durumu / vaziyeti kavramış olacaklar’ki, (dedenize) haa, öyle deseniz” ya, diye, anlamış olduklarını ifade ediyorlardı. Sonuç itibariyle dedeniz, kayınbabama, Abbas emmi,me ve digerlerine, ev daha şimdi geldi? Hatta, kamyon’dan daha indirmedik. “Farzımahal, biz şimdi gerisin geri, köye geri gidersek? “acaba” el bana ne der?!... tabi’ki el adama söver” yav, söver? ben hemi kendimi, hemi’de eşimi ve çocuklarımı esaretten kurtarmak adına, köye geri gitmiyeceğim / burada kalacağım, “deyip- sözlerine devam ederek, hatta, fabrika’da yürüyerek değil’de, ( koşarak) sözüm ona, eşek gibi çalışacağım / eşek gibi çalışıp – kırılmaz olan, o feleğin’de çemberini kıracağım, bu yoksulluktan bu esaretten kurtulacağım “deyip, son noktayı’da koymuştu. Daha sonra dedeniz, Abbas emmi’si-ne, yarın evi boşalttık’mı (meydan mahallesine), bizim Mustafa (Vayloğ) gile gidek’de, o’nlar’dan mazot alıp size verem” diyordu. Abbas emmi’de ____________________________________________________________________________ Elif Kz’ın Kaderi. Sayfa: 206. Vayloğ’un haberi varmı’ki? Diye, sorduğunda, dedeniz’de, hemi Vayloğ’un haber var, hemi’de alacağımız o mazotun parasını “taa, o zaman ödedim, “diyordu. böylelikle her iki taraf’da birbirleriyle mutabık kalmışlardı. Ertesi günü, Pazar olduğu için dedeniz’de ev’dey-di. Hemen, sabah erkenden kalkarak, hep birlikte gidip “evi kamyondan boşaltmıştık. Evi boşalttıktan sonra, dedeniz’le Abbas emmi, birde kamyon’un sahibi, her üçü’de birlikte“ Vayloğ gile giderek, fazlasıyla mazot alıp kamyon’un deposunu doldurmuşlardı. Gerçi, tam hakkıyla nakliye parasını verecek olsaydık, dedenizin aldığı o mazot’un iki katını verirdik “herhalde?. Ama, öyle olmamıştı; Abbas emmi’den-de, o kamyon’un sahibinden’de Allah razı olsun. O zaman o’nların (bize) öyle insaniyetlikleri olmuştu. Ertesi günü’de kamyonlarına yük bularak başka bir memlekete doğru çekip gitmişlerdi. Kayınbabam’da üç dört gün kaldıktan sonra, o’nu’da tren’e bindirerek Malatya’ya yolcu eylemiştik. Bizlerin’de hali, vakti, durumu ortada / bes belliydi. Dedeniz’in kazandığı o üç beş kuruş para’yla geçinmek zorundaydık. Evimizin eksiklerini / noksanlarını iyi kötü tamamlamaya çalışdak’da, tamamını alamadığımız’da oluyordu? “Allah razı olsun” Bazı eksiklerimizi’de zaman zaman “yadigar abla, alıyordu. Bizim o perişan halimize tanık olan “yadigar abla, kendi ablası Fatma abla’ya biz’den bahsederek aylarca ev kirası bile aldırtmamıştı. Gerçi, (eve) ev demek için binbir tane şahit lazım’dı? Ama, ev eski üskü’de olsa, o’nların eviydi; ve biz’de o ev’de kiracı ____________________________________________________________________________ Yusuf Aslan. Sayfa: 207. olarak oturuyorduk. Biz’de o ev’de oturduğumuza göre? Ev sahibini memnun etmek için üç beş kuruş kira vermemiz lazım’dı? Ama, o insanlar bizim halimize acıdıkları için (biz’den) kira istemediler, ve biz’de bir müddet ev kirası vermemiştik. Biz köyde oturduğumuz zaman’lar, bizim üç dört tane’de tavuğumuz var’dı. Göçümüzü yükleyip’de Adana’ya gelirken, o tavuklarıda birlikte getirmiştik; “derken, tavukları koyacak bir yer bulamayınca, oturduğumuz evin (şöyle) bir köşesinde tuvaletimiz var’dı. O tuvaletin bitişiğinde’de piriket’le çevrilmiş olan (adına’da banyo dediğimiz) bir’de banyomuz “ var’dı. İşte o tavukları, o banyo’nun içine koymuştuk” deyiverince, Doğukan’la Yusuf kaan, “peki, siz banyonuzu yaparken, o tavuklar’la birlikte’mi banyo yapıyordunuz? “diye, soru sorduklarında, Hatice hanım’da, yok yav, hiç tavuklar’la birlikte banyo yapılır mı, banyo yapacağımız zaman tavukları dışarıya çıkarıp – hatta kapı’da kayıp olmasınlar diye’de, ayaklarına bir ayakkabı bağlıyarak o küçücük bahçemizin içine (serbest’çe) bırakıyorduk. O tavukalar, o ev’de bizim ile birlikte bir müddet yaşadılar. Baktık ki, öyle olmuyor, tavukları bir hal etmemiz lazım? “derken, birini kestik… o zaman, çocuklar öyle bir girişip’de iştahla yemişlerdi ki? Eee, gör ki, çocuklar ne zaman’dan beri et yemiyorlardı? “ Kim bilir: deyip – sözlerine devam ederek, o kestiğimiz tavuktan sonra, geriye iki tane daha tavuğuz kalmıştı. Bunları ne yapak, ne edek” diye, düşünürken? Aklımıza, Murat dayım gil geldi. ____________________________________________________________________________ Elif Kz’ın Kaderi. Sayfa: 208. Bir keresinde onların oraya gittiğimizde, Leyla yenge’min-de tavukları var’dı. Bizim tavuklar için onların orası çok müsait bir yerdi. “deyip- torunlarına laf verirken, Doğukan (gene) eli’ni hava’ya kaldırarak, anneanne sana bir şey sorabilirmiyim? Diyordu. anneanne’de torununa, de hadi sor bakalım, sor (deyip) soru sormasına müsaade etmişti. Doğukan’da, “peki, Murat dayım gil o zaman nerede oturuyorlardı ki? Sorusuna, anneannesi’de, Murat dayım gil, o zaman’da şimdi’de, biz Adana’ya geldik geleli hep küçük dikili’de oturuyorlar… o zamanlar, küçük dikili şimdi ki gibi büyük bir yer değildi. “Mesela, bir ev buradaysa bir ev’de taa neredeydi. O zamanlar her ev’in arasında en az beş yüz metre mesafe “var dı. Oralar hemi geniş arazi, hemi’de evler’in sağı solu açık”ya, işte o sebepten, bir tatil günü oraya giderken, tavukları’da bir karton kutunun içine koyarak, onları’da oraya götürdük. Oraya varıp’da tavukları kutudan çıkardığımızda, bizim tavuklar’la oranın tavuklarının arasında belli ölçüde bir fark vardı. Çünkü, oranın tavukları, makinadan çıkan civciv tavuklarıydı. Eyy – bizim tavuklarımız ise, gurk’a yatan tavukların civciv tavuklarıydı. İşte hormonlu tavuk ile organik tavuklar böylece besbelli oluyorlardı. “her neyise, (biz) tavukları Leyla yengem’e teslim ettikten sonra, Leyla yengem’de her iki tavuğun ayağına ikişer metre bir ip’le ayakkabı bağlıyarak dışarıya bıraktı. Deyiverince, Yusuf kaan, müsaade istemeden, yazık değimli ki o tavukların ayağına hemi ip hemi’de ayakkabı bağladınız? ____________________________________________________________________________ Yusuf Aslan. Sayfa: 209. Sorusuna, Hatice hanım’da torununa, (Yusuf’cu-ğum), eger ki, biz o tavukların ayaklarına ip ile ayakkabıyı bağlamasak “var ya, o tavuklar oraların acemisi olduklarından dolayı (hemen) kayıp olurlardı. Kayıp oldular mı, bir daha evi’de bulamazlar. Evi bulamadılar mı? o zaman’da, haliyle dışarıda kalmaları gerekiyor / dışarıda kaldılarmı-da o tavukları “var ya, “ya, bir it yemiş olur, ya da bir çakal yemiş olur?!... hele, birde sen o zaman görecektin “oraları. O zamanlar “var ya, oralar üp üssüz’dü. İnler cinler top koşturuyordu. Hatice hanım, küçük dikili’den bahsederken? O zamanlar, oraya ne rezilliklerle gidip’de geldiklerini şöylece anlatmaya başlamıştı. Eskiden, barkal dolmuşları, pakyağ’ın oraya kadar giderlerdi. “yani, pakyağ’ın orası son duraktı. Küçük dikili’ye gitmek için barkal dolmuşlarına biner, pakyağ’ın orada inerdik; pakyağ’ın oradan’da küçük dikili’ye, dayım gil’in oraya kadar, tabanlara “kuvvet der, yayan giderdik. Eger ki, mevsim yaz ise, dayım gil’in oraya kadar güneşin altında yana yana, kavrula kavrula “ giderdik. Oraya varana kadar dudaklarımızın bile çatladığı olurdu. Onun ötesinde, yollar şimdiki gibi asfalt değil, toprak yol’du. Eee, yol’dan gelip geçen arabalar, o yolun toprağını (sanki’de) elemiş’de un gibi etmişlerdi. Biz’de dayım gil’in oraya varana kadar, o un gibi topraklarda yürüye yürüye, paçalarımızdan yukarıya doğru sıvana sıvana toprağınan bir olurduk. Dayım gil’in oraya vardık mı, bu sefer’de kazan kazan suyu’nan elimizi, yüzümüzü, ayağımızı yıkayıp’da biraz olsun ____________________________________________________________________________ Elif Kz’ın Kaderi. Sayfa: 210. ferahladıktan sonra, ancak o zaman kendimize gelebilirdik. Dayım gil’in oradan çıkıp’da (geri) narlıca’ya, eve gelene kadar (gene) aynı zahmeti çekerdik. Eve geldikten sonra, bir güzelce banyo yaparak, yolların tozunu toprağını üzerimizden ancak o zaman atardık. “Hee, aklıma gelmişken şunu’da söyleyem? Eskiden, her ev’in güneş enerjisi yokturdu. “haliyle” Bizim’de güneş enerjimiz yokturdu. Banyo yapmak için, bizim üç dört tane, büyük yağ tenekesinden tenekemiz “var dı, bu tenekeleri suyu’nan doldurur, üzerlerini,de cam’lar-la kapatırdık. O su, o günü akşama kadar güneş’in altında kaldımı, (san ki,de) ateş’de su kaynatmışsın gibi, lokur lokur kaynardı. Biz’de, işte o suyu’nan hemi banyomuzu yapardık, hemi’de çamaşırlarımızı yıkardık. Ev’de iyi kötü, eski üskü bir ipragazımız “var dı. ama, o kadar suyu kaynatmaya ne tüp yeterdi, nede paramız yeterdi. “deyip - Sözlerinin ardından, (geçmişte ki) o zor şartlar altında yaşamış oldukları yaşamı bir bir anlattıkca, gözleri’de dolu dolu oluyordu. Bu duygusal durumu üzerinden attıktan sonra “tekrar, küçük dikili’ye nasıl gidip geldiklerine, laf’ı getirerek, bizlerin durumu “yazın öyleydi. Madalyon’un bir’de öbür yüzü “var dı. “yani, yaz’ın birde, kış’ı “var dı. Kış’ın ise, dayım gil’in oraya gitmek, başlı başına bir sorundu. Oraya giderken “eger ki, yağmur mağmur yağıyorsa, işte o zaman hapı yutuyorduk. Çünkü, hepimizin bir tane şemsiyesi “var dı. biz ise, tam beş kişiydik. İkimizin üzerine şemsiye’yi tutsak, üçümüz (dışarıda) yağmurun altında ____________________________________________________________________________ Yusuf Aslan. Sayfa: 211. kalıyorduk. Birde, pakyağ’dan dayım gil’in oraya gidene kadar, diz boyu çamurlara bata çıka, zorunan gidiyorduk. Oraya vardık mı, “yine, saatlerce çamur temizliği yapıyorduk. Oradan çıkıp’da, (tekrar) eve geldik mi, bu sefer’de ev’de saatlerce çamur temizliği yapıyorduk. “yani, sizin anlayacağınız? O zamanlar, dayım gil’in oraya gidip gelmek başlı başına bir sorundu. Şimdi ise, Allah’a şükürler olsun, biri bir yere gidecek olursa, her tarafıya çalışan bir sürü vesayitler “var. Hatta, çoklarının altlarında arabaları bile “var. O eski zaman ki gibi, şimdi ne öyle bir zorluk “var, ne de öyle yoksulluk “var. Diyerek, sözlerinin sonuna gelen Hatice hanım, (torunlarına) çocuklar, şimdilik bu kadar anlattığım hayat hikayemiz, sanırım yeter. Bu konuşmayı geçici olarak burada dondurarak, bir şeyler atıştırmak için kalkıp mutfağa gidem. Sanırım sizlerinde karnı acıkmıştır. “deyiverince, çocuklar’da, (he valla) bizim’de karnımız öyle bir acıktı ki? Şimdilik yemeğimizi yeyip – karnımızı doyuralım “diyorlardı. Çocuklar’da acıktıklarını söylediklerinden olacak ki, Hatice hanım hemen yerinden kalkarak, mutfağa geçmiş, çocuklarında kendinin’de bir şeyler yemeleri için, yemek hazırlamaya başlamıştı. Çocuklar ise, Doğukan ile Yusuf kaan birbirlerine “yahu, şu fakirlik ile yoksulluk, eskiden ne kadar çoğumuş “diyerek, birbirleriyle konuşa konuşa, onlar’da mutfağa gitmişlerdi. Çocuklar mutfağa girdiklerinde? Hatice hanım yemekleri sofraya dizmiş, neredeyse ağzını açıp’da Doğukan, ____________________________________________________________________________ Elif Kz’ın Kaderi. Sayfa: 212. Yusuf kaan deyiverecek,ken, çocuklar’da tam o sırada mutfağa girivermişlerdi; hep birlkte sofraya oturduktan sonra, Doğukan’la Yusuf kaan birbirleriyle itişip kakışarak yemeklerini yemeye başlarlar... Daha sonra’da bir kenara çekilerek, Hatice hanım’ın bulaşıkları yıkamasını beklemeye başlamışlardı.. “yani, Hatice hanım bulaşıkları yıkayıp’da işi bittimi, çocukların yanına vara’da, kaldığı yerden hikayesine (tekrar) başlaya? “derken, bir müddet sonra, Hatice hanım’da işi’ni bitirdikten sonra, o’da torunlarının olduğu oda’ya gelir. Daha yerine oturmadan, çocuklar “hemen” Hatice hanım’ın dalına binerler. Biri bir yandan hadi babaanne, bir digeri’de hadi anneanne “demek suretiyle, kadıncağızı canından usandıracak duruma getirmişlerdi. Daha edemeyip – tamam çocuklar tamam, “deyip- tekrar, yaşam hikayelerini anlatmaya başlamıştı. Biz, Adana’ya haziran ya da temmuz ayı’nda göçmüştük. Çukurova bölgesinin sıcakları’da üç dört ay sürer, “yani, Haziran, Temmuz, Agustos ve Eylül ayları, bu dört ay “var ya, Çukurova bölgesini kasıp kavuruyor. “yani, asfalt yol’un üzerine çiğ yumurtayı kırıp döksen (hemen) iki dakika’da pişer, “yani hazır olur. İşte o zaman o yumurtayı yarım ekmeğin arasına koy – yanına’da bir iki domates doğrayıp – tuzunu biberini’de üzerine serpiştirdin’mi, al sana öglenlik bir yemek olur “işte. isterse yeyip’de yat uyu, isterse yemeden yanında yat uyu? “yani, o kadar lezzetli ve iştah açıcı bir yemek oluyor “deyiverince, Doğukan bir taraftan, Yusuf kaan bir taraftan yüzlerini ekşiterek, ____________________________________________________________________________ Yusuf Aslan. Sayfa: 213. “sözde” pişmiş yumurtayı yemek adına içlerinden “iğrençlik duyuyorlardı. Çocukların mide bulantısı gibi durumu geçtikten sonra, hatice hanım tekrar kaldığı yerden devam etmeye başlamıştı. Ve, biz’ler işte o sıcak aylar’da içeride yatamıyorduk. Her tarafımızdan, yağmur damlası gibi terlerimiz damlıyordu. Sıcaktan içeride yatamadığımız için, dışarıda ki tahtadan yapılmış taht’ın üzerinde benim ile çocuklar, hemen şöyle yan tarafımızda (yer’de-de) dede’niz yatıyordu. Sabah’ta kalktığımız zaman, sadece dedenizin yattığı yatağı kaldırıp içeriye götürüyorduk ki yolu’muz açılmış ola; bizlerin’de yatağını toparlayıp – üzerine bir hıla, ya da bir çul attık mı, “tamam oluyordu. Gene, bir gün bahçe’de yatıyoruz, gece’nin bir vaktinde bir telaş ile birlikte, bir korku’yla uyanan dedenizin o heyecanlı haline, ben’de “hemen” uyanmıştım. Ula sana n’oldu’da uykudan böyle korkuyla sıçrayıp’da yattığın yerden kalktın “deyiverdim. Amma, dedeniz, beni ne duyuyor ne de işitiyordu. Ben uyanıp’da dedenizi gördüğümde, o’nun eli karın bölgesinde bir telaş’la dolaşıp duruyordu. oralarda bir şeyi’de yakalamaya çalışıyordu. aha burada burada, her neyise aha burada “diyordu. o arada benim’de dikkatimi çekmişti ki, dedenizin karın kısmında bir şeylerin kıpırdayıp dolaştığının farkına vardım.. Dedeniz, o şeyi çıkarıp’da dışarıya atmak için her ne kadar uğraştıysa’da olmadı. “derken, o ney ise, dedeniz’in karın kısmından döşüne doğru gelip – oradan’da koltuğunun altına girmişti. ____________________________________________________________________________ Elif Kz’ın Kaderi. Sayfa: 214. O dolaşan canlı şey, dedenizin karın ve döş kısmında dolaştıkca, dedeniz’de bir heyecen bir telaş için’de o şeyden bir an önce kurtulmaya çalışıyordu ki? Taa koltuğunun altına kadar girmiş olan o canlı mahlüku yakalayıp tutmuştu. “O neyise, o’nu tuttuğunda, aha burada burada, tuttum o’nu tuttum, diyordu, ama yüzünün rengi’de ( korkudan) bir hayli sararmıştı. Dedeniz o’nu tuttuğunda, (ben’de) dedenize o’nu bırakmada hemen atletini çıkarayım “deyip – bir gayret ile atletini başından sıyırıp çıkarmıştım. Eee, hayat memat meselesi, bazı durumlarda çok pratik olmak şart’tır?!.. “her neyise, dedenizin atleti,ni bir hamlede çıkarmıştım / ama, (dedeniz’de), o ney ise, o’nu sıkı sıkıya tutmuş’da bırakmıyor’du. Hatta, o’nu avucunun içinde sıka sıka canını çıkarmıştı. “Her neyise, atleti çıkarır çıkarmaz kaldırıp yere atmamız bir olmuştu. Daha sonra, itinalı bir şekilde atleti açıp içindekine baktık ki? O ney imiş, biliyormusunuz çocuklar “deyiverince, çocuklarında bir karış ağızları açık vaziyette “dinlerken, o an ki o heyecanın kendilerine verdiği korkuyla birlikte, o’da neyimiş kiii? “diye, bir heyecanla merak içinde soruyorlardı. Hatice hanım’da bir açıklama gereği duyduğundan olacak ki, dedenizin karnından döşüne doğru, oradan’da koltuğunun altında yakaladığı o şey “var ya, işte o şey, bir danaburnu’ymuş. Danaburnu’na, şöyle dikkatlice baktığımızda, dedeniz o’nu bir iki kere kımıldatmak istedi, (ama) o’nu öyle sıkı sıkıya avucunun içinde sıkmış ki? Şöyle bir kıpırtar gibi oldu, ama, hiç halı kalmamıştı, hemen ölüverdi. ____________________________________________________________________________ Yusuf Aslan. Sayfa: 215. Ben’de hemen faraş ile süpürgeyi getirerek o’nu süpürüp çöpe attım. Ondan sonra’da dedenizin karnını döşünü koltuğunun altını bir güzelce konrol edip / baktık. (acaba) danaburnu, dedenizi vurup / murmuşmuydu? “diye. Neyise ki, danaburnu dedenizi vurup murmamıştı, allah’a şükürler olsun; hatice hanım, (torunlarına) o zaman ki belediyelerin (belki’de) ellerinde yeterli imkanları olmadığından olacak ki? Mahalleleri olsun, evleri olsun, hiç ilaçlamıyorlardı. İlaçlama’da olmadığı için, mahalle’de olsun, evler’de olsun, işte böyle sürüngeler ya da sivri sinekler hep var oluyorlardı. Hatta yılan, çıyan gibi sürüngenlerin bile evlerimize kadar girdikleri oluyordu. Eee, böyle’de olunca, sen istemesen bile, haliyle iç içe yaşıyorsun, zaman zaman’da bu gibi sürüngenlerin taarruzuna maruz kalanlar oluyordu. Mesela, dedeniz gibi? “Her neyise, geri gelelim dedenize, dedeniz tatil demeden, bayram demeden, gece gündüz durmadan çalışıyordu, gece gündüz çalışıyordu “ama, aldığı maaşı belliydi? Aynı, eşeğin kuyruğuna benziyordu “deyiverince, çocuklar bu laf,a hemi gülüştüler ve hemi’de dedenizin aldığı maaş (aynı) eşeğin kuyruğuna benziyordu? Demenin, ne anlama / ne mana’ya (geldiğini) sorduklarında? Hatice hanım’da torunlarına, dedenizin maaşı hep aynı seviyedeydi “yani, hiç artmıyordu. İşte o eşeğin kuyruğu gibiydi… eşeğin kuyruğu’da hep aynı vaziyette, olduğu yer’de duruyor, ne uzuyor ne de kısalıyor? İşte dedenizin maaşı’da eşeğin kuyruğuna benziyordu. Deyip - sözlerine devamla, ____________________________________________________________________________ Elif Kz’ın Kaderi. Sayfa: 216. dedeniz olsun, Aliseydi abim olsun, sağdan soldan sormak suretiyle, dedenize başka bir iş arıyorlardı. “derken, Aliseydi abim gil’in oraya işçi alınacakmış, iş veren’de abi’me, burada çalışacak bir işçi bul “deyiverince, abim’de hemen dedenizi söyleyip işini yapmıştı. Daha sonra, abim iş çıkışı bize gelerek müjdeyi vermişti. Hatta, hafta’ya pazartesi günü orada işe başlayacağını söylemişti. dedeniz’de ertesi günü işe gittiğinde, o iş yerinin sahibine işten çıkacağını söyleyince, o iş veren’de, işten çıkarılacak işçiler arasında, en son dedenizin çıkacağını düşünerek, dedenizin bu hafta çıkıyorum demesine, şaşırıp şok olmuş, hatta, dedenize, Biz sen’den ve senin çalışmandan oldukca memnunuz “ama, ne sebep’tan dolayı buradan çıkmayı istiyorsun? Seni memnun etmeyip’de, senin buradan çıkmana sebep olan şey nedir? Bu konu’da (gerek ki) bize bir açıklama gereği duyarsın. Bir açıklama yaparsın’da, bizler’de eksiğimizi / noksanımızı bilmiş oluruz? “demiş; o iş veren, dedeniz’den bir açıklama yapmasını isteyince… dedeniz’de (bana) günlük bin lira ücret ödüyorsunuz? Pazar çalışmasıyla birlikte, ay’da şu kadar para ediyor “maaş’ım? Eger ki, Pazar çalışması olmasa, bu para daha’da az olacak. Bunun dışında, “bu iş yeri, yeni kurulduğu için, bizlere / işçilere ikramiye’de veremiyorsunuz? Ben’de eli’me geçen bu para’yla evi’mi / aile efratı’mı geçindiremediğim ve nafakalarını temin edemeyip’de – zor duruma düştüğüm için? istemesem’de, ____________________________________________________________________________ Yusuf Aslan. Sayfa: 217. sizlerden ayrılmak zorunda kalıyorum. “deyiverince, dedenizin’de o patron’un-da / her ikisinin’de gözleri dolu dolu olmuş? Hatta, her ikisi’de yönlerini çevirerek gizliden gizliye göz yaşlarını silmişler: sonuç itibariyle, dedeniz o haftayı’da o iş yerinde çalıştıktan sonra, ertesi hafta’nın ilk günü bir başka iş yerinde iş hayatına başlamıştı. Dedeniz, başımızda ki yoksulluğu kaldırıp atmak için çeşitli fikirler üretmekteydi. Düşünüp’de ürettiği pek çok fikirlerinin, hangisi daha cazip fikir “diye, her fikri,nin üzerinde’de inceden inceye degerlendime yapıyordu… bazan’da, kendi kendine konuşarak, köy’den göçüp gelmek bir ayıp / garip gurbet ellerinde’de işsiz güçsüz kalıp – üstüne üstlük birde aç kalmak, ikinci ayıp? “Farzumahal, bir insan aç kaldığı için, (gerisin geri) köyüne geri göçerse, o’da başlı başına ölümden beter “diye, düşündüğünden olacak ki, onuru,nu kurtarmak adına, kendi canı’nı bile hiçe sayarak, bir azim’le bir gayret’le kendini işi,ne vermişti? Hatta, bizleri muhannetin kapısına muhtaç etmemesi için, ne kadar çırpındığı gözle görülür haldeydi. “hani, bir laf var. Adamın biri, kafamın için’de kırk tane tilki dolaşıyor’da, kırkının’da kuyrukları birbirne değmiyor “dermiş? İşte, dedeniz’in-de kafasının içindeki dolaşanların kuyrukları birbirine hiç değmiyordu? Aynı o tilkilerin birbirne değmeyen kuyrukları gibi. Ve sonuç itibariyle, dedeniz ilk girdiği iş yerini geçim sıkıntısı yüzünden bırakmak zorunda kalmıştı, aylığı bir önceki aylığından altı yedi bin lira fazla olan, hatta her üç ayda’da, bir aylık maaş tutarı kadar ikramiyesi ____________________________________________________________________________ Elif Kz’ın Kaderi. Sayfa: 218. olan ikinci bir iş yerine girerek, işe hayatına başlamıştı. Dedeniz, ikinci iş yerine, bataryacı olarak girmişti. Hee şunu’da unutmadan söyleyeyim? Dedenizin girdiği iş yeri, yirmi yada yirmibeş kişilik bir dokuma fabrikasıydı. Esasında, mevcudiyeti böyle az olan iş yerlerine, fabrika değil’de atel’ye denmesi lazımdı? Amma, bizlerin dili “fabrika”ya alıştığı için, “fabrika, diyoruz. Her neyise, o fabrika üç vardiya olarak çalışıyordu. “yine, dedenizden duyduğum kadarıyla, kendilerinin çalıştığı vardiya’nın işçi sayısı beş kişiden ibaretmiş. Bunlardan biri vardiya / makine ustası, iki tanesi dokumacı, bir tanesi atkıcı, diger bir tanesi’de batarya’cı, o’da dedeniz. Bunların haricinde dokuma tezgahlarındaki, bez dokunan iplikler bittiğinde, yerine başka iplikleri bağlayan “dügümcü, varmış. Amma, bu dügüm işi’ne bakan kişi / dügümcü, günün yirmi dört saati “dügüm işi’ne bakarmış. Bu iplikler’de makara’ya benzeyen, ismine “levent” dedikleri levent,lere sarılı olarak gelirmiş, günün yirmi dört saati, her ne zaman bu levent,ler biterse, yerine diger dolu levent,ler takılmak suretiyle dügüm yapılıp –tekrar tezgah’a yol verilirmiş / tezgah’ı çalıştırırlarmış. Tezgah çalıştıktan sonra, her ihtimale karşı bir metre kadar dokunmuş bez alınarak kalite kontrolü sehpasında hatasına’da bakılıp konrol edilir, “var sa, hatası düzeltilip - tezgah’a, bez dokuması için, tekrar yol verilirmiş. Tezgah’a takılan levent,ler, aşağı yukarı on, ya da on iki gün gidermiş. “yani, öyle günler oluyormuş ki - iki, üç gün dügüm olmuyormuş. ____________________________________________________________________________ Yusuf Aslan. Sayfa: 219. Bazan’da tam tersi iki üç gün üst üste dügüm oluyormuş. İşte bu sebepten dolayı (oraya) bir dügümcü kafi geliyormuş. Orada ki dügümcü,nün evi’de fabrikadaymış? Öyle ki, fabrika’nın bir köşesine barakadan yapılmış iki göz, derme çatma bir evmiş. İşte o dügümcü, o barakadan ev’de otururmuş. Ufak tefek boylu, karayağız olduğu gibi, dürüst, terbiyeli ve bir o kadar’da gözünü budaktan esirgemiyecek, gözü kara / gözü pek biriymiş. Bu dügümcü, fabrika’da dügüm olmadığı zamanlar, genellikle balık avlamaya gidermiş. Gene bir gün, balığa gitmek için hazırlık yaparken? Bayanların kalite kontrol yaptığı yer’de, bayan’ın biri, bir kocaman yılanı görür, o bayan’da yılanı görür görmez, yılan var, yılan var “deyip - hemen yere düşerek bayılmış. Bu arada, o bayan’ın çığlık atarak “yılan varrr, deyip’de bağırdığını duyan “dügümcü, hemen oraya doğru koşup gider, bir başka taraftan’da bazı işçiler koşarak gelirler, “hatta, o bayan’ın çığlığını, ta yazaneden duyan patron bile gelir. O gelenler, bayılan kadın’ın yüzüne su dökerek ayıltırlar “derken, bayan’a neden bayıldığını sorduklarında, bayan’da “hala, o korkulu gözler’le o’nlara bakarak, aha şurada kocaman bir yılanı görünce korkumdan hemi çığlık attım hemi’de yere düşüp bayılmışım… “demiş. Dügümcü’de, o bayan’a yılan’ın hangi tarafa gittiğini sorduğunda, bayan’ın-da, yılan tel örgüden o tarafı’ya doğru gitti “diye, yanıtını alıp / öğrendikten sonra, bayan’dan bu kadar bilgiyi alan “dügümcü, “diyen, Hatice hanım torunlarına ____________________________________________________________________________ Elif Kz’ın Kaderi. Sayfa: 220. “yahu çocuklar, ben hep “dügümcü, diyorum’da, (sizler’de) bu dügümcü’nün bir “adı, yok mu “diye, bana sormuyorsunuz? Biliyormusunuz bu dügümcü’nün adı’nı “diye, soru sorar gibi yapıp – (ardından, kendi sorusuna, kendi cevap vererek) tabi ki, nereden bileceksiniz. bu dügümcü’nün “adı, “var ya, bu dügümcü’nün “adı, (dedeniz söylemişti) İbrahim’miş, İbrahim Dörtgöz. Yani, bu İbrahim’e İbrahim yerine, İbrahim’in kısaltması olan, “İbo, derlermiş. Gelelim ana meseleye, Sonuç itibariyle, dügümcü İbo ile patronu, tel örgünün öbür tarafına geçerler. Ancak gözlerden kaçmıyacak öyle bir durum’da var mış ki? Patron olacak kişi (İbo’yu) iki üç metre geriden ağrı takip ediyormuş. İbo, tarla’nın için’de sağa sola bakarken, kenarda ki kadınlardan biri bağrarak… yılan aha orada gözlerden kayboldu, “diyormuş. o kadını duyan “İbo, yer’e, toprağa doğru bakarak yılan’ın sürünmüş izini görür ve o izi takip ettiğinde, önüne bir yılan yuvasının deliği çıkar, yılan’ın deliğini görünce, kendisi’de tel örgünün o taraftaki millete doğru bakarak, herhalde yılanın yerini buldum “der. Ve yere eğilerek yılan’ın deliğini açmaya çalışır. Bir müddet öyle uğraştıktan sonra, dönüp fabrikaya doğru bakar ki, ne baksın? Nerdeyse, fabrika’nın bütün işçileri tel örgü’nün oraya toplanmışlar. Hatta, ağızları’da bir karış açık vaziyette kendini seyreden işçi arkadaşlarına, aha yılan burada, burada “deyip – bağırırken, (tekrar), yönünü yılan’ın deliğine çevirerek, ya Bismillah, ya Allah. Deyip – kolunu yılan’ın deliğinden içeriye doğru yavaş ____________________________________________________________________________ Yusuf Aslan. Sayfa: 221. yavaş sokmaya başlar. Bir müddet sonra, kolunu yılan’ın deliğine tamamen sokmuştu. Tel örgü’nün arkasında ki işçilerinde kalp-leri gümbür gümbür atarak, o heyecanla “dügümcü İbo’yu seyrediyorlardı ki, bir ara “İbo’un yüzü, ekşiyerek irkildi. İbo, orada irkilince, tel örgünün bu tarafındaki işçilerde oldukları yer’de hava’ya hoplayarak, “irkilmişlerdi. İşçilerin nefesleri kesilmiş, heyecanları “taa, doruğa çıktığı bir sıra’da, (İbo’da) yılan deliğinin içinden, kolu’nu yavaş yavaş dışarıya çıkarmaya çalışırken, bazı yerde’de zorlandığı oluyordu? Zorlandıkca’da, kanter içinde kalıyordu. İbo, kolu’nu bileğine kadar dışarıya çıkarmıştı? Ama, öte tarafta’da heyecandan işçilerin nabzı durdu “duracaktı. “İbo’da bir taraftan, kanter için’de kalmış hemi’de gözleri’nin içi kıpkırmızı olmuş’da yerinden çıkacakmış gibi, o haliyle, gözü’nün altından işçi arkadaşlarına “şöyle, bir baktıktan sonra, yattığı yerinden bir heyecanla havaya hoplayıp “zafer kazanmış’cası-na, ellerini’de hava’ya kaldırarak, aha burada yılan, aha burada burada , “deyip – hemi keyf ediyordu, hemi’de işçi arkadaşlarına doğru bakarak, hoplayıp zıplayarak şu’ursuzca yılanı çıkardım, çıkardım “diye, bağırıyordu. İbo, her insan’ın gösteremiyeceği, üstün ve büyük bir cesareti göstererek? Korkusuzca, kolu’nu sokup – yılanı deliğinden çıkarmıştı. İbo’nun, o ufacık boyu’yla, yılan’ın boyu, birbirine denkti. Delikten çıkarmış olduğu yılan’ı, tel örgünün öbür tarafındaki işçi arkadaşlarına gösterirken, renkten renge girip’de değişmiş olan simasını ve ____________________________________________________________________________ Elif Kz’ın Kaderi. Sayfa: 222. dengesiz hareketlerini gören “işçilerin yüreklerine, gizliden gizliye’de korku düşmüştü?!. İbo, yılanı deliğinden çıkarmasına çıkarmıştı “hatta, göstermiş olduğu üstün cesaretini kutlarcasına, tel örgünün o tarafında (kendini) seyreden işçilere bir keyf ile gösteriyordu “ama, kollarından aşağıya doğru’da “süzülerek, kanlar akıyordu. Kanların aktığını görenler, bir kere daha şok olmuşlardı. (acaba) yılan’ı delikten çıkarırken, (yılan), İbo’yu-mu vurduydu?!. Diye, bir korku, bir telaş içinde olurlarken, işçilerden biri’de, İbo’ya seslenerek, ula hele bir’de koluna bak, koluna bakk, kolundan aşağıya doğru kanlar akıyor? Hele bir’de koluna bak koluna bak “diye, bağırıyordu. İbo’da, işçi arkadaşlarına, bu kolumdan aşağıya doğru akan kanlar, benim değil, yılan’ın kanları, yılan’ın kanları, ben yılan’ı çıkarırken bir ara zorlanmıştım “deyiverince, işçiler’de “he hee, biz’de farkına varmıştık, “diye, yanıtladılar, İbo’da, hah işte o zaman, yılan’da dışarıya çıkmamak için (kendini) içeride bir yerlere sıkı sıkı’ya sarmış / kilitlemiş ki? Her ne edersem edem, dışarıya çıkartamıyordum. “ Ama, var olan son gücümü, kuvvetimi kullanarak dışarıya doğru çektiğimde, yılan’ın gövdesi’yle baş kısmı deliğin için’de kaldı. Şu elim’de tuttuğum’da yılan’ın yarı gövdesi’yle kuyruk kısmı. İşte gördüğünüz gibi, yılanı iki parçaya ayırmak suretiyle dışarıya çıkarmayı başardım. Kollarımdan aşağıya doğru akan kanlar’da yılan’ın kanları “diyordu. nitekim, İbo yılan’ı, girdiği deliğinden (zor’da) olsa çıkarmayı başarmış? Daha sonra, ____________________________________________________________________________ Yusuf Aslan. Sayfa: 223. iş yerine gelmek için, oradan / tarla’dan çıkıp “fabrika tarafına doğru yollanmıştı. Yılan’ı ilk gören kadın, İbo’nun kanlar içinde ki o halini görünce bir kere daha şaşırmış, renkten renge girmişti; hatta, tansiyon’uda düşmüş olacak ki, başı dönerek yere düşecekken, yanındaki bir iş arkadaşı o’nu kucaklayıp bir kenara oturmasını sağlamış - daha sonra’da, soğuk su ile eli’ni yüzü’nü bir güzelce yıkayıp – kendine gelmesini sağlamışlardı. İbo’da, fabrika’nın kapısından içeriye girdiğinde, “bir kahraman nasıl karşılanırsa, (İbo’da) işçiler tarafından, öyle bir kahraman gibi karşılanmıştı. İşte, bunca olayları “ben, hep dedenizden duymuştum. Dedenizin durumuna gelince, burada bataryacı’lık yapmak, bir önceki işten biraz zormuş? ama, “hani derler ya, el mahkum. İşte, dedeniz’in eli’de mahkum’du. Mecburen çalışmak zorundaydı. Ancak, üç ay kadar bataryacı’lık yaptıktan sonra, dedenizi, bataryacı’lıktan alıp - makine bakım kısmında, makine yağlama işine vermişlerdi. Ondan sonra, bir iki gün’de makinaların yağlanacağı yeri göstermişler, “zaten, dedenizin kafası gördüğü bir şeyi hemen alır? “yani, kafası çalışır. “derken, dedeniz makine yağlamaya geçtikten sonra, gözle görülür bir rahatlığa kavuşmuştu; dedeniz, o fabrika’ya bataryacı olarak girmişti “ama, zaman’la makine yağcılığına geçti. Aradan bir müddet geçtikten sonra, makine yağcılığından’da usta yardımcılığına geçti. Birgün’de geldi ki? Dedeniz, Usta yardımcılığından alınıp – yedeğe / vardiya’ya verdiler. ____________________________________________________________________________ Elif Kz’ın Kaderi. Sayfa: 224. Orada’da, Yıllarca vardiya ustalığı yaptı. Dedeniz “var ya, o fabrika’ya girip’de, geri o fabrikadan çıkasıya kadar, yürüyerek değil’de, hep koşarak çalışmıştı? Dedeniz’in, işte bu koşarak çalışması yüzünden* o’nu çağıracakları zaman olsun, ya da o’ndan bahsedecekleri zaman olsun, dedenize, “Yusuf, diye değilde, “Hızılı Yusuf” olarak ya çağırırlarmış, ya da bahsederlermiş. İşte bu koşarak çalışması’nın yüzünden (o fabrika’da) dedenizin adı, “hızlı Yusuf, kalmıştı. Dedeniz her ne kadar koşarak çalışsa’da, işi’ne olsun, iş yerine olsun her ne kadar dürüst olsa’da, (demek ki) o’nu-da bir çekemeyen varmış? Orada!.. gün gelmiş, bir gün dedenizin’de ayağını kaydırıp işten çıkarılmasına sebep olmuşlardı. O aralar’da, öyle bir iş krizi “var ki, “yani, insan oğlu ağzıyla, hava’da kuş tutsa bile iş bulamıyordu. Dedeniz’de her ne kadar iş aradıysa, o’da iş bulamadı. İş bulamadığı için, ne gelirimiz “var dı, ne de kazancımız “var dı. Kazancın olmadığı bir yerde’de eve ekmek girmiyordu. Eee, eve ekmek girmeyince, ben’de dedenize bir iş bulup’da çalış “diye, çöküntü yapıyordum. O zaman’da haliyle birbirimizle, köpekler gibi didişip / dalaşıp duruyorduk. Allah’a şükürler olsun, o zamanlar “ Gültekin, çalışıyordu’da o’nun aldığı hafta’lık para’sıy-la eksik noksanlarımızı iyi kötü alıyorduk. Gerçi, birini alsak’da beşini alamıyorduk “ama, gene’de iyi kötü geçinip gidiyorduk. Dedeniz’in, işten çıkarılmasına sebep olan, o ekmeği bol olasıca’nın yüzünden, adamcağız tam tamına “yirmi, ay iş bulamayıp – boş gezdi. Ama, Allah deldiği boğazı aç koymaz ____________________________________________________________________________ Yusuf Aslan. Sayfa: 225. “derler ya, hee birde, günü vakti saati geldimi “var ya, Allah’ın emirleri ne bir dakika ileriye gidermiş, ne de bir dakika geri’de kalırmış “derler ya?!.. işte, Allah’ın o emrinin “vakii, olacağı gün gelmiş ki – yıllar önce birlikte çalıştığı eski ustabaşı’sı gil bir dokuma fabrikası açmışlar’da, o iş yerine, hemi “takım, atmak için, hemi’de revizyonda çalışmak için, bir işçi’nin lazım olduğundan dolayı, dedenizi işe çağırmışlardı. Dedeniz, kendisini işe çağırdıklarını duyunca, öyle bir heveslenmişti ki? Hiç durası yoğudu, hemen kalkıp iş çamaşırlarını bile kendisi hazırladı, hatta, sevincinden yemeğini bile yiyememişti. Onun ötesinde, heyecandan olsun, sevincinden olsun, gecenin bir vaktine kadar uykusu bile gelmeyip / uyuyamamıştı. Sabaha karşı yatağından kalkarak, bir müddet kendi kendine hazırlanıp – kahvaltısını’da yaptıktan sonra, işte giyineceği çamaşır poşetini’de alıp (bana’da) ben işe gidiyorum, benim için dualarını esirgeme ki, işim rast gide “deyip- ardından’da, hadi alağısmarladık diyerek, evden çıkıp servis durağına doğru yollanmıştı. Dedeniz, ilk girdiği iş yerinde, devamlı gündüzcüydü… ikinci iş yerine girdiğinde ise “bataryacı’lığın haricinde” işten çıkarılıncaya kadar (gene) gündüzcü’ydü… üçüncü iş yerinde ise şansından (gene) gündüzcü’ydü. Dedeniz, gündüz çalışmaya alıştığından olacak ki? Yedek’te / vardiya’da çalışmayı hiç sevmiyordu. “her neyise, aradan on onbeş gün geçince, dedenize bir miktar para vermişlerdi. O para’yla-da (gene) evin eksiğini noksanı’nı almıştık. ____________________________________________________________________________ Elif Kz’ın Kaderi. Sayfa: 226. adamcağız’da çalıştıkca? Ne o’nun cebinden parası aksik oluyordu, ne de evi’mi-zin yiyeceği içeceği eksik oluyordu. O adamcağızın iş bulamadığı zamanlar’da, bizim ettiğimiz onca kavgaların yerinde, şimdi yeller esiyor? “Sanki’de, hiç kavga etmemişiz gibi’yik, o kavga’lar-ın yerini “var ya, şimdi mutlulukla huzur almış’ta rahat bir hayat yaşıyoruz. O geçmişteki olan olumsuzlukları’da unuttuk. Allah’a çok şükürler olsun, şimdi huzurlu ve rahat bir hayatımız var. O fabrika’nın yeri’de “Mersin, yolu üzerinde, çukobirliğe yakın, kereste fabrikası dedikleri “muhitin, orada kiralık bir iş yeriydi. “aynı, dedenizin (önceki) işinde başına gelen o durum’un misali gibi? Bir gün gelmiş, o fabrika’nın sahibi’ne-de makinalarınızı alıp gidin “demişlerdi. “yani, dedenizi nasıl işten çıkardılarsa, o fabrikayı’da o yerden çıkarıyorlardı. Nitekim, sonuç itibariyle, makine’lar-ın sahibi başka bir yer bularak, makinaları eski yerinden, yeni yerine taşımışlardı. Bir yerden başka bir yere taşınmak ise, “öyle, kolay molay’da olmuyormuş? Fukara dedeniz, sabah,tan işe gitti’mi, taa gece yarıları eve geliyordu. Eve’de bi geliyordu ki, çalışmaktan olsun, çalışıp’da yorulmaktan olsun, şekli şemali, rengi değişmiş, hış hamur olmuş bir vaziyet’te kendi’ni bir divan’ın üzerine atarak – öylece bir müddet, baygın vaziyet’te kalıyordu. Bu fabrika eski yerindeyken (dügümcü) İbo, bu Fabrika’nın-da dügümlerini yaparmış - fabrikanın makinaları taşınıp’da şimdiki yerine gelince, ____________________________________________________________________________ Yusuf Aslan. Sayfa: 227. dügümcü “İbo, bir iki kere gelmiş, “ondan sonra, daha’da gelmemiş. Dügümcü gelmeyince, dügüme açılan tezgahlar’da, yatmaya başlamışlar. Makinaların yattığını gören patron, bu gidişata bir çözüm yolu ararken, (dedeniz Yusuf’a), ula Yusuf, dügüm yapmasını, sana öğretelim’de, dügümleri’de yapasın “der: ve sonuç itibariyle, “patron ile dedeniz birlikte dügüm yapmaya başlarlar…amma yanlış yaparlar, Amma doğru yaparlar. “ama, sonuçta, dedeniz dügüm yapmasını iyi kötü öğrenir. Ama, tam bilemez? Bu arada, dügümü bilen, bir ustayı çağırırlar ki dedenize bir şeyler öğrete (sağolsun) o dügümcü ustası’da (dedenize) bir müddet dügümü öğrettikten sonra, “derken, derken, dedeniz’de bir dügümcü olur “çıkar. Dedeniz, dügümcü olunca biraz daha kıymetlenir. başka fabrika’lara-da dügümcü lazım olduğundan, (dedenize) sana şu kadar maaş verelim’de gel bizim orada çalış “diye, her kaç kişi teklif ettiyse’de, hatta, teklifler her ne kadar cazip’de olsa, (dedeniz) o teklifleri geri çevirir. Çünkü, dedeniz çalıştığı yerlere dürüst’tü, dürüst’lük, o’nun benimsediği bir ilke’ydi? Ama, gün geldi bir kriz daha oldu. Kriz olunca, o fabrika’da, işçilerinden bazılarını çıkarmak zorunda kalır. Dedeniz’in, (öyle ) siyasetçi’ler-den torpili, morpili yoğudu ki, gide’de büyük bir yer’e gire, Büyük yerlere’de girmiyordu? Ama, dedeniz’in en büyük bir torpili “var’dı-ki, o’da bizleri yaratan o yüce Allah’tı. “Her neyise, dedeniz, daha fabrika’dan çıkmadan, ____________________________________________________________________________ Elif Kz’ın Kaderi. Sayfa: 228. şansından olacak ki, başka bir fabrikadan (dedenize) gel bizim orada çalış “diye, teklif gelmiş. Dedeniz’de patronu’yla bu konuyu konuşup – birbirleri’yle-de helalleşerek o günü fabrikadan ayrılır. Ertesi günü’de öbür fabrika’ya dügümcü olarak işe başlar. O fabrika’da-da yıllarca çalışır. Fabrika’nın birin’de, (dedenize) nasıl ki “Hızlı Yusuf” demişlerse, bu fabrika’da-da dedeniz’in “adı, “Atatürk’çü Yusuf” olmuştu. Çünkü, dedeniz hemi devleti’ni sever, hemi Cumhuriyeti’ni sever, hemi milleti’ni sever, ve hemi’de bu devleti kuran’ı ve Cumhuriyet’i getireni “yani, “Mustafa Kemal – Atatürk’ü, canı kadar sever’de, o yüzden “adı, “Atatürk’çü Yusuf” kalmıştı. “Her neyise, burayı’da geçelim. Hele bakın, (size) daha söylemeyi unuttuklarım “var?!. Bari şimdi söyleyem; biz, Yadigar abla gil’in orada bir müddet oturduktan sonra, oradan çıkıp başka bir eve taşındık. Eee, biz’de Yadigar abla gil’in oradan çıkmaya, bir yer’de mecbur kalmıştık. Yani öyle ki, bir yağmur yağdımı evin içi sele suya gidiyor’du. Hele bir keresinde, gece yağmur yağmıştı’da? Çocuklar’da, o’nların yattığı döşek’de diz boyu suyun içinde kalmıştı. İşte bu sebepten dolayı, oradan çıkıp başka bir eve taşındık. O taşındığımız evde’de yıllarca oturduk. O ev’de oturuken, günü birinde, Almanya’dan dedeniz’in emmisi oğlu “Hasan, izine gelmişte, Almanya’ya geri gitmesi için, Adana havaalan’ın-dan uçağa bineceğinden dolayı, Adana’ya geldiğinde bize’de uğramıştı. ____________________________________________________________________________ Yusuf Aslan. Sayfa: 229. Eee, bir insan, evine gelen misafiri hoş ve güler yüzle karşılaması lazım?!. Öyle değil mi çocuklar… İşte, biz’de öyle yaptık. bir güler yüzle, bir tatlı dille karşıladık. Nede olsa, (adam) bilmem, kaç yıl’da bir kere’ye mahsus evi’ne gelmiş … “her neyise, Ooo “Hasan efendi, sen hoş gelesin Safa gelesin, “yani, hoş beşten sonra, bir koyu sohbete dalmıştık ki? Dedeniz, “emmisi oğlu Hasan’a, ula emmi oğlu, bizim halimiz durumumuz pek iç açıcı değil, halimiz, durumumuz aha ortada? Benim sen’den bir arzum ve isteğim “var. Daha doğrusu bir ricam var. İnşallah ki bu ricamı geri çevirmez “yaparsın. “deyip – sözlerine devam ederek, benim sen’den ricam ki, (sen) nasip olur’da “Almanya’ya vardığında, şu “yengen için bir istek göndersende (yengen’i) Almanya’ya göndersek iyi olmaz mı? Bakarsın, kaçak maçak bir iş bulurlarda çalışır. Öylece bir müddet çalışırsa, (belki) biraz olsun kendimize geliriz “deyip – halimizi vaziyetimizi, emmi’si oğlu’na anlatıyordu. “Sağolsun o çocuk’ta, tamam abi deyip – halimize, durumumuza biraz üzüldükten sonra, “yine abisi’ne, abi, ben oraya yarın indim mi, öbürsü günü isteği yapar hemen gönderirim “diyordu. neyise, uçağın kalkış saati gelince, biz Hasan’ı (gene) güler yüzle, tatlı dille yolcu eyledik. “Hasan Almanya’ya gitti. Aradan bir hafta geçmişti ki, Hasan’ın telefonu geldi. Abi isteği gönderdim / aldınızmı “diyordu ki, tam o sırada kapıya postacı geldi. Posta, posta, Aslan mektubunuz “var, diyordu. ____________________________________________________________________________ Elif Kz’ın Kaderi. Sayfa: 230. mektubu alıp açtığımızda (sağolsun) Hasan sözünde durup – isteği göndermişti. biz’de Hasan ile telefon’da konuşurken, isteğin daha şimdi geldiğini, o’na-da haber verdiğimizde, o’da orada sevinip - bizim, daha başka arz ve isteğimizin olup olmadığını soruyordu; dedeniz’de, çok sağol Hasan’ım bu kadarcık yaptığın insanlık bize yeter’de artar bile. “deyip birbirlerine karşılıklı iltifatlar yağdırarak Teşekkür edip telefonu kapatmışlardı. İstek elimize geçtikten sonra, dedeniz’de hemen Pasaportu’mu çıkart’tı, daha sonra, Alman konsolosluğundan vize almak için, Aliseydi abi’min müsahip kardeşi olan, Halil abi ile birlikte “Ankara’ya gittik, orada’da hiç zaman kaybetmeden Alman konsolosluğuna gidip – vize almak için müracatımızı ettik. O’lar’da, bize hiç zorluk çıkarmadılar, hemen vizemi verdiler. Eee, “bu arada, Almanya’da ki Esengül halanıza telefon ederek, Pasaportu vize’yi aldık, bize acele tarafından uçak bileti gönder “dedik. (o’da sağolsun) hemen, uçak biletimizi halletti. Bu sefer’de, uçağa binip’de Almanya’ya gitmem için, “Murat dayım ile birlikte İstanbul’a gittik. Sonuç itibariyle, bu kadar maşakkatten sonra, uçağa binip Almanya’ya uçmuştum. Üç dört saat uçuştan / yolculuktan sonra, uçaktan indiğimde, birde baktım ki Esengül hala’nı-zın hepisi, (ailece) beni karşılamaya gelmişlerdi. Ben’de, gümrükten geçtikten sonra, hep birlikte araba’ya binip “Esengül gile, gittik. Hatice hanım torunlarına “işte çocuklar, ben Almanya’ya gittikten sonra, gizli / kaçak olarak, ____________________________________________________________________________ Yusuf Aslan. Sayfa: 231. temizlik işlerinde tam “altı, ay çalıştım. “ama, ellerimin nasır bağlamasını bir kenara bırakın? Ayaklarımın altı bile nasır bağlamıştı. Ayaklarımın altı nasır bağladığından olacak ki, (yürüdüğümde bile) ağrıdığı için, zaman zaman topallıyordum. Sonuç itibariyle, Almanya’da altı ay kaldıktan sonra, uçağa binerek (geri) Türkiye’ye geldim. (benim) önceden, Türkiye’de sigortalı olarak iki ya da üç sene çalışmışlığım “var dı. Türkiye’ye geldikten sonra, hemen isteğe bağlı sigorta mı yaptırdım. Bir ara, ay’dan aya düzenli olarak sigorta parasını yatırırken? o, bir ara’dan sonra, ay’dan ay’a yatıramaz olduk. Ancak, altı ay - ya’da bir yıl yatıramadığımız sigorta parasını, hısım akrabalardan borç etmek suretiyle topluca yatırıyorduk. Bu hısım akraba dediğiklerimde, hala’nız “Esengül’ün bizlere saldığı, üç beş kuruştan az çok artırarak o sigorta parasını yatırıyorduk. Hee, bu arada (benim) Almanya’da çalışıp’da biriktirdiğim, o para’yı-da bir kenara koymuştuk. “derken, zaman için’de, satın almak için, ev aramaya başladık. “hani derler ya, arayan gadası’nı-da bulur, mevlası’nı-da bulur?!. İşte, bizim ki aynen öyle oldu. Şakirpaşa mahallesinde “satılık bir ev bulmuştuk. Al aşağı ver yukarı. Pazarlık ede ede, (evi satan adamla) uyuşarak, evi satın almıştık. “Artık, evleri olanların hesabı, ____________________________________________________________________________ Elif Kz’ın Kaderi. Sayfa: 232. bizim’de bir evi’miz olmuştu. Evi satın aldıktan sonra, bir gün eve gelerek, içini dışını bir güzelce yıkayıp – birde, her tarafını boyadıktan sonra, “yine bir gün, evi’mi-zi, bir traktör’e yükleyip - kendi evi’mi-ze göçmüştük ; “diye, (torunlarına) yaşadıkları hayatı bir bir anlatırken, (torunu) Yusuf kaan, hemen mevzuya girerek, (babaannesi’ne) babaanne, aldığınız o ev - bu ev - öyle değil mi? “diye, sorunca… Hatice hanım’da (torunu’na) he Yusuf, hee, aldığımız o ev - işte bu ev diyerek “Yusuf’un merakını gidermeye çalışıyordu. Yusuf kaan’da, ben zaten anlamıştım, deyip – babaannesinin dikkatini dağıtırcasına mevzuya girmişti “ama, babaannesi’de Yusuf kaan’a, tamam Yusuf, tamam. “Diyerek, o’nu sustur’duk-tan sonra, kaldığı yerden sözlerine devam ederek, nihayet, Allah’ın izniyle evimi’zi-de almıştık. Eee, dedeniz’de iyi kötü çalışıyordu; buraya kadar her şey güzel’de? “Ya, benim isteğe bağlı sigortam n’olacaktı? Ev aldığımızdan dolayı eli’miz-de dara düşmüştü / sıkıntıya girmiştik. “Amma, biraz evvel’de verdiğim bir misalden yola çıkacak olursak? “hani derler ya, kul bunalmayınca Hızır yetişmezmiş?. İşte, bize’de (bazen) Hızır yetişerek, yıl’dan yıla’da olsa, sigorta’mı yatırdık. Sigortamı yatırırken, (bir ara) zaman’ın Başbakan’ı Sayın. Bülent Ecevit, Hükümeti tarafından, halk’tan alacakları para’la-rı toplamak adına, bir af çıkarmışlardı. Bu af kanunu çıkınca, (biz’de) hemen s.s.k. bölge müdürlüğüne gidip – toplu olarak isteğe bağlı sigorta’mı yatırıp / prim gün sayımı tamamlamıştık. ____________________________________________________________________________ Yusuf Aslan. Sayfa: 233. Gayrı, hiç korkum’da kalmamıştı. Sadece yaşımı beklemem lazım’dı. Bir müddet yaşımın dolmasını bekledikten sonra, emekli olmam için yaşım’da tamam olunca, birgün s.s.k’ya giderek, emekli olmam için dilekçemi vermiştik. Aradan, bi üç ay kadar zaman geçtikten sonra, birgün postacı kapıya gelerek, hadi gözünüz aydın emekli kağıdınız geldi. “diye, zile basarak, müjdeyi veriyordu. Mektubu bize verip’de kağıda imza attırırken, neşem’den / keyfim’den, benim’de havada uçasım geliyordu. Ama, çocuklar, o emekliliği hak edip’de, benim emekli olmam için, çokkk ac, susuz, perişan kalarak, yıllarca s.s.k’ya para yatırdık. O para’yı s.s.k’ya yatırmamız için, bizler yıllarca soğan ekmeğe talim ettik? O zamanlar bizi görenlerin çoğu, halimize acırlardı. “Her neyise, o zamanlar o rezilliği çektik “ama, o rezillikten sonra, Allah’a şükürler olsun, şimdi evimi’zi-de almış olduk, “eger ki, o rezilliği çekmeseydik, “var ya, vallahi’de, billahi’de bu evi alamazdık? Nihayet, aradan bir müddet geçtikten sonra, bir gayret ile ikinci katı’da yaptırdık. “yine, benim ile dedeniz’in tutumlu’luğun-dan olacak ki, “zaten bizler her zaman tutumluyuz” ya, aradan bir müddet geçince, bu sefer’de üçüncü katı yaptırdık. “yine, aradan yıllar geçmiş, saçlarımıza’da ufak ufak aklar düşmeye başlamıştı. Derken, dedeniz’in-de emekli’li-ği gelmişti. Nihayet, birgün dedeniz’de emekli’lik dilekçesini vererek, o’da emekli olmuştu. İyiki’de emekli olmuş. “Eger ki, emekli olmasaydı “var ya, dedeniz’in işte çalışacak mecali / dermanı bile ____________________________________________________________________________ Elif Kz’ın Kaderi. Sayfa: 234. kalmamıştı. “Deyiverince, bu sefer her iki torunları’da, Hatice hanım’a, dedeniz’in, işte çalışacak mecali kalmamıştı. “dedin ’ya? Bu “mecali” kelimesi “türkçe’de, ne anlama geliyor. Bu “mecali” kelimesine’de bir açıklık getirirsen, hemi kelime dağarcığımız genişler, ve hemi’de memnun oluruz? “diyorlardı. Hatice hanım’da, torunlarının bilgi sahibi olmaları için, “mecali” kelimesi’nin ne anlama geldiği konusunda açıklama gereği duyduğundan olacak ki? Torunlarına, benim sevgili torunlarım. (benim size) dedeniz’in çalışacak “mecali” bile kalmamıştı. “dememde ki maksat? Dedeniz’in, dizinde dermanı, kolunda kuvveti, “yani, ne gücü nede kuvveti kalmamıştı. “Eger ki, emekli olmasaydı? Zaten çalışamazdı. Adamcağız çalışmaktan mütevellit bel fıtığı olmuştu. Onun haricinde, her iki dizleri’de menüsküs olmuştu. Bir yere oturduğu zaman, o oturduğu yer’den kendi başına kalkamıyordu. Ya da “diyelim ki bir yere gidecek olsa, o gideceği yere giderken, (yol’da) bir müddet yol yürüyünce, dizleri ağrımaya başlardı. Dizleri’de ağrıdığı zaman, yol yürüyemez hale geliyordu. O gideceği yere’de varması için, mecburen olduğu yer’de beş on dakika oturarak, ayaklarını dinlendirmesi gerekiyordu ki, ondan sonra gideceği yere kadar yol yürüyebile… dedeniz, her ne kadar doktorlara gidip’de “muayene olduysa, hiçbir faydasını göremedi. Doktorlar, ya bir sızı kesici merhem, ya da “dikloren” diye, ağrı kesici bi inne veriyorlardı. Onlar’da, dedenizin ne dizine, ne de beline pek fayda etmiyordu. ____________________________________________________________________________ Yusuf Aslan. Sayfa: 235. Bazan’da süt renginde bir inne veriyorlardı. O inneyi’de vurulduğu zaman, aşağı yukarı iki, üç ay hiçbir yeri ağrımıyordu. “ama, aradan iki, üç ay geçtikten sonra, gene, ağrıları başlıyordu. dedeniz, bel fıtığından olsun, menüsküs’den olsun, ameliyat olan bazı insanların, ameliyat’tan sonra ki hallerini gördüğünde, hemen yorum yaparak, kendi kendine konuşmaya başlıyordu, “yok yav, ben gidip’de, ne menüsküs’den, ne de bel fıtığından ameliyat olmam diyordu. çünkü, ameliyat olan insanları gördüğü zaman, o’nların haline acıyordu. Ameliyat olan insanların derdi tasası çilesi bir başkaydı? Ameliyat olmayanların’da derdi tasası çilesi daha bir başkaydı? Hatta Dedeniz, yetmez gibi, gidip - ameliyat olan o insanlarla birebir konuşarak, o’nların ameliyat oldukları için, (kendileri) ameliyat’tan memnun’muy-du? Ya da memnun değiller’miy-di? Herkesin fikirlerini tek tek sorup öğreniyordu. Sonuç itibariyle, sorduğu sorulara, aldığı yanıtlar kendisini memnun etmiyordu. Ancak, (bu arada) sadece kullandığı ilaçlardan fayda beklemeyerek, başka yöntemleride aramaya başlamıştı? Dedeniz. “hani derler ya, (koca karı ilaçları) işte böyle bir arayış içine girdi. Oradan, buradan, sağdan, soldan sora sora, bir vatandaşın anlattığı koca karı ilacını yapmak için kollarını sıvadı. (hele) Allah’ın işine bak ki, aylarca, yıllarca doktorlara muayene olup’da çaresini bulamadığı? derdinin çaresini, bir koca karı ilacında bulduğuna hala inanamıyordu. Menüsküs için yapılacak ilaç ise “aynen şöyle tarif edilmişti? ____________________________________________________________________________ Elif Kz’ın Kaderi. Sayfa: 236. Bahçede’ki nemli toprağı eşeledin mi, o çamurun içinden solucanlar çıkar. İşte o solucanları çamurun içinden toparlayıp bir güzelce’de yıkayarak çamurunu / mamurunu temizledikten sonra, o toparladığın solucanları bir şurup şişesinin içine koyup – üzerine’de bir fincan (halis) zeytin yağı koyduktan sonra, ağzını kapatıp bir kenara koyacaksın… o vaziyet, on gün yada onbeş gün beklemeye aacaksın, o zaman bu solucanlar zeytin yağının içinde ufak ufak erimeye başlıyor (sanki’de) bir macun gibi oluyor. Eee, artık daha duracak zaman mı kaldı? Dedeniz’de, o koca karı ilacı olan bu macunu / krem’i dizine sürmeye başladı. Doktorların yazdığı sızı kremi’ni nasıl ki dizine sürdüyse, bu kremi’de (Aynen) o şekilde dizlerine sürmeye başladı. Daha sonra, dizlerini bir güzelce sarıp – üzerine’de dizlik geçirip bir gün öylece durdu. O bir günden sonra, dizinin sargısını açıp – bir güzelce silip temizledikten sonra, gene, bir önceki gibi dizlerini kırem’ledi, tekrar sarıp dizliğini dizine geçirdi. Ama çocuklar, o ilacın ağzını açtığında, var ya, o kadar ki pis / iğrenç kokuyordu. Dedeniz, şişenin ağzını ilk açtığında içeriyi öyle pis bir koku sarmıştı ki, ben o kokuya dayanamayıp (hemen) ev’den dışarıya çıktım. Ben hiç eli’mi vurmadım. Kıremi, dizlerine Hep dedeniz sürdü. İşte, böyle böyle birkaç kez o yaptığı koca karı kremi’ni dizlerine sürdükten sonra, gözle görülür bir düzelme oldu. “yani öyle ki, önceleri doğru dürüst yürüyemeyen adam, o ilaç’tan sonra, ____________________________________________________________________________ Yusuf Aslan. Sayfa: 237. rahat bir şekilde yürümeye başlamıştı. Bu arada, bu kremi sadece dizlerine sürmüyordu* aynı uygulamayı beline’de yapıyordu. Allah’a bin şükürler olsun, şimdi dizleride beli’de iyi oldu, hatta, gideceği yere bile koşarak gidiyor. “Hee çocuklar, aklıma gelmişken bir konuya daha değinelim. Bir ara, benim sırtım hemi ağrıyordu, hemi’de kararıyordu? Ben’de, bir kaç kere doktora gittimse, ağrı kesici ilaçı’nan bir’de merhem yazıyor, “hadi git, diyordu… Eee, ben’de bu ilaç’ları içip merhem’ide sırtıma sürdüm mü, biraz olsun ağrılarım geçiyor, hatta ne ağrım kalıyor ne de sızım kalıyordu. Ancak, ilaç’lar-ım bittikten bir müddet sonra, gene ağrılarım başlıyor, sırtımın kararması hiç gitmiyor, bir türlü ne bu ağrılardan, ne de sırtımın kararmasından kurtulamaz olmuştum. Bir başka deyimle, ağrılar bana, ben’de ağrılara alışmıştım? Ancak, bir komşuya misafir olarak gittiğimde, yürüyemeyip’de yatalak olan bir adamın yürüyebilmesi için, bir ay kadar bal arı’sı vurdururlar. O, bir ay’dan sonra, adamcağız iyi kötü ayağa kalkmaya başlar - bir müddet daha bal arı’sı vurdururlar, “derken derken, o yatalak olan adamcağız yürümeye’de başlar. Ben, misafir gittiğim o ev’de, böyle bir olayı anlattıklarını duyduğumda, şok olmuştum / inanamamıştım? Ama, duyduklarım doğruydu. Çünkü misafir gittiğim o ev’in akrabasıymış o yatalak olan adam!... her neyise, ben, o ev’den kalktıktan sonra, arı’ları olan bir tanıdığın evi’ne giderek, sırtıma bal arı’sı vurdurdum. ____________________________________________________________________________ Elif Kz’ın Kaderi. Sayfa: 238. arı tedavisini düzenli bir şekilde böylece uyguladıktan sonra, hissedilir derecede sırtımın ağrısı azaldı. Şimdi ise çok çok rahatım… ancak, ben diyorum ki, kahinatı ve bizleri yaratan o yüce Allah’ım, doktorlarımızın eksikliğini vermesin. Hatta, dünya’da ki bütün doktorların eksikliğini / noksanlığını vermesin. Bu doktorlar olmasa “var ya, bizlerin hali “bilmem” nice olurdu? Bütün dertlerin dermanı’nı veren, önce Allah, daha sonra’da doktorlar. doktorların sayesinde iyi kötü sağlıklı yaşayabiliyoruz? “deyip- (sözlerine) çocuklar, bizim başımızdan geçen onca hayat hikayemizi, sizlere anlata, anlata bitiremedim. Bir bu kadar daha anlatsam “var ya, gene’de bitiremem. Onun için bu hikaye’yi, şimdilik burada noktalayalım. Eger ki, bu hikaye’yi burada noktalamasam “var ya, aha akşam’da oldu ki. Vallahi’de billahi’de biz ac kaldığımız gibi, sizde ac kalırsınız. En iyisi, ben kalkıp mutfağa gidem’de akşam yemeğini hazırlayam. Yarın sabah’ta erken’den kalkıp – dedeniz’le manav’a gideceğiz “deyip – yerinden kalkarak mutfağa gider. Hatice hanım, mutfak’ta bir yandan yemek hazırlarken, bir yandan’da manav’ı olsun, Mustafa’yı olsun, hep bir vesvese için’de düşünmekteydi?!. “Yani öyle ki, boşa koyuyor / dolmuyor’du? Doluya koyuyor / almıyordu. O kadar dökülüp saçıldıklarının haricinde, kendilerinin (yıllarca), her hafta manav’a giderek, o’nların boşa giden emeklerine acıdığı gibi, kendi emeklerine de acıyordu. Kendi kendine, inşallah sonları iyi olur “diyordu. ama, önü’de sonu’da, ____________________________________________________________________________ Yusuf Aslan. Sayfa: 239. gök yüzünde doğan güneş gibi / nur gibi aşikardı? Hiç’de iyi olacağa benzemiyordu. Hatice hanım kızı’nın kör kaderine mi yansın. Yoğusa, kızı’nı everdiğinden bu yannı, başına gelen onca talihsiz olaylara’mı yansın. “bilemiyordu?!... hatta, düşünüp taşındıkca, içinden çıkılmaz bir hal alıyordu. Nitekim, o günü öyle bir düşünceyle sabahı sabah eylemişti. Sabah’da olduktan sonra, Yusuf ile Hatice, torunları Doğukan’ıda yanlarına alarak, manav’ın yolunu tutmuşlardı. Manav’a vardıklarından sonra, her zaman ki yaptıkları gibi, (Hatice hanım) manav’ın çürüğüne çarığına, onun ötesinde diger temizliğine bakmak için kendi işi’ne koyulur. Yusuf’da, boş bir kağıda sırasıyla sebzeleri ve meyveleri yazıp – Mustafa’da, bu sebze ve meyvelerin fiatlarını bir bir yazdıktan sonra, o (Mustafa) çeker evi’ne gider. Hatice hanım ise temizliğe, yusuf’da satış’ına başlar. “tabi bu arada, yusuf’un burnuna pis kokular geldiği gibi, kulağına’da hiç hoş olmayan lafların geldiği, hemi Hatice hanım’ı, hemi’de Yusuf’u rahatsız etmeye başlamıştı… yusuf’da o can sıkıntısı’yla, (Mustafa’ya) ne tez sıfırı tükettin, bizim mahlenin esnaf’ı “diye, bir şiir yazar. Şiir’ini yazdıktan sonra, tesadüf eseri, Adana havaalanı müdürü, manav’ın önünden geçerlerken, (şöför’üne) arabayı durdurup - manav’dan sebze ve meyve alırlarken, Yusuf’da önceden müdür beyi (manav’dan) tanıdığından olacak ki, o tanışlığın iyi niyetine sığınarak, on dakika önce yazdığı şiir’ini şöylece müdür bey e okumaya başlar. ____________________________________________________________________________ Elif Kz’ın Kaderi. Sayfa: 240. BİZİM MAHLE'NİN ESNAF'I Nettin de zarara girdin Bizim mahle nin esnafı Ne tez sıfırı tükettin Bizim mahle nin esnafı Olsa da cihan ın merdi Bir değil beş değil derdi Kuyruk yağ gibi eridi Bizim mahle nin esnafı Umarım kulak verir ler Şurda Doğukan lar inler Seni de mi tüketti ler Bizim mahle nin esnafı Ey Kul Yusuf bak yarına Yarın ın dünden hayrola Düşüp kalkan kör Mustafa Bizim mahle nin esnafı. Şu düşüp kalkan Mustafa Bizim mahle nin manavı. Şiir bittikten sonra, müdür bey’in bu şiir i çok beğendiğini, ancak bu şiiri “var ya, şu güzelim memleketimizin perişan halini, toz pempe görenlere, ( hatta) bir adım daha ileri giderek? bu millete, bu memleketin halini toz pempe gösterenlere “okusan’da, bu güzelim şiir’i (o’nlar’da) anlayıp / dinleseler – ne hallere düştüğümüzün farkına varsalar daha iyi olmaz’mıy-dı? “yani, diyordu. belli ki o’nun’da yüreği yaralıydı? ____________________________________________________________________________ Yusuf Aslan. Sayfa: 241. Müdür bey - sebze ve meyvelerini alıp giderken, yusuf’a da - şiir’in çok güzel bir şiir’di. Böyle anlamlı ve güzel bir şiir’i yazdığın için seni kutlarım. Tekrar bir daha görüşmek üzere Alağısmarladık; deyip - gittiklerinden sonra, hemi Hatice hanım, hemi’de Yusuf, kızları’yla Mustafa’nın hallerine üzülüp / yandıkları gibi, (o’nların haricinde) bu sefer’de, memleketin kötü giden ekonomisi’ne, ayrıyeten “terör, olaylarına üzülmeye / yanmaya başlamışlardı. Mustafa’yı, düştüğü ekonomik kriz’den kurtarmak için, iyi kötü uğraşıyorlardı. Ancak, koca bir memleketi kurtarabilecek durumunda değillerdi. Ancak, Memleketin hali’nin onurlu olması, milletin hali’de refah ve huzur dolu olması için, her zaman ki gibi, sadece Allah’a yalvarıp - dua ediyorlardı. Yusuf ile Hatice, fabrika işçileri gibi, manav’dan paydos edip’de “yine, her zaman ki gibi, yaya olarak evlerine giderlerken, kızlarının hatırı için (eniştelerini kalkındırmak adına, manav’da çalıştıklarından dolayı, (başkalarının) kendilerinin hakkında neler söyleyeceklerini bile hiç aldırmadan / umursamadan, yaz demeden, kış demeden, yağmur demeden, çamur demeden. “Sözüm ona, bu yaş’ta eşek gibi çalıştılarını. Ama, inşallah sonları iyi olur? “diyerek, cebinden çıkardığı kalem ile kağıda, (söyler Elif in dilince), diye şiiri’ni-de yazıp - Eşi Hatice hanım’a-da, hele, bak hele hanım, bana bak, (ben) Elif kızımız için yazdığım şu şiiri’mi sana’da okuyam’da, duy bakalım güzel olmuş mu* “deyip – okumaya başlar. ____________________________________________________________________________ Elif Kz’ın Kaderi. Sayfa: 242. SÖYLER ELİF'İN DİLİNCE. Fırgatı düşmüş gönlüme Ağlar elif in dilince Körüksüz od yüreğimde Yanar elif in dilince Ağır söz deme dil ile İncitme bile gül ile Akar sular çaylar bile Çağlar elif in dilince Yola çıkan arkadaşlar Elden önce o'nlar taşlar Gökte uçan bütün kuşlar Öter elif in dilince Gökte ki ördeği kazı Öter çıktıkca avazı Kul Yusuf da bazı bazı Söyler elif in dilince. Yusuf, şiir’ini okuduktan sonra, “Hatice hanım a baktığında, o’nun-da gözlerinden göz yaşarlı yanağından aşağıya doğru süzüldüğünden olacak ki, şiir’im güzel mi olmuş, kötümü olmuş demesine bile hiç gerek görmemişti. Ancak, (kendisi) Yusuf’da, yol boyunca (yazdığı Şiir’ini) içinden okuyarak, iç’ten, içe ağlıyordu. Öylece her ikisi’de bir ağıt ile evlerine doğru yol alıp gidiyorlardı. <<>> Yazar: Yusuf ASLAN.
Bu dünyadan bir Garip Mirto sessizce gelip geçti.
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol